Sinsi Şeriatçı Eğitimden Açık Şeriatçı Eğitime!
Hüseyin Ali
Tayyip’in Meclis’e taşıdığı HÜDA-PAR Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Zekeriya Yapıcıoğlu, Meclis Genel Kurulunda aynen şunları söyledi:
“Biz olumlu ve olumsuz tüm yönleriyle eyalet sistemi, özerklik ve federasyon gibi yönetim modelleri üzerinde serbestçe tartışılabilir diyoruz.”
“Söyleyene değil, söyletene bak”, derler. Zekeriya’nın ne idüğü bellidir.
Onun bu sözleri, hem de Meclis Genel Kurulunda, dile getirmesi Tayyip’ten bağımsız diyebilir miyiz?
Bu konuda Tayyip’in “gık”ı çıktı mı?
Zaten Tayyip ne demişti yıllar önce?
“Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eşbaşkanıyım.”
BOP neydi?
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezze Rice’ın deyişiyle; “Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırlarının ve rejimlerinin değişmesi.”
Yani, Ortadoğu’daki 22 ülkenin bölünmesi ve emperyalist uşaklarınca yönetilmesi.
Bu 22 ülke içinde Türkiye de vardı, hem de en büyük toprak parçasına sahip ülkelerden biri olarak.
Tayyip işte bu projenin eşbaşkanıydı.
Proje hâlâ sürüyor…
Tayyip ise daha başa gelir gelmez 2004’te bu böl ve yönet projesi için kolları sıvadı. O zamanki has adamlarından Başbakanlık Müsteşarı dinci Ömer Dinçer Meclis’e “Kamu Yönetimi Reformu” adıyla bir kanun tasarısı sunmuştu. Tasarı devleti küçülten, ulus devletin yerini yerel yönetimlerin aldığı, piyasa ekonomisine dayanan, ümmetçi bir “reform” içeriyordu. Gelen tepkiler üzerine bu tasarı askıya alındı. Çünkü henüz Ordu, Yargı ve Bürokrasi din bezirgânları tarafından tümüyle ele geçirilmemişti.
AKP tayfasının son 20 yılda izlediği yoldan anlaşıldığı kadarıyla “iyi saatte olsunlar”, bu işi zamana yayarak sinsice yürütmenin daha akıllıca olacağını Tayyip ve avanesinin kulaklarına fısıldamış olsa gerek.
Bugün Ordu, Yargı ve Bürokrasi tümüyle Tayyip’in elinde. Hiçbir doğruya kulak asmıyor, hiçbir yasaya uymuyor. Bu yüzden “Tayyip Diktatörlüğü” diyoruz. Bu noktaya birden değil, adım adım, sinsi sinsi, iç ve dış oyunlarla gelindi.
BOP’u uygulamak için gerekli bileşenlerden birisi de Laikliği yok etmek ve dinci eğitimdi. Dinci eğitimle ümmetçi bir ideolojiyi kitleselleştirmek, halkı şeriata hazırlamaktı amaç.
Bu amaçla imam hatip okullarını çoğalttı, öğrencileri imam hatip okullarına yönlendirdi, türbanı ilkokullara kadar soktu, okul yönetimlerinden laik kadroları uzaklaştırdı, programları değiştirdi, Atatürk ve ulusal değerlerimizi programlardan uzaklaştırdı, andımızı kaldırdı, vb… Saymakla bitmez…
Bugünse Milli Eğitim Bakanlığı, bu kapsamda Diyanet İşleri Başkanlığı ve Gençlik ve Spor Bakanlığı ile birlikte “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) başlıklı bir proje başlattı. Bu projeye göre imamlar, vaizler, Kur’an Kursu hocaları, din hizmetleri uzmanı gibi görevliler, “Manevi Danışman” sıfatıyla öğrencilere “Değerler Eğitimi” verecekmiş! Yani dini propaganda yapılacak. Tarikatlar, cemaatler istedikleri gibi at oynatacaklar. Zaten yasağa rağmen rahatça örgütleniyorlar. Ama şimdi anaokullarına dek inecekler ve dinci örgütlenmeyi yaygınlaştıracaklar. Zaten zorunlu bir Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi var. Buna rağmen…
Amacın ne olduğu açık. Örneğin en son Konya’da ÇEDES programı kapsamında derse giren bir imam, Atatürk’ü kötülüyor ve hakaret ediyor. Suç işliyor! Ama yargı, bu suçu “alenileşmemiş” (açıklığa kavuşmamış, herkesin ortasında yapılmamış) gerekçesiyle görmezden geliyor. Bu işin bir yanı…
Öte yandan, çocukluk çağında dinci eğitim, bilincin şekillenmesine zarar verir. Milliyet Gazetesi’nden Melih Aşık, bir ilahiyatçı profesörün (Prof. Dr. Niyazi Kahveci) ağzından bu gerçeği şöyle aktarıyor:
“Zihinsel yaşamın yüzde 90’ından fazlası bilinçaltındadır. Bilinçaltının temeli, insanı ana rahmindeki beş aydan sonra ve 6 yaşa kadar almış olduğu verilere göre yaşatmaktır. Bilinçaltı ve bilinçli zihin ikilisi kişinin hayatta kalması için yardımcıdır. Ölene kadar geçici olan ve geçici olmayan her şeyi kaydeder ve hiçbir şeyi silmez.”
“Bilinçaltındaki malzemenin insan istemese de sonraki yıllarda onun zihnini işgal edeceğini anımsatan Kahveci devam ediyor:
“(…) Geçmişe bağlı koşullanmalar, dogmalar bilinçaltına yerleşerek kişinin temel karakterini, inanışını ve duygularını oluşturur.
“Bu nedenle bu yaşlarda çocuklara cin, peri, şeytan, cehennem gibi soyut korkutucu şeyler öğretmek bütün hayatını çok negatif ve zararlı şekilde etkileyecektir. Kişisel çabası olmadığı takdirde onların etkisinden kurtulamayacaktır.
“(…) Bilinçaltındaki anılar iradenin hiçbir dahli olmaksızın ileriki yıllarda hatıra gelirler ve kişiyi karar almada yönlendirirler.” (Milliyet, 21 Aralık 2023)
BOP’un gerçekleştirilmesi için en önemli ayaklardan birisidir çünkü eğitim. Daha bilincinin oluşum aşamasında dini propaganda ile çocuğun beyninin yıkanmasıdır amaç.
Bunun benzeri Afganistan’da yapıldı. Emperyalizmin devrimci Afgan yönetimine karşı yürüttüğü savaşın en önemli ayağını da Pakistan’da medreselerde yetiştirdiği dinciler oluşturdu. Bugün Afganistan’ın başındaki yobaz Taliban yönetimi böyle örgütlendi.
Ve Tayyip 2021’de ne demişti Taliban yönetimiyle ilgili olarak?
“Nasıl ki ABD ile bazı görüşmeleri Taliban yaptıysa Türkiye ile çok daha rahat yapması lazım çünkü Türkiye’nin, onun inancıyla alakalı ters bir yanı yok.”
Taliban ile kendi anlayışlarının, inançlarının arasında bir fark olmadığını söylüyor açıktan. Ayrımız gayrımız yoktur, diyor. Ve bu gerçek!
Türkiye’yi de Taliban anlayışında bir yönetimin yönetmesi için içeriden AKP, dışarıdan emperyalizm var güçleriyle çırpınıyorlar.
Şimdi Tayyip’in Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Meclis Genel Kurulunda bütçe görüşmeleri sırasında neler diyor, ona bakalım:
Dinci Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin
“Bakın Milli Eğitim Bakanlığı şu anda, 2023 yılı itibarıyla geçerli 2 bin 709 tane protokolümüz var. Bu protokollerden 1167 tanesi resmi kurumlarla. 550 tanesi STK’larla. 986 tanesi ise TEMA’dan Kızılay’a bir sürü STK’yla.
“Bunların içinde sizin tarikat-cemaat dediğiniz bizim STK dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Ve ben bu protokollerle bize hizmet eden, destek olanlara da teşekkür ediyorum. Onlarla da protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Onlardan siz bunun için rahatsızsınız.
“Protokol yaptığımız bu sivil toplum örgütleri sizin çocukları dağa çıkarmanıza engel olduğu için çatlıyorsunuz. Ben o STK’larla protokol imzalamaya devam edeceğim. Çocuklarımın dağa çıkmaması için, sizin insan kaynağınıza insan yetiştirmemek için buradan devam edeceğim.”
Bakan Tekin’in sivil toplum kuruluşu (STK) dediği tarikatlar, cemaatler aslında yasadışı dinci örgütlenmeler. Yasadışı, evet; 677 sayılı kanuna göre yasa dışı. “Alelümum tarikatlarla şehlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak maksadıyla nüshacılık gibi unvan ve sıfatların istimaliyle bu unvan ve sıfatlara ait hizmet ifa ve kisve iktisası memnudur”, denir bu kanunda. Tarikat ve cemaatler yasaklanmıştır.
Hâlâ yürürlükte olan bir kanun bu… Ama Tayyip Diktatörlüğü bu yasadışı örgütleri fiilen yasal örgüt haline soktu, önlerini açtı, devlet desteğiyle palazlanmalarını sağladı.
Bugün Nakşibendiler, Süleymancılar, Nurcular, Menzilciler vb. adını sanını bilmediğimiz binbir tarikat veya cemaat devlette örgütleniyorlar, vakıf veya dernekler halinde yasal kimliğe bürünüyorlar, devletten yüklü bağışlar alıyorlar, şirketler kuruyorlar, devletten ihaleler alıyorlar. Zaten AKP denilen güruh, bu örgütlerin bir sentezi aslında.
Üstelik bunlar gizli “protokol”ler ile yürütülüyor, çok azı basına sızıyor. Sözcü’de Saygı Öztürk Yargıtay Onursal Üyesi Ali Suat Ertosun’un ağzından protokollerin ne kadar gizli yürütüldüğünü aktarıyor.
Ali Suat Ertosun
“Tarikat ve cemaatlerle imzalanan protokollerin içeriği velilerden gizli tutuluyor. Bunları elde etmek çok zor. Yargıtay Onursal Üyesi Ali Suat Ertosun, SÖZCÜ’ye “Örneğin ben ünlü bir dini vakfın bakanlıkla imzaladığı protokolün içeriğini öğrenmek için başvurdum. Vermediler. İdare mahkemesine dava açtım, kazandım. Ama protokolü yine vermediler mahkemeye gönderdiler” dedi. Ertosun, şunları söyledi:
“Bu ülkenin en mahrem yerlerinden olan Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın ‘Kozmik Odası’na girildi. Ama okullarla, öğrencilerle ilgili tarikat ve cemaatlerle imzalanan protokollerin ne olduğu vatandaştan gizleniyor. Biz daha önce 300 civarında protokol imzalandığını sanırken, meğer 3 bine yaklaşmış. Yani, Özel Kuvvetler’in Kozmik Odası’na girilirken, gizli olmaması gereken protokoller Milli Eğitimin Kozmik odalarından dışarıya sızmıyor.” (Sözcü, 23 Aralık 2023)
“Kozmik Oda”dan bile gizli, diyor etkin konumdaki bir hukukçu. Hem de Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine kadar yükselmiş bir hukukçu.
Neden bu kadar gizli?
Dinci yetiştirmeye, dincileri kitleselleştirmeye ve örgütlemeye yönelik bu ABD Planı “fincancı katırlarını ürkütmeden” yapılmalı çünkü. Yani adım adım, sezdirmeden, alıştıra alıştıra dincilerin kitleselleştirilmesi ve örgütlenmesi amaç. Tabiî sonrası da Taliban yönetiminde olduğu gibi Şeriatçı İslam, iç savaş, parçalanma!
Nitekim Bakan Tekin Meclisteki tartışma sırasında kendini tutamayıp bu değişimi itiraf da ediyor aynı konuşmasında. Şöyle diyor:
“O sizin yaşadığınız Türkiye eski Türkiye. Ora bitti, vedalaşın. Uyanın uyanın. Türkiye artık bambaşka bir ülke. Totaliter kanunlarınızla insanların dinine, inancına, eğitimine, yaşantısına müdahale ettiğiniz Türkiye yok artık. Bunu görün, uyanın.”
Maalesef bu bir gerçek… Totaliter diye eskiyi suçlayan Tekin, Tayyip Diktatörlüğü’nün geldiğini, eski devlet yapısının yok olduğunu söylüyor. Yirmi yılda alıştıra alıştıra ülkeyi bu noktaya getirdiler: Dinci Diktatörlük.
Protokolllere dönersek… Protokoller kozmik oda sırrı gibi saklansa da yapılanlar ortada. Bazı maddelerse gün ışığına çıktı. Sıralayalım:
* Öğrenciler gezidir, kamptır denilerek tarikat/cemaat örgütlenmesine sokulacak.
* Tarikat/cemaat eğitimi kendi belirlediği mekânlarda, yani kendi dinci eğitim merkezlerinde yapabilecek.
* “Kitap okuma etkinliği” yapılacak. Bu etkinliklerde ne menem kitapların okutulacağı belli. (Said-i Nursi, Hüseyin Hilmi Işık, M. Sıddık Gümüş gibi dincilerin kitapları şimdiden ücretsiz olarak dağıtılıyor). Böylece “kitap okuma etkinliği” ile beyin yıkama daha üst boyuta geçirilecek, örgütlenilecek.
* Tarikat/Cemaat kamplarına katılım MEB’e bağlı Halk Eğitim Merkezleri tarafından teşvik edilecek, kolaylaştırılacak. Resmi olarak gençlerimiz davar gibi tarikatlara/cemaatlere sürüklenecek.
* Tarikat/cemaatler ile bakanlık liselerde dinci kulüpler kuracak. Üniversite öncesinde gençleri akıldan bilimden koparma ve siyasi yönlendirme en son bu kulüplerde yapılacak.
* İleriye dönük olarak işi garantiye alan bir madde de şu: Tarikat/cemaatin onayı olmadan bu işbirliği bakanlık tarafından tek taraflı sonlandırılamayacak.
* Bu protokollerin geçerlilik süresi 5 yıl ama aslında 10 yıl gibi. Eğer ses eden yoksa protokol bir 5 yıl daha uzayacak, yani toplamda 10 yıllık bir protokol söz konusu.
* Bir başka kolaylık, bütün bu işlemlerin maliyeti bakanlıktan, dolayısıyla bizlerden çıkacak. Yani halktan alınan vergilerle dinci örgütlenme üst boyutta ve resmen yapılacak.
Böylece gitgide daha çok çocuğumuzun, gencimizin kafasını yakacaklar, üniversite eğitimi öncesinde çocukları akıldan ve bilimden uzaklaştıracaklar.
Yirmi yılı aşkındır yaptıkları, ülkeyi bu ortama sürükledi maalesef.
Eğitimde bilimden, akıldan uzaklaşıldığı ölçüde ülkede bilim de geriler. Nobel Ödüllü bilimcimiz Prof. Aziz Sancar bile Mardinliler Eğitim ve Dayanışma Vakfı (MAREV) tarafından düzenlenen bir toplantıda bakın ne diyor:
Nobel Ödüllü bilimcimiz Prof. Aziz Sancar
“(…) Mardin yıllar boyu farklı din ve mezheplere ev sahipliği yaptı. Ancak din, doğanın kanunlarını, teknolojik araştırmaları ve teknolojik gelişmeleri kapsamıyor. Bu nedenle din ve bilimi kesinlikle ayrı tutmamız lazım. Aksi takdirde din saygınlığını kaybeder, bilim körleşir.
“Bakın altını çizerek belirtmek isterim ‘üretmek’ diyorum. Batı’dan bilim ve teknoloji ithal etmekle gerçek manada bağımsızlık ve kalkınma gerçekleşemez. Bu anlamda üretim şarttır. Son yıllarda küreselleşmeden bahsediliyor. Fakat Batı’nın küreselleşme anlayışı ‘onların teknoloji ve bilim üretmesi ve bizim bunları kullanmamız’ demek. Bu, bizim kabul edebileceğimiz bir durum değil. Küreselleşmeyi, bilim ve teknik alanlarında eşitlikle kabul edebiliriz. Bunun özellikle altını çiziyorum, çünkü küreselleşme gençlerimizin gündeminde yer alan konuların başında geliyor.” (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/nobel-odullu-bilim-insani-aziz-sancardan-kritik-sozler-746463h.htm, 18 Aralık 2023)
Hoca, elinde devrimci pusula olmasa da gerçekleri görmüş. Dinin bilimi engellediğini açıkça ifade etmiş. Küreselleşmenin ne anlama geldiğini de doğru koymuş. Çözüm olaraksa üretimi koymuş. Eksik olmakla birlikte bu da doğru.
Kanıtlar, Türkiye’nin üniversite öncesi eğitimde ilerletilmediğini gösteriyor. En son PISA 2022 raporu bu gerçeği kanıtlıyor.
PISA, OECD tarafından 2000 yılından beri düzenlenen bir “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” (Programme for International Student Assessment, PISA). Üç yılda bir yapılan bu değerlendirmede 15 yaşındaki öğrencilerin okulda öğrendikleri bilgi ve becerileri günlük yaşamda kullanma becerisi ölçülmektedir. PISA’da zorunlu eğitimin sonunda örgün eğitime devam eden 15 yaş grubundaki öğrencilerin Matematik okuryazarlığı, Fen Bilimleri okuryazarlığı ve Okuma Becerileri konu alanlarının yanı sıra, öğrencilerin motivasyonları, kendileri hakkındaki görüşleri, öğrenme biçimleri, okul ortamları ve aileleri ile ilgili veriler toplanmaktadır.
PISA 2022 raporunda Türkiye kendi içinde istikrarsız, inişli çıkışlı bir ilerleme göstermekle birlikte (bunun da nasıl olduğu meçhul, AKP burada da kandırmaca yapabilir çünkü ve Batılılar da bunu göremeyebilir), okuma becerisi, matematik ve fende OECD ortalamasının altındadır. Üstelik bu alanlarda OECD ortalamasının giderek düşmesine rağmen böyledir (Şekil 1).
Şekil 1. Türkiye’nin okuma becerisi, matematik ve fen alanındaki durumunu gösterir şekil. Turuncu çizgi OECD ortalaması. Mavi çizgi Türkiye’nin yıllar içinde ortalama seyri. (Kaynak: https://www.oecd.org/publication/pisa-2022-results/country-notes/turkiye-d67e6c05/)
Ama asıl utanç verici olan yoksul öğrenci verileridir ki içler acısıdır. Raporun bir yerinde şöyle deniyor:
“OECD ülkeleri genelinde ortalama olarak öğrencilerin %8.2’si, yiyecek almaya yetecek paraları olmadığı için son 30 gün içinde haftada en az bir kez bile yemek yemediklerini bildirdi. Bazı OECD ülkeleri en düşük oranlara sahipti (%3’ün altında), özellikle Portekiz (%2.6), Finlandiya (%2.7) ve Hollanda (%2.8). Buna karşılık, gıda alamayan öğrenci oranının %10’u aştığı OECD ülkeleri bulunmaktadır; bunlar arasında Birleşik Krallık (%10.5), Litvanya (%11), Amerika Birleşik Devletleri (%13), Şili (%13.1), Kolombiya (%13.3), Yeni Zelanda* (%14.1) ve Türkiye (%19.3).” (PISA 2022 Results: The State of Learning and Equity in Education, Volume I; https://www.oecd-ilibrary.org/docserver/53f23881-en.pdf?expires=1704623732&id=id&accname=guest&checksum=BE90D021DA641BF2885C46374B3C01A4)
Görüldüğü gibi ülkemizin çocukları açtır, %20 oranında öğrencimizin son 30 günde maddi yokluk nedeniyle hiç yemek yemediği görülüyor. Türkiye bu bakımdan OECD’nin en geri ülkesidir. Aslında bu oran bizce çok daha yüksektir, en az %70’dir. Çünkü ekonomik durumu, yüksek enflasyonu yaşayan bizleriz.
Sonuç olarak, din bezirgânlarının kafasıyla eğitimin çökertildiği ortadadır. Durum daha da kötü olacak, Kur’an kursları, imam hatip okulları, medreseler yetmemiş gibi, bir de ÇEDES uygulamasıyla okullarımızda dinci eğitimin körüklenmesi çocuklarımızın erken yaşta akıl ve bilimden uzaklaşmasına yol açacaktır.
Bu gidiş açıktan şeriatçı eğitime gidiştir. Dinci kitle tabanını büyütmek amaçlanmaktadır. Türkiye’nin Afganistan gibi olması ve bölünmesi, emperyalizmin stratejik hedefidir. Tayyip Diktatörlüğü burada uşaktır.
Birinci Kuvayimilliye’nin önderi Mustafa Kemal bu gidişi yaklaşık 100 yıl önce görmüş ve önlem almıştır. Şöyle der 1925’de:
“Bugün ilmin, fennin, bütün kapsamı ile medeniyetin ışığı karşısında filan veya falan şeyhin uyarmasıyla maddî ve manevi mutluluğu arayacak kadar ilkel insanların Türkiye medeni toplumunda varlığını asla kabul etmiyorum.
“Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek yol, medeniyet yoludur. Medeniyetin gerektirdiğini yapmak insan olmak için yeterlidir. Tarikat reisleri bu dediğim gerçeği bütün açıklığıyla anlayacak ve kendiliklerinden hemen tekkelerini kapatacak, müritlerinin artık erginliğe ulaştıklarını elbette kabul edeceklerdir.” (30 Ağustos 1925, Kastamonu)
Bu gidişe dur demek ancak Gerçek Devrimcilerle, günümüzün İkinci Kuvayimilliyecileri ile mümkün olacaktır.