Tayyipgiller Niçin “Yüzyılın Felaketi”dir?
Dr. Mustafa Şahbaz
AKP’nin Bütün Programları, Türkiye Halklarını
İşsizlik-Pahalılık Cehenneminde Yakmak Üzerinedir
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Para Politikası Kurulu 20 Ağustos 2024 tarihinde toplanıyor, aldığı kararları da 27 Ağustos 2024 tarihli ve 2024-47 sayılı açıklamasıyla kamuoyuna duyuruyor. Açıklamanın başlığı şudur:
“Para Politikası Kurulu Toplantı Özeti”
Bu “Özet”, adı üstünde bir özet olmasına rağmen, bir hayli uzundur. Fakat içinde yer alan kimi kısa cümleler, halklarımızın başına gelenleri ve halklarımızı hangi felaketlerin beklediğini ortaya koymaya yetiyor.
Örneğin “Talep ve Üretim” başlığı altında şöyle denilmektedir:
“Üçüncü çeyreğe ilişkin göstergeler yurt içi talebin yavaşlamaya devam ederek enflasyonist etkisinin azaldığına işaret etmektedir. Haziran ayında perakende satış hacim endeksi, aylık bazda artmakla birlikte çeyreklik bazda sınırlı bir düşüş kaydetmiştir. Aynı dönemde, ticaret satış hacim endeksinde çeyreklik olarak daha yüksek oranlı bir düşüş gerçekleşmiş, perakende ticaretin yanı sıra endeksin diğer iki ana kalemi olan motorlu taşıtların ticareti ve toptan ticarette de azalış izlenmiştir. İlk çeyrekte ılımlı artış gösteren hizmet üretim endeksi, ikinci çeyrekte sınırlı azalış kaydetmiştir. Üçüncü çeyreğe ilişkin mevcut veriler, yurt içi talepteki yavaşlamanın sürdüğüne işaret etmektedir. Temmuz ayında kartla yapılan harcamalar aylık bazda sınırlı azalmış, çeyreklik bazda ise yataylaşmıştır. Mevsimsellikten arındırılmış olarak tüketim malı ithalatı ise, bu dönemde azalışını sürdürmüş ve seviye olarak bir önceki yıl ortalamasına yakınsamıştır. Temmuz ayında, imalat sanayi firmalarına yönelik anket verileri, iç piyasa siparişlerinde çeyreklik bazda azalış olduğunu göstermektedir. Firma görüşmelerinden edinilen tüketim harcamalarına ilişkin tespitler, iç talepte yavaşlamayı teyit etmektedir.” (https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/4b5d9d8b-5c24-4ed9-8b64-98ddefdfa55f/DUY2024-47.pdf?MOD=AJPERES&CACHEID=ROOTWORKSPACE-4b5d9d8b-5c24-4ed9-8b64-98ddefdfa55f-p6jvxMS)
Devletin Merkez Bankası diyor ki:
“Üçüncü çeyreğe ilişkin göstergeler yurt içi talebin yavaşlamaya devam ederek enflasyonist etkisinin azaldığına işaret etmektedir.” Yani alengirli ekonomist jargonundan arındırarak söylersek: Halkın ümüğünü öyle sıktık ki, piyasadan bir şey talep edecek hali kalmadı. Talep edemeyince de enflasyonda düşüş eğilimi oluştu.
Yani asgari ücreti 17.002 lirada tutarak, en düşük emekli maaşını 12.500 lira tespit ederek, memurlara da %19,1 zam vererek onların satın alma güçlerini iyice düşürdük; artık onlar piyasadan yiyecek maddelerini bile talep edemez hale geldiler.
Kapitalizmin Arz-Talep Kanunu gereğince; talep düşünce fiyatlar da giderek düşecek hesabı yapıyor Parababaları.
İyi ama toplumun büyük kesimini oluşturan ücretliler, maaşlılar, emekliler piyasadan bir şey talep edemez hale gelirlerse; onun bir sonucu enflasyonun düşmesi ise bir diğer sonucu da üretimin düşmesidir. Talep edilmeyen şey üretilmez. Üretimin düşmesi demek işsizlik demektir. Zaten işsizlikte OECD rekorları kıran Türkiye, daha da geriye giderek işsizler ordusunu iyice büyüterek krizini daha da derinleştirecektir. Nitekim Merkez Bankası raporu aşağıda şu cümleyle bunu dile getiriyor:
“Temmuz ayında, imalat sanayi firmalarına yönelik anket verileri, iç piyasa siparişlerinde çeyreklik bazda azalış olduğunu göstermektedir. Firma görüşmelerinden edinilen tüketim harcamalarına ilişkin tespitler, iç talepte yavaşlamayı teyit etmektedir.”
Bunu teyit ederce TÜİK de Haziran 2024 tarihi itibariyle şöyle demektedir:
“İstihdam edilenlerin sayısı 2024 yılı Haziran ayında bir önceki aya göre 341 bin kişi azalarak 32 milyon 522 bin kişi, istihdam oranı ise 0,6 puan azalarak %49,3 oldu. Bu oran erkeklerde %66,9 iken kadınlarda %32,1 olarak gerçekleşti.”
Daha kolay anlaşılacak şekle sokarsak TÜİK; “Mayıs 2024’te çalışmakta olan işçilerden 341 bin kişi Haziran ayında artık çalışamamaktadır, işsizler ordusuna katılmıştır”, diyor.
Kaldı ki, bildiğimiz gibi, TÜİK’in her verisi gibi bu işsizlik rakamları da gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır. Çünkü TÜİK’e göre; İş ve İşi Bulma Kurumuna son üç ayda başvuran ve 15 gün içinde işe başlayabilecek olanlar, eğer iş bulamamışlar ise işsiz sayılıyorlar. Ama öbür tarafta milyonlarca işsiz; artık iş bulma ümidini yitirdiği için İş ve İşçi Bulma Kurumuna müracaat etmiyor bile. Varsa eskiden bir müracaatı, o da zaten zaman aşımından yok sayılıyor. Diğer taraftan iş bulamayacağından emin olduğu için iş aramayan ve evde oturan, evkadınlığı yapmak zorunda kalan işsizleri de buna katarsak; hele bir de üniversite bitirmiş, lise bitirmiş ama atanamamış, hiçbir iş bulamamış milyonları katarsak işsizliğin boyutları çok daha net ortaya çıkar.
Kaldı ki işsizlik oranlarını yüzde dokuzlarda açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), başka bir işsizlik oranı daha belirliyor, ortaya koyuyor: Atıl İşgücü…
“Atıl işgücü oranı arttı
“Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı 2024 yılı Haziran ayında bir önceki aya göre 3,8 puan artarak yüzde 29,2 oldu.” (https://www.bloomberght.com/issizlik-haziran-da-yukseldi-2358232?page=2)
TÜİK rakamlarına göre bile Türkiye’de gerçeğe biraz daha yakın işsizlik oranı yüzde 29,2’dir. Ve Merkez Bankasının raporunda ifade edildiği gibi, bu rakamları bile iyi saymak gerekiyor. Yani Merkez Bankası, turpun büyüğü heybede, diyor. Talep böylesine düşmeye devam ederse, ki etmesi kaçınılmazdır, bunun sonucu olarak üretim düşecek; işsizlik artacak, kriz daha da derinleşecektir. Sözü gene alengirli olmaktan çıkaralım: Talep düşmesi dediğimiz şey toplumun büyük kesimlerinin satın alma gücünün dibe vurması demektir yani yoksullaşması demektir. Enflasyon nedeniyle fiyatlar jet hızıyla yükselirken ücretlerin yerinde sayması, bu yoksullaşmayı katmerlemekte, hayat pahalılığı artmakta, dayanılmaz bir hal almaktadır.
Burada bir parantez açarak söyleyelim; enflasyon, her zaman için halktan adı konulmamış fakat en adaletsiz, en ağır şekilde vergi almak demektir. Fakat bir ülkede İşçi Sınıfı eğer devrimci sendikalarda örgütlenmiş ve Parababalarına karşı ekonomik mücadele verebiliyorsa enflasyonla baş edebilecek bir şekilde ücretler de arttırılabilir. O zaman enflasyona katlanmak zor olsa da mümkün olur. Ama Türkiye’de 22 yıllık Tayyipgiller iktidarında sendikalaşma, örgütlenme, ekonomik mücadele dibe vurmuştur. Var olan sendikalar ise sarının sarısı Tayyip’in sendikalar cephesindeki avanesinin yönetimindedir. Hak arama yolları bu sarılarca tıkanmıştır. Bu yüzden Devr-i Tayyip’te enflasyon, aynı zamanda hayat pahalılığı anlamına gelir. Yani enflasyon eşittir hayat pahalılığı demek olur.
Ezcümle halkımız için hayat, günbegün daha da pahalılaşıyor, geçim giderek zorlaşıyor; kamu emekçisi yoldaşlarımızın dediği gibi, 9 Eylül’de başlayacak olan eğitim öğretim yılında da, öğrenciler ve veliler için; “Ders Değil, Dert Zili Çalıyor!”
Haber kanallarında izliyoruz; bir ilkokul öğrencisinin bile, en ucuzundan seçilerek alınan, sadece çanta ve diğer kırtasiye malzemeleri 3.000 liradan aşağı tutmuyor. Bunlara bir de öğrencinin kitap, dergi, yardımcı kaynak ihtiyaçları için yapılacak harcamaları, giysi, ulaşım, beslenme vb. giderlerini ekleyin ve bir ailede iki çocuğun okula gittiğini düşünün; 17.002 liralık asgari ücretle, bu aile bu masrafların altından nasıl kalkabilir?
Türk-İş’in yaptığı hesaplamada bile açlık ve yoksulluk sınırı Ağustos 2024’te şu rakamlara ulaşmıştır:
“DÖRT KİŞİLİK AİLENİN AYLIK GIDA HARCAMASI TUTARI (AÇLIK SINIRI) 19.271 TL
“GIDA İLE BİRLİKTE DİĞER TÜM TEMEL HARCAMALARI İÇİN HANEYE GİRMESİ GEREKEN TOPLAM GELİR TUTARI (YOKSULLUK SINIRI) İSE 62.772 TL
“BEKÂR BİR ÇALIŞANIN AYLIK YAŞAMA MALİYETİ 24.962 TL
“MUTFAK ENFLASYONU AYLIK %0,19 ON İKİ AYLIK %57,99 YILLIK ORTALAMA %77,66 OLARAK HESAPLANDI.” (Majüskülleyen Türk-İş, https://www.turkis.org.tr/turk-is-agustos-2024-aclik-ve-yoksulluk-siniri/)
Yani 17.002 lira asgari ücret verdiğiniz bir aile, artık açlık sınırının da altında aç biilaç yaşamak zorunda kalıyor. Bu vurguncu, soyguncu, hırsızlar imparatorluğu, kriminal bir örgüt, bir suç örgütü olan Tayyipgiller iktidarının halkımıza reva gördüğü durum işte budur. Ama insanlar sürgit aldatılamazlar, sömürülemezler. Bıçağın kemiğe dayandığı noktadayız. Artık Şair sözüyle:
Demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
İşte o zamanlardayız… Halklarımız, 31 Mart Yerel Seçimlerinin ve anketlerin ortaya koyduğu gibi, bu çetenin gerçek yüzünü görmeye, henüz tam görememişse bile hissetmeye, bu güruh tarafından Allah’la aldatıldığını her gün biraz daha kavramaya başlamıştır.
Bu konuyu kapatmadan kısa bir açıklama yapmadan geçmeyelim:
Enflasyonla, işsizlikle, pahalılıkla mücadele parasal oyunlarla olmaz. Gerçek mücadele; planlı, programlı bir biçimde tarımda, sanayide, hizmet sektöründe üretimi, dolayısıyla istihdamı arttırmakla olur. Oysa Tayyipgiller, üretimi arttırmak yerine; öncülleri olan Menderes’lerin, Demirel’lerin, Özal’ların, Tansu Çiller’lerin yolundan giderek ve onlara rahmet okuturcasına Kuvayimilliye yadigârı fabrikaları ya yerli-yabancı Parababalarına sattılar ya da kapattılar. Kapitalizmce geri kalmış bir ülkede gerçekten yatırım yapabilecek, istihdam ve üretimi arttırabilecek tek güç olan kamu gücünü, tüm üretim alanlarından uzaklaştırdılar. Ülkemizi emperyalistlerin yarısömürgesine dönüştürdüler. Çözüm Demokratik Halk İktidarındadır. Gerisi boştur.
Tayyipgiller’de ihanet bitmez
Gelelim bir başka meseleye…
Tayyip, Van Münit (One Munite) danışıklı dövüşünde olduğu gibi, İsrail karşıtı, Filistin yandaşı sözler sarf ederek Filistin dostu görünür. Bilindiği gibi 2009 yılında Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu toplantısında düzenlenen bir panelde moderatörden “one minute” diyerek konuşma sırası almış ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e hitaben; “Sayın Peres benden yaşlısın”, diyerek söze başlamıştı. Konuşmasına; “Siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları nasıl öldürdüğünüzü, nasıl vurduğunuzu çok iyi biliyorum”, diyerek devam eden Tayyip, Şimon Peres’i güya sert bir biçimde eleştirmişti. Ama Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab ile birlikte düzenlediği basın toplantısında; “Ben o sözleri sayın Peres’e değil, panelin moderatörü Washington Post yazarı David Ignatius’a söyledim”, demişti. Yani kendisini devşirip iktidara taşıyan devletlerden biri olan İsrail’e (diğer ikisi ABD ve İngiltere’dir) karşı ağzından kaçırdığı ya da bir senaryo gereğince söylediği bu sözlerini inkâr etmişti; tükürdüğünü yalayıp yutmuştu. Fakat Türkiye kamuoyuna ve Arap Dünyasına karşı “one minute”çü geçinmeye bugün bile devam ediyor, bildiğimiz gibi. Elinde tuttuğu muazzam medya gücü sayesinde yürüttüğü tek yanlı propagandayla, tükürdüğünü yaladığını olmamışa çevirmiş; kendini cahil halka Davos kahramanı olarak yutturmuştu.
Bu ikiyüzlü tutum günümüzde de aynen devam etmektedir.
Bir taraftan Gazze’de soykırım uygulayan İsrail’le her türlü sivil ve askeri ticareti sürdürür, diğer taraftan “Ey İsrail” höykürmelerinde bulunur. İsrail’le yürüttüğü ticaret açığa çıkınca, göstermelik olarak ticareti keser ama dolambaçlı yollardan bu ticareti devam ettirir. Örneğin medyaya düşen bir haberle öğreniyoruz ki, AKP’li bezirgânlar, Yunanistan üzerinden, kurşun geçirmez cam satmaya devam ediyorlar İsrail’e.
Diğer taraftan mecbur kaldığı için davet ettiği Filistin Devlet Başkanını (aslında davet etmek istediği kişi İsrail tarafından İran’ın başkenti Tahran’da bir suikast sonucu öldürülen Hamas lideri Haniye’dir) Mecliste konuşturarak Filistin Davasına sahip çıktığına, İsrail’e karşı olduğuna Türkiye ve dünya kamuoyunu inandırmak ister. Her konuda olduğu gibi bu konuda da tamamen ikili oynar.
Üfürükçüler Şahı Tayyip
Bakın çok yakın bir zamanda İsrail’in Gazze’de giriştiği soykırım üzerine ne dedi?
“Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok.”
İnsanın Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsünün şarkılarındaki sözle; “Sen neymişsin be” Tayyip(!), diyesi geliyor.
Bırakalım “İsrail’e gireriz” üfürmesini bir yana Karabağ’a girmiş mi bu üfürükçüler şahı?
Olayın gerçeği şudur:
“Azerbaycan Resmi Gazetesi’nde çıkan başyazıda, Erdoğan’ın, geçtiğimiz ay memleketi Rize’de yaptığı konuşmada İsrail’e yönelik olarak, “Karabağ’a, Libya’ya nasıl girdiysek, oraya da aynısını yaparız” açıklamasına cevap verildi.
“Açıklamada, Karabağ’a Türk askerinin girmediği, savaşı Azerbaycan ordusunun kazandığı ve Türkiye’den gelen mühimmatın yardım değil bedeli ödenmiş cephane olduğu belirtildi. Yazıda, Azerbaycan ordusu ve Aliyev’in zaferini ele geçirme ve kendi adına sahiplenme çabalarını tüm Azerbaycan hayal kırıklığı ve derin üzüntüyle karşılandığı öne sürüldü.
“Karabağ zaferi bizimdir
“Yazıda, Azerbaycan’ın 44 gün süren savaşında Türk askerinin sahada yer almadığı ve zaferin yalnızca Azerbaycan ordusunun kahramanlığı sayesinde kazanıldığı belirtilirken, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in liderliği övüldü.” (https://hbrcaldiran.com/haber/21347889/azerbaycandan-erdoganin-karabaga-girdigimiz-gibi-israile-gireriz-sozlerine-tepki)
Emperyalistlerin Libya Saldırısı ve BOP Eşbaşkanı olarak Tayyip’in Rolü
Gelelim Libya’ya girme meselesine:
Arap diktatörlerinden bezmiş Arap Halkı, 2010 yılında sonradan emperyalistlerce adına “Arap Baharı” denilecek olan bir ayaklanma başlattı. Bunlar kendiliğinden gelen hareketlerdi. Ama Che’nin deyişiyle “İnsanlığın başdüşmanı ABD Emperyalizmi” alesta bekliyordu. CIA’sı, Pentagon’u hemen devreye girdi. Condeleeza Rice tarafından açıklanan ve Fas’tan başlayarak Pakistan’a kadar uzanan 22 ülkenin sınırlarının yeniden çizileceği Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), sonraki adıyla Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOP) bu günler için hazırlanmıştı. Yürürlüğe sokmanın tam zamanıydı. İngiliz Emperyalizmi tarafından tâ 1928’lerde örgütlenen ve bugünler için ellerinin altında hazırda tuttukları Ortaçağcı “Müslüman Kardeşler” piyasaya sürüldü, ABD, AB Emperyalistleri tarafından. ABD, Afganistan’dan edindiği deneyimleri yürürlüğe koyarak dünyanın neresinde gerici varsa örgütleyerek cihatçı vb. adıyla Arap ülkelerinin başına bela etti. “Arap Baharı” öncesinde zaten Irak’ı işgal etmiş, Irak lideri Saddam Hüseyin’i idam etmişti. Irak fiilen üç parçaya bölünmüş ve petrol kaynaklarına el konulmuştu.
BOP gereğince sıra Libya’ya gelmişti. Bu saldırıların öncelikle Irak’a ve Libya’ya yönelik olması tesadüfi şeyler değildir. Bu her iki ülke de Petrol bakımından zengin ülkelerdir. Emperyalistler Birleşmiş Milletlerin kararını beklemeden Libya’ya müdahale ettiler. Hatta NATO bile net bir karar açıklamadan Fransa, Libya’yı bombalamaya başladı. Ardından ABD bir sürü emperyalist ülkeyi (adına Koalisyon diyerek) peşine takarak Libya’ya NATO aracılığıyla müdahale edeceğini açıkladı.
Bu karara Tayyip’in ilk sözü neydi?
“NATO’nun ne işi var Libya’da?”
Sen misin bu sözü söyleyen… Kendisini iktidara taşımış olan ABD’nin, istediği anda kendisini iktidardan, bir saniye bile tutmaksızın, indirebileceğini bildiği için Tayyip, ABD’den emir gelince; “Emrin olur sahip”, diyerek hizaya geliverdi. Ve hatta İzmir’i Libya’ya Müdahale Gücünün Merkez Üssü yapıverdi. Demek istedi ki; “Ey sahip; sen iste yeter ki, bizde hizmette sınır yoktur, hizmetin fazlası olur eksiği olmaz.” Tayyip öylesine heveskâr idi ki Türkiye Donanmasına ait gemileri ve denizaltıları, ABD’nin ve hempalarının Libya’ya müdahalesinde onlara destek olsun diye Libya karasularına gönderdi.
Libya’daki gericilere, o zamanki Başbakan Ahmet Davutoğlu bizzat çantalarla nakit para (dolar) götürerek destek oldu ve olaylar olacağına vardı. Antiemperyalist Kaddafi, ciğeri beş para etmez çapulcular tarafından, Fransa’nın kendilerine sağladığı istihbarat ve hava desteğiyle linç edildi. Ki, Tayyip çok kısa bir zaman önce (29 Kasım 2010’da) Kaddafi’nin elinden “Kaddafi İnsan Hakları Ödülü”nü almıştı. Bu ödül, aynı zamanda 250.000 dolar para ödülünü de kapsıyordu. Ve emperyalistler 19 Mart 2011’de yani Tayyip’in “Kaddafi İnsan Hakları Ödülü”nü almasından sadece 110 gün sonra Libya’ya hava saldırıları başlattılar.
Emperyalistler Libya’da amaçlarına ulaşmışlar, Libya petrollerine el koymuşlar ve ikide bir kendilerine kafa tutan antiemperyalist, Arap Ulusunun birliğini savunan Kaddafi’den kurtulmuşlardı.
Bunun yanı sıra Libya’da şu kadar adam ölmüş, orada düzen sağlanamamış, ülke bölünmüş, insanlar birbirlerini boğazlıyorlarmış umurunda bile olmaz emperyalistlerin. Tam tersine zaten amaçları budur. Böl-Parçala-Hükmet doktrini bunu gerektirir. Ve zaten geri kalmış ülke insanları onlar için yok edilmesi gereken haşerelerden ibarettir.
İşte Tayyip “Libya’ya girdik”, diyerek bu aşağılık emperyalist oyunda aldığı, insanlık düşmanı, Müslüman düşmanı rolüyle övünüyor.
Tayyip’in Suriye’ye Girmesi,
BOP Eşbaşkanlığının Kendisine Yüklediği Görevin Gereğidir
Kısaca Tayyip’in Suriye’ye girmesine de değinecek olursak:
Tayyip’in girebildiği tek bir yer vardır, o da Suriye topraklarıdır. ABD ile el ele vererek yürürlüğe koydukları “Eğit-Donat” projeleriyle dünyanın dört bucağından devşirdikleri Ortaçağcı güruhları, ÖSO, IŞİD vb. adlarla örgütlediler, hem de Türkiye topraklarında. Onlar Suriye’yi allak bullak ettikten ve ABD’den talep ettikleri rolü kapan PKK ve türevleri Suriye’nin Kuzey Doğusunda Amerika güdümünde ikinci bir İsrail görevi görecek olan bir devletcik kurduktan sonra; ABD’nin onayı ve Rusya’nın göz yummasıyla Suriye’nin kuzeyinde belli bölgeleri işgal etti, Tayyip.
İşte Tayyip, senin bütün becerin bundan ibarettir. Ve yarın Amerika; “çık Suriye’den”, dese tıpış tıpış çıkacaksın. Hatta Rusya ve Suriye, ciddi bir şekilde İdlib’deki gericilere yüklenirlerse; nereye gideceğini, nasıl kaçacağını bilemeyen bu gerici güruhun yaratacağı kaosta, işgal ettiğin bölgelerde tutunamayacak, kuyruğunu kıstırarak tıpış tıpış çıkacaksın Suriye’den.
Olan mazlum Suriye ve Türkiye Halklarına olacak.
Söz buraya gelmişken Amerika Suriye’ye niye saldırdı ve sen ey Tayyip, ABD Emperyalistlerinin en büyük yardımcısı, en büyük destekçisi olarak daha önceleri “Kardeşim Esad” dediğin Suriye liderine, “Katil Eset” diyerek niçin saldırdın?
Emperyalistlerin BOP haritasının gereği olarak artık sıra Suriye’ye gelmişti. Suriye de birçok yönden bir baş ağrısıydı emperyalistler için.
Şu andaki Başkan Beşşar Esad’ın babası Hafız Esad liderliğindeki Suriye, hem antiemperyalist bir hat izliyor hem de Arap Ulusunun birliğini savunuyordu. Hatta BAAS Partisi, Mısır lideri Cemal Abdülnasır ile birlikte bir zamanlar Mısır ve Suriye’den oluşan ve tüm Arap ülkelerinin birliğini amaçlayan Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) denemesini bile hayata geçirmişti. Tabiî emperyalistler binbir oyunla bu birliğin hayata geçmesini engellediler. Böylece gerçek bir birlik bilincinin oluşmasını önlediler.
Kısacası emperyalistler için Esad rejimi, potansiyel bir tehlike oluşturuyordu.
Diğer yandan İsrail’in en büyük hasmı-düşmanı, onu yenebilecek, ona zarar verebilecek olan tek ülke Suriye’ydi. 1967 ve 1973 İsrail-Arap savaşlarında Suriye yeterince hırpalanmıştı, İsrail tarafından. İsrail tarafından dediğimize bakmayın: Başta ABD gelmek üzere (tıpkı şimdi olduğu gibi) tüm Emperyalist dünyanın İsrail’e verdiği askeri, lojistik, siyasi, ekonomik, teknolojik destek sayesinde galip çıktı İsrail her iki savaştan. Çok stratejik öneme sahip olan ve Suriye toprağı olan Golan Tepeleri’ni bile İsrail o yıllarda işgal etti ve bütün çabalarına rağmen Suriye, Golan Tepelerini bir daha geri alamadı. Birleşmiş Milletler nezdinde Suriye’nin sınırları içinde olmasına rağmen Golan Tepeleri, o gün bugündür işgal altındadır. Golan Tepeleri askeri bakımdan stratejik olduğu kadar su kaynakları bakımından da stratejiktir. Çünkü su, Ortadoğu’da neredeyse Petrol kadar önemli bir kaynaktır. Hatta yerine göre petrolden bile önemli bir kaynaktır.
Tüm bu nedenlerden dolayı Suriye ile İsrail arasındaki çelişki, uzlaşmaz bir çelişkiydi ve o bakımdan da Filistin Davasına en büyük desteği veren, kendini bu desteği vermek zorunda hisseden ülke de Suriye idi. Bu yüzden sürekli bir şekilde İsrail ile (daha doğru bir söyleyişle Emperyalist Dünya ile) karşı karşıya gelen ülke de Suriye’ydi. İsrail’in, dolayısıyla emperyalist ülkelerin petrol güvenliği bakımından Suriye’nin mümkünse beş parçaya, olamıyorsa üç parçaya bölünmesi amaçlanıyordu. Bu amaçlarını da hiç saklamıyorlardı. BOP haritasıyla bunu netçe ortaya koymaktan çekinmiyorlardı. Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP’un) haritası ortadaydı emperyalistler bu amaçlarını gizlememişlerdi.
Bilindiği gibi bu harita gereğince Türkiye de üçe bölünmek isteniyor ve bu projenin eşbaşkanı da bildiğimiz gibi Tayyip Erdoğan’dır. Yani gene alengirli konuşmayı bir kenara bırakırsak, net-doğrudan söylersek, Türkiye’yi üçe bölmek isteyen güçlerin eşbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır.
Bu, insanı çıldırma noktasına getiren ne yaman bir çelişkidir?..
Yedi düvele yani tüm Emperyalist dünyaya karşı bağımsızlık mücadelesi vermiş olan Türkiye, emperyalistler tarafından üçe bölünmek isteniyor ve bunun gerçekleşmesi için görev alan eşbaşkan, Mustafa Kemal’in söylemiyle, Türkiyeli bir “dahili bedhah” (içeriden Türkiye’nin kötülüğünü isteyen biri) oluyor.
Ne demişti Mustafa Kemal Nutuk’ta tâ 1927 Yılında?
“İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır.”
İşte şu anda onu yaşıyoruz. Emperyalistler zaten Türkiye’nin, Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanlarıdırlar, harici bedhahlarıdırlar (dışsal kötülük isteyenleridirler). Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Sevr Anlaşması’na imza atarak Türkiye’nin paramparça edilmesine neden olan bedhahlar, Padişah Vahidüddin ve Osmanlı Hanedanının, Sarayının etrafındaki avanesiydi. Şimdi de Kaçak ve de Haram Saray’da oturan Tayyip ve avanesi aynı ihaneti yapmakla kendilerini görevli sayıyorlar. Çünkü “Milli Görüş” martavalı altında ABD tarafından örgütlenmiş, devşirilmiş ve Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Türkiye uzantısından başka bir şey olmayan Tayyip, ABD’nin, İngiltere’nin ve tabiî İsrail’in kayığına binerek Sünni Müslüman ümmetinin halifesi olmak sevdasınaydı.
Ne umuyordu Tayyip?
Kendisini iktidara taşıyan ABD, İngiltere ve İsrail sayesinde Suriye’ye girecek ve cuma namazını Şam’daki Emevi Camii’nde kılacaktı. (Hz. Ali Camii’nde kılacak değil ya… Emevilik-Muaviyelik yakışır kendisine…).
E, ne olacaktı Şam’da namaz kılmakla?
Gördüğü Sünni İslam âleminin lideri olma, halifesi olma rüyası gerçek olacaktı. Bu rüyayı da durup dururken görmüyordu Tayyip. Emperyalistler bu rüyayı görmesi için onu teşvik edip duruyorlardı. Hani “deveyi yardan uçuran bir tutam ottur” hesabı…
Ama kazın ayağı öyle olmadı. Ne ABD, ne de Tayyip, Suriye’de istedikleri sonucu alamadılar.
Evet Suriye rejimini, Beşşar Esad rejimini deviremediler ama şu an itibariyle Suriye’yi üçe bölmeyi başardılar.
Bu arada BOP’un Türkiye ayağını hayata geçirmek için almaları gereken yolu kısaltmanın da imkânını buldular. BOP gereğince Türkiye’yi üçe bölme amaçlarına ulaşmak için Türkiye’yi dinci istilacılarla doldurdular. Sayıları 13 ile 15 milyonu bulan ve büyük çoğunluğunu da Suriye’den gelen gericilerin, dincilerin, Ortaçağcıların oluşturduğu işgalcilerle, demografik yapısını bozarak, kolayca kaosa düşebilecek bir Türkiye yaratmak istiyorlar. ABD’nin gerici girişimlerine gönüllü militanlık, cihatçılık yapabilecek bir nüfus oluşturdular. En azından bunu amaçlıyorlar ve bu amaçlarını belli bir oranda gerçekleştirdiler. Bildiğimiz gibi çok yakın zamanda bir de Irak’a vize serbestisi getirdiler. 15 yaş altı ile 50 yaş üstü insanlar vize gerekmeksizin Türkiye’ye istedikleri zaman gelebilecekler, istedikleri kadar kalabilecekler ve bunun sonucu olarak belli bir zamandan sonra Türkiye vatandaşı olabilecekler. Türkiye’nin demografik yapısı, bir de bu yolla bozulacak. Yani Türkiye’de yaşayan iki halkı, Kürt ve Türk Halkını, kırk yılı bulan bir sürede PKK ile el ele vererek bir türlü yeterince bölüp parçalayamadılar. Bu iki kardeş halkı birbirine düşman kılamadılar. Araya bir de böyle istilacılar, cihatçılar sokularak halklar birbirine düşürülmek; etnik, dini ve mezhepsel farklılıklar körüklenerek halklar birbirine kırdırılmak, bu yoldan Türkiye üçe bölünmek istenmektedir. Tabiî emperyalistlerin bu arzusu sadece Türkiye ile sınırlı da değildir. Bilindiği gibi BOP haritası Fas’tan başlayarak Pakistan’a, Afganistan’a kadar uzanmakta ve 22 ülkeyi kapsamaktadır.
Ve sen ey Tayyip, ABD Emperyalizmine böylesine uşaklık ederken, İsrail’in güvenliğini sağlamak için her şeyi yapma sözü vermişken ve BOP Eşbaşkanı olarak bu görevi yaparken höykürüyor ve İsrail’e gireceğinden söz ediyorsun ve buna inanmamızı istiyorsun öyle mi?..
Sahi sen aynalara nasıl bakabiliyorsun?..
Tayyip sen, bir ABD, İngiliz, İsrail projesi olan sen, BOP’un Eşbaşkanı olan sen, ABD bayrağının görünmeyen 51’inci yıldızı olan (yani ABD demek olan) İsrail’e gireceksin öyle mi?..
Vurma!.. Lȇxa!..
ABD’ye hizmet için böylesine hem kendi ülkesine ve halkına hem de tüm Ortadoğu Halklarına ihanet eden bir kişi, ABD demek olan İsrail’e girmekten(!) söz ediyor.
Ama biz gerçeklere bakalım:
İşte Türkiye kamuoyunun gözünden kaçırılmak istenen Tayyip Erdoğan ve İsrail gerçeği…
Can Ataklı Korkusuz Gazetesi’ndeki köşesinde, başlığının adını da “İroni” koyarak yazdı:
“İRONİ
“Erdoğan’a bu kazığı kim attı?
“Hayret ki ne hayret.
“Amerikalılar olmasa Erdoğan’a İsrail’le mücadele konusunda ağır bir kazık atıldığını öğrenemeyecektik.
“Amerikalı haber ajansları Erdoğan’ın ‘İşte ilk yerli ve milli uçak gemimiz’ diye tanıttığı TCG Anadolu gemisinin İsrail’i korumak için düzenlenen deniz tatbikatına katıldığını açıklamasa kimsenin haberi bile olmayacaktı.
“Muhtemelen Erdoğan da Deniz Kuvvetleri’nin İsrail’i korumak için tatbikat yaptığını medyadan öğrenmiştir.
“Zaten başka türlüsü düşünülemez bile.
“İsrail’e ‘Kızdırma beni, nasıl Libya’ya, Karabağ’a girdiysem öyle yaparım’ diyen Erdoğan’ın İsrail’i korumak için düzenlenen bir tatbikata çok övündüğü uçak gemisi ile katılması mümkün mü?
“O halde uçak gemimizin tatbikata katılmasına kim karar verdi, bu neden Erdoğan’dan saklandı?..
“Milli savunma bakanının haberi olabilir mi?..
“O da çok zor.
“Çünkü Erdoğan’dan habersiz kayık bile kaldıramaz o bakan.
“Bu durumda uçak gemimizi tatbikata gönderen deniz kuvvetleri komutanıdır ya da uzak ihtimal de olsa TCG Anadolu’nun komutanı bu kararı kendi başına vermiştir.
“Soruşturmalar açılsın, bu büyük rezalete kimin izin verdiği ortaya çıksın herhalde Erdoğan’ın öfkesi çok şiddetli olacaktır.” (Can Ataklı, Korkusuz Gazetesi, 26 Ağustos 2024)
Son yıllarda özellikle geçlerin kullandığı meşhur bir söylem var: “Şaşırdık mı?..”
Hayır, şaşırmadık. Biz Tayyip’in ve onu doktrine edip bu günlere getiren Tefeci-Bezirgân Sermayenin ruhunu biliyoruz. O yüzden onların bu tarz ikili oynamaları cibilliyetleri iktizasıdır (karakterlerinin-doğalarının gereğidir), sınıf yapılarının gereğidir. Onlar, “rıba (faiz) haram” derler ama binbir hile-i şeriye ile (örneğin “kâr ortaklığı”, “katılım ortaklığı”, kârdan pay alma” gibi zamane metotlarla; paraya ihtiyacı olan kişiye, bir malı önce pahalıya satıp sonra, o mal daha dükkândan çıkmadan, ucuza almak gibi kadim metotlarla) faizin kallavisini götürürler.
Onlar, Hz. Muhammed’in en sevdiği insan olan torunu Hz. Hüseyin’i ve tüm soyunu, yakınlarıyla birlikte Kerbela’da katledip sonra; “Halifeye biat etmedi, ülülemre karşı çıktı”, diyerek ellerini yıkayan Yezid’in takipçileridir.
Yani şaşılacak bir şey yoktur.
Bu Tayyipgiller’in Gazze konusundaki tutumları bana çocukluğumun bir anısını çağrıştırdı.
Ben 6 yaşımdayken babamın Konya’nın Sedirler semtinde yaptırdığı kerpiç evimize taşındık. Mahallemize “Tarla Mahallesi” denirdi. Çünkü babamla amcam, kendileri gibi Doğu Anadolu’dan gelen ve hepsi de Kürt olan arkadaşlarıyla birlikte bir tarlayı satın alıp aralarında parselleyerek evlerini yaptırmışlar; mahallemiz bu şekilde oluşmuş. “Tarla Mahallesi” adı oradan gelmekteydi.
Bizim evin karşı sağ çaprazındaki komşumuzun, Azo Dede dediğimiz, ak sakallı, şişe dibi gözlüklü, bastonlu, sevimli mi sevimli yaşlı babası vardı. Büyüklerle büyük, çocuklarla çocuk olmayı becerebilen bilge bir yanı vardı Azo Dede’nin. Biz çocuklara “askerlerim” diye hitap ederdi. Biz Kürt çocuklarının Türk komşu çocuklarıyla kavgasında Azo Dede, fiili değil ama sözlü olarak müdahalede bulunurdu. “Vurma!.. Lȇxa!..”, derdi. Yani Türkçe “vurma” derken, Kürtçe “vur” derdi. Böylece Türk komşularımızın eleştirisinden, şikâyetinden korumuş olurdu kendini.
Tayyipgiller de aynı tutumdalar. Türkiye hatta dünya kamuoyu önünde İsrail’e “vurma” derken, kapalı kapılar ardında “vur”, sadece ABD ve AB Emperyalistleri değil, ben de arkandayım, diyor.
Tekrar soralım: Gerçekten sizler aynalara nasıl bakabiliyorsunuz?..
2023 Genel Seçimleri öncesi İstanbul’a getirterek Sarayburnu rıhtımına demirlettikleri İspanya’da yapılmış basit bir çıkarma gemisini, yerli ve milli uçak gemisi diyerek, gezdirdiler ve cahil halkımıza yutturdular. Adını da yerli ve milli sanısını güçlendirsin diye “TCG Anadolu” koydular.
İşte bu gemimiz İsrail’i korumak için Doğu Akdeniz’e gelmiş ABD uçak gemisiyle Doğu Akdeniz’de tatbikat yapıyor. Yani İsrail’i korumak için ABD ile birlikte buradayız, diyorlar. Ama bu söylem de bir aldatmacadır. “Korumak için” dediklerine bakmayın; İsrail’in Gazze Halkına uyguladığı soykırımı desteklemek için bir çıkarma yapmak gerekirse biz hizmete hazırız, diyorlar aslında. Daha doğrusu bu göreve hazır olmak, varsa bir eksik gedik gidermek üzere ABD’yle ortak tatbikat yapıyoruz. Sen müsterih ol İsrail diyorlar, demiş oluyorlar.
Aynı konuda bir haber daha:
“ABD ve Türkiye’nin ortak deniz tatbikatına dair ayrıntılar U.S. Naval Institute tarafından duyurulurken, Milli Savunma Bakanlığı’ndan konuyla ilgili herhangi bir açıklama yapılmadı.
“Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) USS Wasp (LHD-1) isimli amfibi hücum gemisi ile Türkiye’nin ilk amfibi savaş gemisi TCG Anadolu’nun (L400) 13-17 Ağustos tarihleri arasında Akdeniz’de ortak eğitim tatbikatı gerçekleştirdiği ortaya çıktı.
“U.S. Naval Institute tarafından 19 Ağustos tarihinde paylaşılan bilgide, tatbikata USS Oak Hill (LSD-51) ve TCG Gökova (F496) gemilerinin de katıldığı bildirildi.
Bu fotoğraf US Naval İnstitu’nun USNI NEWS sayfasından alınmıştır. Resmin İngilizce alt yazısı şöyledir:
Amphibious assault ship USS Wasp (LHD-1), front, and the transport dock landing ship USS Oak Hill (LSD-51), center, of the Wasp Amphibious Ready Group (WSP ARG)-24th Marine Expeditionary Unit (MEU) Special Operations Capable (SOC), operate together with the Turkish Navy amphibious assault ship TCG Anadolu (L400) and the Turkish frigate TCG Gokova (F496) in the Mediterranean Sea, Aug. 14, 2024. US Navy Photo
(https://news.usni.org/2024/08/19/usni-news-fleet-and-marine-tracker-aug-19-2024)
Türkçesi ise:
Wasp Amfibi Hazırlık Grubu (WSP ARG)-Özel Harekât Yetenekli (SOC) 24. Deniz Piyade Seferi Birimi (MEU) bünyesindeki USS Wasp Amfibi Hücum Gemisi (önde) ve rıhtım çıkarma gemisi USS Oak Hill (LSD-51) (ortada), Türk Donanmasına ait amfibi hücum gemisi TCG Anadolu (L400) ve Türk fırkateyni TCG Gökova ile birlikte faaliyet yürütüyor. 14 Ağustos 2024, ABD Donanma Fotosu
“Tatbikat ile ilgili Milli Savunma Bakanlığı (MSB) veya hükümet tarafından herhangi bir bilgi paylaşılmadı.
“Wasp Amfibi Hazır Grubu 1 Haziran’dan itibaren Doğu Akdeniz’de bulunuyor. USS New York (LPD-21) ve USS Oak Hill (LSD-51) gemileri de eşlik ediyor.
“USS Wasp, İran ya da Hizbullah’ın İsrail’e olası saldırılarına karşı Amerikan yönetiminin bölgeye gönderdiği iki Amerikan amfibik hücum gemisinden biri.” (https://tr.euronews.com/2024/08/26/turk-ve-abd-donanmalarinin-dogu-akdenizde-tatbikat-yaptigi-ortaya-cikti)
Bu, hem Gazze Halkına hem de Türkiye Halklarına açıkça ihanettir.
Bakın aynı haberin devamında bunun nasıl bir felaket olduğunu bizzat AKP sözcüsü tatbikattan önce nasıl dile getirmiş?
“Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Sözcüsü Ömer Çelik, “Şimdi bir de oraya, Gazze’nin açıklarına, İsrail’in açıklarına uçak gemisi, savaş gemisi göndermenin verdiği mesaj, buradaki şiddet-karşı şiddet kısır döngüsünü sona erdirmeye dair bir mesaj vermiyor. Oraya başka devletlerin gönderdiği her savaş gemisi, her uçak gemisi şiddet sürsün, şiddet bölgeye daha çok yayılsın diyenlerin işine yarayacak bir vesile sunmuş olacak,” dedi.” (agy.)
Yani adamlar kazara bu hataları yapmıyorlar. Bile isteye insanlık suçuna ortak oluyorlar. AKP’nin kuruluşunda İsrail’in güvenliğini sağlayacaklarına dair verdikleri sözü harfiyen yerine getiriyorlar. Tıpkı Irak’ın İşgali, Libya’nın tarumar edilişi, Suriye’nin kan revan içinde bırakılmasında olduğu gibi.
Biz boşuna AKP iktidarı için “Yüzyılın Felaketi” demiyoruz. AKP İktidarı, bir başka deyişle Tayyipgiller, hem Türkiye Halkları hem de Ortadoğu Halkları için “Yüzyılın Felaketi”dir. En acil görev de bu felaketi, devşiricisi, yapıcısı ABD ve diğer emperyalist ülkelerle birlikte bir daha gelmemek üzere Halklarımızın başından defetmektir.
Yine tekrarlayalım: Çözüm Demokratik Halk İktidarındadır.