Efendileri emretmiş, Bu da NATO Ordusu’nu Karadeniz’e çıkarabilmek için kanal açacakmış
Hiç gak guk etme, Kaçak Saraylı Hafız…
Hiç kuru gürültü yaparak, sağa sola bağırıp çağırarak meseleyi saptırmaya ve büyük ihanetlerinden birini maskelemeye çalışma.
Her şey ayan beyan meydanda artık. Rahmetli yurtsever aydınımız Aytunç Altındal’ın ve Mustafa Kemal gelenekli komutanların, hepsi de yaşanmış olaylara dayanan şu açıklamalarına bir bakın:
“Türk basınında ne hikmetse yer verilmeyen fakat muhtemelen yarın veya en geç öbür gün Condoleezza Rice’ın açıklayacağı başka bir olay var. Bu geliş gidişler için de bundan hiç söz edilmiyor. Nedir o? Amerikan Deniz Kuvvetleri Donanması’nın Karadeniz’e çıkma isteği var. Ve bu bizim Montrö anlaşmamızın 11 ve 12. Maddeleri ihlal edildiği takdirde çıkabilir. Demek ki, Montrö gündemde…” derken, “Ve diyor ki Amerika, Benim Akdeniz’deki donanmamı ben Karadeniz’e çıkaracağım, bana izin vereceksin diyor Türkiye’ye. Condoleezza Rice, bunu hükümete bildirmiştir. İlk kez biz bu programda söylemiş olalım.” (https://odatv.com/kanal-istanbulun-altindan-abd-projesi-cikti-24121901.html)
A. Altındal, bundan tam 13 sene önce (2006 yılında) yapmıştır bu açıklamaları.
Demek ki ABD Emperyalist Haydudu, artık kendi devşirip iktidara taşıdığı, yani kendi kucağında oynayan bir iktidarı bulunca Türkiye’de, bu alçakça emellerini uygulamak için davranışa geçmiş.
Şimdi de Türk Ordusu’nun emekli komutanları Atilla Kıyat ve Türker Ertürk’ün aşağıdaki açıklamalarını görelim.
“TRAKYA’YI SAVUNMAK: Kanal İstanbul, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan, hatta evden olma projesidir. Montrö Sözleşmesi’ni bilenler, ne demek istediğimi anlar. Ekolojik sonuçlarını değerlendirmeyi bilim insanlarına bırakıyorum. Bir gün Trakya’yı savunma durumunda kalırsak ne olur, bu değerlendirmeyi de karacı arkadaşlarıma bırakıyorum.
“2009’DAKİ ZİYARET: ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, daha önce ülkemizde ABD Büyükelçisi idi. Kayseri’de benim genel müdürü olduğum şirketin tekstil fabrikasını ziyaret etmek istedi. ‘Buyurun’ dedik, geldi. ‘Siz Kuzey Deniz Saha Komutanı idiniz, Karadeniz ve Boğazlar’dan sorumluydunuz, Türk ve ABD Donanmaları, Karadeniz’de çok iyi şeyler yapabilir’ dedi. ‘Tabii ki ama, Montrö Sözleşmesi prensipleri dahilinde’ dedim. ‘Türkiye ve ABD istedikten sonra kimse bir şey yapamaz’ dedi. ‘Hayır büyükelçi, bu sözleşme Türkiye için hayati öneme haizdir ve hiçbir nedenle dışına çıkmayız’ dedim. Sustu, niyeti Karadeniz’e çıkaracakları gemilerden atılacak füzelerle, Ortadoğu’daki hedefleri, hiçbir tehdide maruz kalmadan vurmaktı. Ankara’ya giderek, görüşmeyi Deniz Kuvvetleri Komutanı’na aktardım. ‘İlgililere aktarabilir miyim’ dedi. ‘Tabii’ dedim ve MGK’da paylaştığını öğrendim.
“GÜNDEME GELMEMELİ: Montrö ile Boğazlar’dan geçiş özgürlük hakkına sahip olmasına rağmen geçiş kuralları Türkiye’nin koyduğu kurallara bağlıdır. Kuvvetler dengesini koruyan anlaşmadır. Kanal yapıp geçişlerin oradan yapılmasını zorlarsanız Montrö masaya yatırılacaktır. Montrö’yü gündeme getirecek her şeyden uzak olmalıyız. Bu Türkiye’nin izlediği politika.” (https://www.sozcu.com.tr/2019/gundem/abd-buyukelcisi-2009da-montroyu-delmeyi-onerdi-5511541/)
***
“Hiç unutmuyorum, Ankara’dan bir haber geldi, “Bir İngiliz amiral gelecek, Karadeniz Uyumu Harekâtı kapsamında neler yapıldığını görmek için diye. Bizzat Deniz Kuvvetleri Komutanı Yener Karahanoğlu aradı “Türker sen ilgilen ve neler yapıldığını anlat” dedi.
“- Neden geliyor?
“Neler yaptığımızı görmek için. Gezdirdik, durumları anlattık. Oturduk, orduevinde kahve içiyoruz. Orduevi öyle güzel bir yerde ki, tam limanın önünde. O sırada iki firkateynimiz ve bir denizaltımız rotasyonel olarak görevdeler ve karşımızda iskelede bağlılar. Hiç unutmuyorum, İngiliz amiral bana, “Ya çok güzel bir liman. Bu limanda keşke NATO gemileri de olsaydı” dedi. Ben de dedim ki, “E, şu anda NATO gemileri var… Türk gemileri NATO gemisi değil mi?” Kafalarında ne olduğunu anlatmak için söyledim. Türk gemisini NATO gemisi olarak bile görmüyor. O istiyor ki, oraya İngiliz, Amerikan gemileri gelsin. Biz Soğuk Savaş döneminde bile büyük güçler için çatışma haline getirtmedik Karadeniz’i, bugün de bu çok önemli. Bunu NATO’da olmamıza rağmen Montrö’yle ve dengeli dış politikayla başardık. İktidar şu anda ne yaptığını bilmiyor.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/soylesi/1711563/bolum/23/video.html)
Açıkça görüldüğü gibi; Mustafa Kemalci komutanlar, ABD ve İngiliz Emperyalist Haydutlarının Karadeniz’e de çıkıp orada da serbestçe dolaşmak için can attıklarını, yanıp tutuştuklarını açık ve kesin biçimde ortaya koymaktadır.
Çakallar, oraya çıkıp Gürcistan, Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan kıyılarında deniz üsleri kurup oralara kalıcı biçimde yerleşme niyetindedirler. Eğer bu çakallıklarında başarılı olabilirlerse, hem Türkiye’yi dört bir tarafından kuşatmış olacaklar, hem de en büyük rakiplerinden biri olarak gördükleri Rusya’nın da burnunun dibinde savaş gemilerini dolaştırabileceklerdir.
Bu emperyalist haydutlar, dünyanın her bir noktasını avuçlarının içine alıp oralara gönüllerince hükmetmek ve gönüllerince yağmalamak istemektedirler. Sahip oldukları emperyalist yapı, onları böyle davranmaya mecbur tutmaktadır.
Bu emperyalist devlet yapısı, ki emperyalist tekellerin yürütme komitesi işlevini görmektedir, bu emperyalist haydutları insanlıktan çıkarmaktadır, insan soyunun baş düşmanları haline getirmektedir.
Vahşi doğadaki hiçbir yırtıcı hayvan bunlar kadar acımasız; insan, hayvan ve doğa düşmanı olamaz.
Bunlar sureta insandırlar. Yani insanlıkları görünüşten, kabuktan ibarettir. İçlerine, ruhlarına baktığınızda insandan, insani değerlerden zerre bulamazsınız.
Yeniçağ yazarı Ahmet Gürsoy, Aytunç Altındal’ın, yazımızın başında aktardığımız sözlerini köşesinde alıntıladıktan sonra, altına aynen şu yorumu yapmaktadır:
***
Sürüp gelen gelişmeler işin içinde ABD olduğunu doğruluyor.
Hatırlayalım:
6 Şubat 2003 tarihinde AKP Hükümetinin TBMM’ye sunduğu “Türkiye’deki askeri üs ve tesisler ile limanlarda gerekli yenileştirme, geliştirme, inşaat ve tevsi çalışmaları ile altyapı faaliyetlerinde bulunmak amacıyla ABD’ye mensup teknik ve askeri personelin 3 ay süreyle Türkiye’de bulunmasına (…) Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca izin verilmesi” diye bir tezkere hazırlığı vardı.
Yine hatırlayalım. Bu savaş tezkeresi, “62.000 yabancı askeri personelin 6 ay süreyle Türkiye’de kalmasını istiyordu.”
Başka?
Ayrıca, yabancı askerlerin önemli stratejik merkezlerde konuşlanmasına izin vermesini istiyordu. Özellikle Akdeniz ve Karadeniz limanları büyük önem arz ediyordu.
İstenen liman listesi içinde özellikle Trabzon limanı çok çok mühimdi. ABD, Orta Doğu’da kendine alan açıyordu ama, Karadeniz’den liman istiyordu.
Neden?
Çünkü ABD, Karadeniz’de varlık göstermek istiyordu. Asıl amacı 6 aylığına izin alıp, sonra bu izni sürekli hale getirmekti.
Sözü nereye getireceğim?
Şuraya: ABD Montrö’yü sevmiyordu. Montrö Karadeniz’de varlık göstermesinin önünü kesmekteydi. Bu sebeple ya Montrö’yü delecek bir formül bulacaktı ya da Kanal İstanbul Boğazları benzeri sadece Türkiye’deki iktidarların geçiş iznine tabi olacak, bir başka suyolu açılmasını önerecekti. İşte ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Türkiye’yi bu sebeple ziyaret etmiş ve Aytunç Altındal’ın o günlerde açıkladığı şeyi istemişti.
Hatırlanacağı gibi, o tarihte TBMM 1 Mart 2003 günü tarihin akışını değiştirecek bir karara imza attı. Tezkereyi onaylamadı. O günden sonra Amerika’nın nevri döndü. Türkiye’den istediklerini alamamanın öfkesi büyüktü. Yerli işbirlikçilerini devreye sokarak Türkiye’de birçok operasyona imza attı. En son operasyonu 15 Temmuz sürecine giden yolu hazırlamaktı.
Balyoz, Ergenekon davaları, adalet sisteminin bozulması vb. operasyonlarla Türkiye’yi dönüştürme yoluna girdi.
Kısaca “pembe devrimler”, küçük dönüşümler yaşadık.
Mart Tezkeresinin hazırlandığı süreçte işbaşında gene AKP iktidarı vardı. Amerikan talepleri karşısında ne yaptı? “Hemen iki gün sonra 8 Şubat’ta ABD ile bir “mutabakat muhtırası” imzalayan AKP hükümeti, ABD muharip birliklerinin taleplerine uygun olarak “üs ve limanların modernizasyonu”na girişmişti. 1 Mart tezkeresinin geçeceği konusu o kadar garanti görülmekteydi ki, ABD birlikleri ve askeri teçhizatı İskenderun limanına indirilmeye başlanmış (bir bölümü zırhlı ve paletli 522 araç indirilmişti), ABD bölgede askeri depo ve tesisler oluşturmaya başlamıştı. Kızılay, 9 Şubat’ta, Silopi’deki deposuna olası sığınmacılar için 100 bin çadır göndermişti.”
Ama tıpkı Amerika gibi iktidar da şaşkındı. 1 Mart’ta meclis vatanı gerektiği gibi savunmuş ABD’ye izin vermemişti. Şimdi birileri çıkmış diyor ki: “Kanal İstanbul projesinden rahatsızlık duyanlar gayrı millîdir.”
Gayrı millileri tarih yazacak. Şüpheniz olmasın. (https://www.yenicaggazetesi.com.tr/abdnin-karadeniz-hedefi-54369yy.htm)
***
Kim savunuyor bugün bu ihanet projesini?
Zamanın Ankara ABD Büyükelçisi Morton Abromowitz devşirmesi, Kaçak Saraylı Hafız ve onun baştan ayağa ABD yapımı AKP’giller’i…
Bir de kim savunuyor?
Bir de Kaçak Saray’ın Arka Bahçeli’si…
Kaçak Saraylı Hafız ilk adımından itibaren ABD devşirmesi ve ABD yapımı olduğu için, efendileri ne derse anında onu söyler, onu savunur.
Fakat hatırlanacağı gibi Arka Bahçeli’yle Kaçak Saraylı’nın arası bir zamanlar açıktı. Birbirlerine küfür ve hakaretlerin en kallavisi olan kelimelerle, ibarelerle saldırıyorlardı. O günlerde bu çökkün Arka Bahçeli, söz konusu ihanet projesi için yani “Kanal İstanbul” adını taktıkları bu proje için aynen şöyle demişti:
“2011 yılında Kanal İstanbul’un adı henüz konmadan, bir “Çılgın proje”den söz edildiğinde, Bahçeli şu tepkiyi vermişti:
“Bir çılgın projeden bahsediliyor. Akıllı proje dururken, çılgınlaşmanın ne anlamı var. ‘Çılgın proje’ dediğinin rahmetli DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in bir projesi olduğu anlaşıldı. Demek ki çılgın proje değil, ama çalınan proje olduğu kesin. Böyle bir projeyle bir günde televizyonlardan sabahtan akşama kadar propaganda ile çılgınlaştırdığınız Türkiye’yi daha da derin çılgınlaştırmanın manası var mı? İşsizlik, yoksulluk, anarşi çıldırtıyor. Böyle durumda, ‘Ne olacak bu Türkiye’nin hali?’ diye düşünmek lazım. Proje istismar meselesi. Kalkıp bir de bunu 22 milyar dolara 10 yıl içinde yapacakmışsınız. Peki 10 yıl bu yoksul vatandaş ne yapacak? Bu parayla çok daha hayırlı işler yapılabilir.”
“Birkaç ay sonra projenin adı konduğunda da Bahçeli, şöyle konuşmuştu:
“Güya yeni bir kanal açıyorlar, adına da ‘İstanbul Kanalı ve bu bir çılgın proje’ diyorlar. Bu, soygun düzenini çılgınca sürdürecek bir projedir. Daha akılcı bir yol bulabilirsin. İstihdam yaratan, iş yeri sahiplerine, KOBİ’lere atölyelere, fabrika sahiplerine yeni yeni istihdam oluşturabilecek imkanları verebilir ve bir işsize, bir aç insanımıza bir ekmek kapısı bulabilirsin. Bunlara kafa yoracağın yerde, akılcı politikalar üreteceğin yerde, çıldırmış bir toplumu çılgınca projelerle niye kandırıyorsun Sayın Başbakan?” (https://odatv.com/bahceliden-kanal-istanbul-cikisi-24121914.html)
İşte görüldüğü gibi Kaçak Saray’ın Arka Bahçeli amigosu da bir zamanlar bu ihanete karşı çıkıyordu.
Şimdi ne diyor?
O zamanki görüşünün 180 derece tersini:
“Bu projeden hiçbir haklı ve meşru bahanesi olmadan rahatsızlık duyanlar şuursuz ve gayri millidir. (…) Kanal İstanbul Projesi’nin ABD donanmasının Karadeniz’e çıkışının ve yerleşmesinin önünü açmak için hazırlandığını söyleyenler sadece yalancı değil, aynı zamanda müfteridir. Mesele rant değil, milli anttır, böyle de olmalıdır.” (agy)
İşte bunlar böyle, arkadaşlar.
Fırıldak gibi dönerler. Dün kara dediklerine bugün ak derler, dün ak dediklerine bugün kara…
Bunlarda ilke tilke aramayacaksınız. Rüzgârgülü bunlar. ABD’li efendileri ne taraftan üfürürse o yönde dönerler.
Fakat şunu da belirtelim burada bu Arka Bahçeli vatandaş için:
Bu vatandaş tutsak. Kaset tutsağı, daha önce de belirttiğimiz gibi. Kasetle arkadan yakalanmış bir defa. Tayyip de kasetini ele geçirmiş bir şekilde. O nedenle Tayyip ne derse bu da dilli düdük gibi aynı makamda ötmeye mecbur…
Vay Türkiye’m…
Ne hallere düştün, kimlerin yönetimine girdin böyle…
Vahdettin’ler, Damat Ferid’ler bile bunların yanında bir tık daha kaliteli kalırlar. Aslında onların yapamadıklarını, eksik bıraktıklarını bunlar tamamlamaya çabalamaktadırlar. Dolayısıyla da geçmişteki benzerlerinden katbekat daha haindirler, daha millet ve halk düşmanıdırlar.
Fakat geçmişteki benzerleri gibi bunların da sonu gelecek. Hiç kuşkunuz olmasın. Hesap verecek bunlar da, ettikleri bunca ihanetin hesabını.
Halkız, Haklıyız, Yeneceğiz!
1 Ocak 2020
Nurullah Ankut
HKP Genel Başkanı