“Reis”ten utanç verici itiraflar!
M. Gürdal Çıngı
“Reis” bazen kendini tutamayıp, hızını alamayıp kimi gerçekleri itiraf ediyor. Ama ne itiraflar…
Bakın 14 Ocak’ta yaptığı en son itiraflarından birisi ne:
“(…) Ülkemiz 3 yıl boyunca bırakın parasını peşin ödediği uçakları almayı, periyodik bakım onarım için gönderdiği uçaklarını dahi geriye alamamıştır. Meselenin çok daha utanç verici boyutu, ülkemizin kendisine yıllar boyunca teslim edilmeyen uçaklar için hangarda saklama ücreti ödemek zorunda bırakılmıştır.”
(http://www.hurriyet.com.tr/gundem/oy-verme-hakki-kazanan-her-gencimize-ulasacaksiniz-41081997)
İtirafa bakın, “Reis”in düştüğü/düşürüldüğü duruma bakın!
Hem parasını verdiğimiz uçaklar teslim edilmeyecek, hem bakım onarım için gönderilen uçaklarımız geri gönderilmeyecek hem de teslim edilmeyen, rehin alınan uçaklarımız için hangar parası alınacak!
Hem de bunu “Reis” ve “Reis”in başında bulunduğu AKP’giller yapacak, yapmak zorunda bırakılacak!
Ne utanç verici bir durum. Ne hazin bir durum…
Kim yapıyor bunları? Hangi ülke yapıyor?
ABD!
Hani şu stratejik ortak(!) olduğumuz ABD!
Bunun neresi stratejik ortaklık be!
Bunun neresi egemen bir devlet olmak be!
Bunun neresi “Reis” olmak be!
Reis olmak öyle kolay olsaydı, herkes senin gibi çakma Reis olurdu.
Ki ülkemizde ve dünyada böyle çakma Reisler çok…
Ayrıca, ABD’nin stratejik ortağı olmak asla övünülecek bir durum da değildir. Aksine bir ülke için zul olması gerekir.
Üstelik bildiğimiz gibi, ABD’nin sadece 3 stratejik ortağı vardır: İsrail, İngiltere, Kanada olmak üzere. Onun dışındakiler; Yanaşmadır, Uşaktır… Geçelim.
Bak, geçen sayımızda da aktardık. Bir kez daha aktaralım okurlarımız için ve görsünler senin “Reis”liğinin çapını. Konuşma, Kaçak Saray Gülü Hande Fırat tarafından 26 Aralık 2018 tarihinde Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde yayımlandı. Yazının başlığı: ‘Türkiye, Suriye’de boşluğa izin vermeyecek’.
Oradan aynen aktarıyoruz.
“TRUMP: Suriye’den çekilmemiz durumunda siz geri kalan DEAŞ unsurlarını temizleyebilir misiniz?
“Erdoğan: DEAŞ’ı yenmek için PYD/YPG terör örgütüne ihtiyacınız yok. Biz daha önce de yaparız demiştik, şimdi de yaparız diyoruz.
“Trump: Tamam, siz yapın. Bolton hatta mı?
“Bolton: Buradayım.
“Trump: Çalışmalara başlayın.
“14 Aralık Cuma akşamı ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki tarihi konuşmanın ayrıntılarını 21 Aralık günü Hürriyet gazetesinden duyurmuştuk.’
(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/hande-firat/turkiye-suriyede-bosluga-izin-vermeyecek-41063619)
Adam seninle, kendi emri altındaki bir memuruyla konuşur gibi konuşuyor, sana görev veriyor Suriye’de, sen “emrin olur!” diyerek balıklama atlıyorsun.
Bunun neresi “Reis”lik be!
Bu, senin çakal devlet, haydut devlet ABD ve onun manyak Başkanı Trump tarafından kaçıncı çizilişin be!
Biz saymayı unuttuk, söylemekten utanç duyuyoruz, sen söylemekten utanmıyorsun.
Daha 5-10 gün önce, Trump, twitter üzerinden bir tweet paylaştı tüm dünya kamuoyuyla. Ve seni, senin iktidarını ve ne yazık ki halkımızı da, çizdi, geçti gitti… Küçük düşürdü tüm dünyanın gözünde. Hem de hiçbir diplomatik teamüle uymayan bir şekilde. Tam bir egemen üslubuyla hem de. Herkesin gözünün içine baka baka ne yazdı Trump?
“Eğer Kürtler’e saldırırlarsa Türkiye’yi ekonomik olarak mahvedeceğiz.”
Egemen bir ülkeye, üstelik de “stratejik ortak” bir ülkeye böyle bir şey söylenebilir mi?
Söyleniyorsa eğer, bu hangi anlama gelir? Ya da bunun seni uşak gördüğünün ötesinde bir başka anlamı var mıdır? Olur mu başka bir anlamı?..
Bak, senin has gazetecilerinden biri, senin medyadaki taşeronun, Demirören medyasının köşe yazarı Sedat Ergin bile 15 Ocak tarihli köşe yazısında ne yazdı bu tweet üzerine:
***
Trump’ın üslubu Johnson mektubu gibi
KUŞKUSUZ, dönemler ve koşullar çok farklı. Ancak yine de üslubun ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın 1964 yılında Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği mektuba hâkim olan tarzdan hiçbir farkı yok.
Başkan Johnson, Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahale etmesini önlemek amacıyla gönderdiği mektupta açıkça tehdit yöntemine başvurmuştu. Türkiye’nin Kıbrıs’a tek taraflı müdahalesi halinde Sovyetler Birliği de bu krize karışırsa, NATO’nun Türkiye’yi koruma güvencesinin işlemeyebileceğini söylemişti.
Bu mektup, Türk kamuoyunun Batı’ya bakışını köklü bir şekilde sarsan, Türkiye-ABD ilişkilerinde derin izler bırakan bir dönüm noktası olmuştur.
Bu kez bir mektup değil, bütün dünya kamuoyu ile paylaşılan bir tweet mesajı söz konusu. Türkiye’yi kastederek ‘Kürtlere saldırırlarsa’ diyor Başkan Trump, ‘Türk ekonomisini mahvederiz’. Bu arada, ‘20 mil genişliğinde bir güvenli bölge (safe zone) kurulması’ndan da söz ediyor.
*
Bir müttefik ülkenin başkanı, aleni bir şekilde bir diğer müttefik ülkeyi ‘ekonomisine zarar vermekle’ tehdit ediyor.
Kaldı ki, bu yöntemi geçen yaz Türkiye’ye karşı gerçekten kullandığı için Trump’ın mesajını blöf olarak da görmemek gerekiyor. Kendisi, böyle bir yola başvurabilecek tıynette bir ABD Başkanı.
Hatırlanacağı gibi, Trump, rahip Andrew Brunson’ın geçen temmuz ayında serbest bırakılmaması üzerine 26 Temmuz günü yine bir tweet mesajı atarak Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulayacağını açıklamış, ardından bir dizi yaptırımı uygulamaya koymaktan da çekinmemişti.
Sonraki günlerde Türk Lirası’nın Trump’ın yaptırımlarından nasıl etkilendiğine ve bu durumun ekonomideki kırılganlıkla birleşerek kuru nasıl yükselttiğine hep birlikte tanıklık ettik.’
(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/sedat-ergin/trumpin-uslubu-johnson-mektubu-gibi-41083049)
***
Bakın, Sedat Ergin’in de yazdığı gibi, Rahip Brunson meselesinde de, Tayyip bir itirafta bulunmuştu.
11 Ağustos 2018 tarihinde AKP Rize İl Danışma Meclisi Toplantısı’ndaki konuşmasında Trump’ın tutumu hakkında şunları söylemişti:
‘(…) ABD Başkanı Donald Trump’ın papaz Brunson’ın iadesi için gün ve saat verdiğini ifade eden Erdoğan, ‘Tehdit ediyor ya… Yarın saat 18.00’e dek göndereceksiniz. Burası çatladıkapı ülkesi mi ya, burası Türkiye, ne yapıyorsunuz?’ ifadelerini kullandı.’ (https://t24.com.tr/haber/erdogandan-trumpa-brusoni-yarin-1800e-kadar-gondereceksiniz-diye-tehdit-ediyor,676439)
Bak, açıkça itiraf ettiğin gibi tehdit ediyor seni. Hem de aleni bir şekilde. Ve tehdidinin gereğini de yerine getirdi mi seni diz çöktürene kadar?
Evet. Getirdi. Diz çöktürdü sana.
Ekonomiyi hallaç pamuğu gibi attı. Dolar bir anda 3.80 liradan 7.23 liraya kadar fırladı. Euro, 4.60 liradan 8 liraya fırladı. Ekonomik kriz baş gösterdi ülkemizde. Ve bu kriz güçlenerek de devam ediyor, yaşayarak gördüğümüz gibi. Şirketlerimiz satın alınıyor yabancı Parababaları tarafından. Şirketlerimiz iflas ediyor. Binlerce, on binlerce işçi işsiz kalıyor. Esnaflar işyerlerini kapatmak zorunda kalıyorlar…
Peki sen ne yapıyorsun bu tehditler karşısında? Nasıl bir tutum alıyorsun?
“Tehdit ediyor ya… Yarın saat 18.00’e dek göndereceksiniz. Burası çatladıkapı ülkesi mi ya”… diyerek ağlıyorsun…
Ya da aynı adam bugün seninle iyi polis kötü polis rolünü oynuyor, sen ikisini de yiyorsun.
Oysa iyi polis-kötü polis oyununun gerçeğinde iki polis vardır. Biri iyiyi, diğeri kötüyü oynar. Yani kandırırlar zavallı garibanları. Trump bununla bile uğraşmıyor. Bizzat kendisi iki rolü de oynuyor. Hem sopa, hem havuç uzatıyor sana. Hangisini yersen lokantası açıyor!
Önce tehdit ediyor seni yekten, açıktan, tüm dünyanın gözü önünde “ekonomini mahvederim” diyerek sopa gösteriyor, ardından seninle yaptığı telefon konuşmasında “ekonomik ilişkilerimizi güçlendirelim” diyerek bu kez de havuç uzatıyor sana.
Bunu da şöyle anlatıyorsun sen:
“CUMHURBAŞKANI Erdoğan, şöyle konuştu: ‘ABD Başkanı Sayın Trump, son görüşmelerimizde hep en az 75 milyar dolarlık ticaret hacmine ulaşmamız gerektiğini ifade ediyor. Dün akşam (önceki akşam) yaptığımız görüşmede de tekrar bunu hatırlattı. Bunu biz beraber yapacağız, her alanda. Hatta ben açmadan şunu da açtı, ‘tersanecilikte ne kadar güçlü olduğunuzu biliyoruz, demir çelik konusunda da arkadaşlarımız masaya otursunlar, çalışsınlar bu konuda da adımlarımızı atalım’ dedi.” (http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/marketlerden-hesabini-sorariz-41090187)
Yazık! Çok yazık! Zavallısın! Acınacak haldesin!
Sadece sen değil, adamların da zavallı. Ülkemizin yüzkaraları bunlar.
Ne diyor Dışişleri Bakanın Mevlüt Çavuşoğlu Trump’ın bu tweet’i karşısında?
‘Stratejik ortaklar Twitter gibi sosyal medya üzerinden konuşmaz. Kanallarımız açık.
“(…)
“(…) Bizim derdimiz, sınırımızın ötesinde bir terör koridoru var. Biz bu terör örgütünü hedef alıyoruz. Biz Kürtlerin düşmanı değiliz. Trump’ın içinde bulunduğu zorluğu görüyoruz. Üzerinde ciddi bir baskı var. Kendisi çekilme kararı aldı ve özellikle güvenlik ile ilgili birimleri de ABD’nin çekilmemesi için sürekli baskı yapıyor. Son tweet’in de bir iç politika mesajı olduğunu biliyoruz ama stratejik ortaklar, müttefikler sosyal medya üzerinden görüşmez. Bu konuları kendi aramızda görüşmeye devam etmemiz lazım.
“(…) Türkiye’nin hak ettiği saygıyı ve muameleyi ABD ve herkes göstermeli, üslubunu ve davranışlarını buna göre ayarlamalıdır.” (http://www.hurriyet.com.tr/gundem/stratejik-ortaklar-twitterdan-konusmaz-41083074)
Ya ayarlamazsa? Ya göstermezse şimdi göstermediği gibi. Ne yaparsın?
Hiç! Koca bir hiç!
“Reis”, sen yazımızın başında aktardığımız konuşmanda bir de şöyle diyordun:
“Türkiye askeri kapasitesiyle, ekonomik siyasi ve diplomatik kabiliyetleriyle güçlü olmak zorundadır. Bilhassa savunma sanayi alanında caydırıcılığımız mutlaka çok yüksek olmak durumundadır. Bunun da yolu; kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz. Birilerine bunu bırakamayız. Birilerine de emanet de edemeyiz. Çünkü biz yakın tarihimizde silah, mühimmat ve askeri teçhizat bakımından dışa bağımlılığın acısını çok çekmiş bir milletiz.
“Bunu işte en son 74 Kıbrıs’ta yaşadık. Stratejik ortaklarımız bizi yarı yolda bıraktı. Ve muhabere sistemlerimiz çöktü. Neden? Stratejik ortaklarımız verdikleri telsizleri susturdular. Ama artık biz onlardan kurtulduk. Artık kendi telsizimizi kendimiz yapıyoruz. Kıbrıslı Türk’ün Rum çeteler eliyle soykırıma uğramasına engel olduğu için bizzat müttefikleri tarafından cezalandırılmıştır.”
(http://www.hurriyet.com.tr/gundem/oy-verme-hakki-kazanan-her-gencimize-ulasacaksiniz-41081997)
Bak, “staretjik ortakları”n Türkiye’yi satmışlar. Yarı yolda bırakmışlar. Verdikleri telsizleri bile susturmuşlar. Sen de güya bundan ders almışsın. Artık kendi telsizimizi kendimiz yapıyormuşuz. Aman ne büyük başarı(!)
Bunlardan ders aldığını söyleyen sen, senin iktidarın, senin “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemin” ne yapıyor bugün?
Türk Ordusu’na ait, 44 yıllık, dünyanın en uzun süre dayanıklı tank ve tırtıllı araç paleti üretimini, Fırtına Obüslerinin seri üretimini, gündüz ve gece görüş dürbünleri üretimini gerçekleştiren Fabrikayı özelleştiriyorsunuz. Satıyorsunuz Katarlılara. Yerli ortakları Ethem Sancak’lara.
Sonra sen diyorsun ki bize; “yapılan özelleştirme değil devir”…
Yeme bizi be!
Ondan sonra sen kalkıyorsun bize “yerli ve milli” martavalları okuyorsun. “Bilhassa savunma sanayi alanında caydırıcılığımız mutlaka çok yüksek olmak durumundadır.”, diyorsun.
Sen elindeki fabrikayı satıyorsun be!
Sen, Türk Ordusu’nu özelleştiriyorsun be!
Kim inanır sana Allah’la aldattığın “hülooğğ”cularından başka be!
Senin iktidarın, sen, eski SSK’nin İlaç Fabrikasını kapattınız be!
Sümerbank’ı kapattınız! SEK’i kapattınız! Şeker Fabrikalarını kapattınız! Sattınız. Demir Çelik Fabrikalarını vb. vb.ni sattınız!
Satmadığınız ne kaldı sizin be!
Ulusal onur diye bir şey bırakmadınız be!
Vatan, millet diye bir şey bırakmadınız be!
Tanımıyorsunuz zaten.
Ne vatanseversiniz, ne de yurtsever.
Kökünüz Antika Tarihte. Kökünüz alıp satarak vurgun vurmaktan başka bir değer bilmeyen Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfında. Onun siyasi plandaki temsilcisisiniz. Ve Modern Finans-Kapitalistlerle tencere kapak gibi uyumlusunuz. O yüzden de satıyorsunuz Kuvayimilliye yadigârı Kamu Mallarını. Satıyorsunuz vatanı…
İngilizler, Osmanlı’ya da aynısını yapmışlardı
Haa, sana bir hatırlatmada bulunmak istiyoruz:
Senin ataların kabul ettiğin Osmanlı da aynı senin durumuna düşürülmüştü Tarihte, çok iyi hatırlaman gerekir.
1900’lü yılların başında dünyanın jandarması, “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” İngiltere idi. Ve gemicilik alanında çok büyük tersanelere sahipti İngiltere. Osmanlı İmparatorluğu da, İngilizlere önce “Reşadiye” zırhlısının siparişini verdi 1911 yılında. 1912 yılında Reşadiye’ye 2 zırhlı daha ilave edildi: “Fatih” ve Brezilyalıların almaktan vazgeçmesi üzerine talip olunan “Sultan Osman”. Ayrıca 2 keşif gemisi, 4 torpido muhrip ve 2 denizaltı daha sipariş verildi.
Bu siparişlerin teslim tarihi olarak da 1914 yılı belirlenmişti. Ve Osmanlı 1911 yılından itibaren gemilerin parasını ödemeye başladı. 1914 Yılı Ağustos’unda yani teslim tarihine gelindiğinde de son taksiti ödendi anlaşma uyarınca. Ama gemiler teslim edilmedi. Üstelik de gemileri teslim almak üzere Rauf Orbay Komutasındaki askeri bir birlik İngiltere’ye gitmişti…
Ve üstelik Reşadiye ve Sultan Osman’ın yüzdürülebilmesi için kömürüne kadar ihtiyacı olan her şeyin parası da eksiksiz ödenmişti İngilizlere. (Olayın ayrıntılarını internetten okuyabilir merak edenler. Biz bu kadarla yetinelim…)
1911’den 2019’a değişen ne var?
Hiçbir şey yok! Birebir aynı.
Sadece o zaman gemi, şimdi uçak…
Yani: Türkiye için “Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!”
Aynı utanç verici durumlar. Aynı aşağılamalar. Sergilenen aynı zavallılıklar.
Kimin yüzünden?
Sizin atalarınız saydığınız çökkün Osmanlı padişahları ve sizin yüzünüzden!
Utanın! Utanın!
Biz, bir kez daha yeneceğiz!
Osmanlı’ya gemileri verilmedi. Ki o günlerde Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı başladı ve savaşın en büyük mağlubu Osmanlı İmparatorluğu oldu: Tarih sahnesinden silindi.
Yerine ne geldi?
Birinci Ulusal Kurutuluş Savaşı’yla kurulan Türkiye Cumhuriyeti!
Birinci Kurtuluş Savaşı, büyük önder, dahi komutan Mustafa Kemal’in deyişiyle; “Amerika da içinde olmak üzere Batılı Büyük Emperyalist Devletlere karşı”, verildi. Ve 4 yıl gibi uzun süren bir savaş sonucu, dünyada Zaferle sonuçlanan İlk Ulusal Kurtuluş Savaşı oldu. Bu savaş sonucunda kurulan Laik Cumhuriyet, Mazlum Doğu ülkelerine mücadelelerinde ilham kaynağı oldu. Umut oldu. Işık oldu.
Ve bu zafer, Lenin’in önderliğindeki Sovyetler Birliği’nin olağanüstü maddi ve manevi yardımlarıyla başarıya ulaştı.
Ve şimdi biz, Halkın Kurtuluş Partisi önderliğinde İkinci Kurtuluş Savaşı’nı zafere ulaştıracağız. Demokratik Halk İktidarını kuracağız.
Ve yeniden umut olacağız, ışık olacağız, ilham olacağız mazlum uluslara…
Güneş, bir kez daha Doğu’dan yükselecek halkların üstüne!..