Emperyalizm var olduğu sürece savaşlar kaçınılmazdır
Niye kaçınılmazdır?
Çünkü insanlık henüz insanın insanı ezdiği, soyduğu, zulmettiği, işgücünü alıp sattığı, artıdeğer elde ettiği, üretim araçlarının özel mülkiyetinin hâkim olduğu Sınıflı Toplum konağında bulunuyor da ondan.
Peki ne zamana kadar?
Üretim araçlarının özel mülkiyetinin kamu mülkiyetine geçtiği, insanın insanı ezmediği, sömürmediği, soymadığı, zulmetmediği, insanlar arasında maddi ve toplumsal eşitsizliklerin olmadığı düzen olan Sosyalizme, Komünizme yani Sınıfsız Topluma ulaşıncaya kadar.
Kapitalist ekonomi bildiğimiz gibi başlangıçta rekabete dayanıyordu. Pazara en ucuz, en kaliteli malı en kısa sürede ulaştıran pazardan aslan payını alıyordu. Ve bu, diğer şirketlerin de pazardan silinmesi anlamına geliyordu. Pazarda en güçlünün borusu ötüyordu. Ancak rekabet, gelişen şartlar içerisinde yerini tekelciliğe bıraktı. Bir üretim dalında pazarın büyük çoğunluğuna hakim 20 şirket kalmışsa o üretim dalında tekelcilik başlıyordu ve rekabet de bitmiş oluyordu. 20 şirket kolayca aralarında anlaşarak fiyatı belirliyorlar, tüketiciler de bu şartlara uymak zorunda kalıyorlardı. Ancak rekabet tümden bitmiş olmuyordu bu halde de. Eskiden çok sayıda şirket arasında geçen savaş, şimdi büyük tekelci şirketler arasında oluyordu. Ve yıkıcılığı da aynı oranda artıyordu.
Yine bir ülkenin pazarını ele geçiren tekelci şirketler artık gözlerini başka ülkelerin pazarlarına dikiyorlar ve oralara mal satmak için harekete geçiyorlardı. Dolayısıyla bir ülke içinde başlayan rekabet artık ülkeler, kıtalar arasında olmaya başlıyor yani evrenselleşiyordu. Artık tüm ülkeler rekabet alanı haline gelmiş oluyordu. Dünya tek bir ülke haline geliyordu bir anlamda.
Başka ülke pazarlarını ele geçirmek ise öyle kolay olmuyordu. Çünkü hiçbir ülke kendi pazarını bir başka ülkenin kapitalist tekelinin egemenliğine bırakmak istemiyordu. Ve savaşlar başlıyordu kaçınılmaz olarak. Yerel savaşları bir yana bırakırsak, dünyamız pazar savaşları için yapılan iki büyük, evren çapında savaş gördü bildiğimiz gibi: I. ve II. Emperyalist Evren Savaşları. Ve bu savaşlarda hangi emperyalist ülkelerin ekonomisi daha güçlü, silah gücü daha fazla, teknolojik olarak hangi ülkeler daha gelişkinse o ülkeler savaşı kazandı. İkinci Emperyalist Evren Savaşı’ndan sonra en büyük kazancı da bu yönlerden en güçlü olan ABD, Emperyalist dünyanın jandarması unvanını alarak elde etti.
Bu paylaşım savaşlarının sonuçlarına baktığımız zaman şu gerçek karşımıza çıkıyor; bir avuç büyük Batılı devlet (ABD, AB ülkeleri, Japonya, Kanada), dünyanın yaklaşık yüzde 85’ini sömürü ve zulmü altında inletiyor. Bu büyük emperyalist devletler, bir yandan kendi aralarında pazar savaşları sürdürürken (şimdilik, eskiden yaptıkları gibi, kendi aralarında açıktan savaşlara girmiyorlar), diğer yandan sömürge ve yarısömürge ülkelerde egemenliklerini devam ettirmek için ya o ülkeleri işgal, ilhak ediyor ya da yarısömürge ülkeleri kendi çıkarları için birbirleriyle savaştırıyorlar. Bunun sonucu olarak dünyanın neredeyse üçte ikisinde savaşlar yaşanıyor. Kimi iç savaşlar biçiminde, kimisi ülkeler arası savaş biçiminde, kimi ülkelerde de işgalci kuvvetler var. Milliyetçilik ve etnik farklılıklar, dinsel-mezhepsel farklılaşmalar da savaşların nedenleri arasında tabiî ki. Ancak bunları kışkırtan, azıtan ve savaşlara dönüştüren de emperyalist büyük devletler oluyor.
Dolayısıyla Kapitalist ekonominin motor gücü bir anlamda savaş sanayidir. Konvansiyonel, kimyasal-bakteriyolojik ya da nükleer silahları üreten çokuluslu büyük şirketler, bu silahları üretmek için kullandıkları makine, yedek parça, teknoloji, program-yazılım üreten bilgi teknolojileri vb.ni kullanır. Bu üretim dallarıyla işbirliği içinde çalışır ve onlara iş verir. Silah teknolojisi bütün sanayi alanlarıyla bağlantılı, onlarla iç içe bir yapı arz etmektedir. Silah sanayine silah üreten şirketler aynı zamanda sivil amaçlar için de üretim yaparlar. Bayer gibi ilaç şirketleri bazen dolaylı bazen dolaysızca kimyasal-bakteriyolojik silahlar üretirler. Lockheed Martin, Boeing vb. gibi silah şirketler yolcu uçakları, helikopterler de üretirler. Yine uzay araç gereçleri üreten şirketler aynı zamanda uzayın askerileştirilmesi projelerinde yer alırlar. Dinleme uyduları, gözleme uyduları, lazer teknolojisi vb. gibi.
IŞİD ve silah şirketleri
Sınıflı Toplumlarda savaşların kaçınılmaz olduğunu ve savaşların silah üreticisi şirketlere devasa kârlar getirdiğini, silah şirketlerinin savaşları bu yüzden sevdiğini, kışkırttığını güncel bir örnekle somutlayalım:
“IŞİD, silah şirketlerini uçurdu
“Her askeri müdahalede tavan yapan silah şirketlerinin hisseleri IŞİD kriziyle yine sıçrama yaşadı. Şirketlerin piyasa değeri son bir ayda 420 milyon-2.61 milyar dolar arttı.
“IŞİD’e karşı Ortadoğu’da başlatılan askeri harekât dünyanın önde gelen silah ve savunma sanayi şirketlerinin hisselerine ralli yaptırdı. Bu hisselerin kazançları genel piyasa performansını aşarken, geçen cuma tarihi rekor seviyelere çıktı. Uzmanlar savunma bütçelerinin artacağı beklentisiyle kazançların devam edeceğini öngörüyor. Savunma hisseleri en son geçen yıl Mısır’da yaşanan siyasi gerilim sırasında sıçrama yaşamıştı. Dünyanın en büyük savunma şirketi ABD’li Lockheed Martin geçen cuma yüzde 2.33 yükselirken, son bir aylık kazancı yüzde 2.87’ye ulaştı. Şirketin piyasa değeri son bir ayda 2.4 milyar dolar artışla 57.6 milyar dolara çıktı. Cuma günü hisseleri en çok yükselen şirket, yine ABD’li L-3 Communications oldu. Şirketin hisseleri yüzde 4.57 ralli yaptı. Piyasa değeri son bir ayda 420 milyon dolar arttı.
“Piyasa değerini son bir ayda en fazla artıran şirket 2.61 milyar dolarla ABD’li Raytheon oldu. Cuma günü hisseleri yüzde 1.33 yükselen şirketin piyasa değeri 31.5 milyar dolara çıktı. ABD’li United Technologies’in hisseleri ise son bir ayda yüzde 3.53, cuma günü yüzde 0.72 arttı. Şirketin piyasa değeri bir ayda 2.5 milyar dolar yükseldi. General Dynamics’in hisseleri cuma yüzde 2.15, son bir ayda yüzde 2.99 arttı. Şirketin piyasa değeri bir ayda 1.49 milyar dolar artışla 42.7 milyar dolara çıktı. Northrop Grumman hisse değerini cuma yüzde 2.35 yükseltirken; piyasa değerini bir ayda 979 milyon dolar artışla 27.4 milyar dolara ulaştırdı. ABD’li Boeing de ağustostan bu yana 1.362 milyar dolar artışla 92.7 milyar dolarlık piyasa değerine ulaştı. İngiliz BAE Systems PLC’nin hisseleri cuma günü yüzde 1.40 yükselirken, Hollanda merkezli EADS yüzde 2.12, İtalyan Finmeccanica’nın hisse senetleri yüzde 1.7 yükseliş yaşadı.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/124635/ISiD__silah_sirketlerini_ucurdu.html)
Böylesine büyük ve sürekli kârların olduğu bir üretim dalı, savaşsız bir dünya ister mi?
Elbette istemez. O yüzden de savaşların çıkması-çıkartılması için her türlü girişimin, provokasyonun içinde olur. Ki bu olağanüstü kârları elde eden şirketler de başta ABD olmak üzere AB üyesi ülkelerin ve diğer birkaç ülkenin şirketlerinden oluşmaktadır.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü’nün (SIPRI) araştırmasına göre dünyadaki 200’e yakın ülkeden en çok silah satan ilk üçü, dünya pazar payı satış oranlarına göre ABD, Rusya ve Almanya’dır. Sonra İngiltere, Fransa vb. Batılı ülkelerle Çin ve Hindistan gibi ülkeler gelmektedir.
Sadece bu üç ülke, dünyadaki tüm askeri silahların neredeyse üçte ikisini üretiyor. SIPRI’nin raporuna göre dünyanın 2012 yılında en fazla silah üreten ve askeri hizmet sunan 100 şirketi 2012’de 395 milyar dolar tutarında silah sattı. Listeye göre, satışların dörtte üçünü Kuzey Amerika ve Avrupa oluşturuyor.
Çokuluslu silah şirketleri çok uyanıktır
Silah üreten şirketler öylesine uyanıktırlar ki, olmayan gemilerin torpidolarını satarlar adama. Örnek mi?
O kadar çok ki… Sadece bizim ülkemizden bir örnekle yetinelim:
Güngör Uras’ın, 29 Mayıs tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde yazdığına göre, ABD’den 179 milyon dolara yeni nesil denizaltılarda kullanılmak üzere 48 adet MK48 tipi torpido satın alıyoruz. Bu torpidolar Cerbe sınıfı 214 TN denizaltılarında kullanılmak üzere üretiliyor.
Torpidolar alındığına göre bunları kullanacak denizaltılar da var demektir doğal olarak değil mi?
Yok! Denizaltılar yok!
Nasıl yok?
Basbayağı yok. 2011 yılında Alman Thyssen Krupp Technologies’in alt firması olan Howaldtswerke-Deutsche Werft Ltd. (HDW) Kiel ile 6 adet Tip 214 sınıfı denizaltının ülkemizde 2013 yılı içinde üretim sürecinin başlaması için anlaşma imzalıyoruz ancak şirket gerekli malzemeleri göndermediği için üretime başlayamıyoruz. Projede sarkmaya neden olan gecikme sonucu denizaltıların teslim tarihi 2019-2024 olarak yeniden belirleniyor.
Yani şimdi torpidolar var, bunları kullanacak denizaltılar yok!
İşte böyle… Gördünüz mü kara mizah ya da trajediyi?..
Üretilmemiş denizaltıya torpido satmak işini emperyalistlerden başka kim başarabilir?..
Uzatmayalım…
Son 50 yılda AB-D Emperyalistlerinin dünyanın dört bir yanında (Afrika’dan Ortadoğu’ya, Asya’dan Avrupa’ya, Balkanlar’dan Kafkaslar’a, Kuzey Amerika’dan Latin Amerika’ya) çıkardığı savaşlar, işgaller, içsavaşlar sonucu 60 milyondan fazla insan öldü. Milyonlarcası yaralandı, sakat kaldı. Çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere yüz milyonlarca masum insan savaştan etkilendi. Ana-babalar çocuksuz, çocuklar yetim-öksüz, eşler dul kaldı.
Şu anda tüm dünyada 51 milyondan fazla mülteci var. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, toplam sayının 16.7 milyonunu mülteciler, 33.3 milyonunu kendi ülkelerinden göçe zorlananlar ve 1.2 milyonunu ise henüz iltica talebi karara bağlanmamış sığınmacılar oluşturuyor. Sadece Suriyeli 2,5 milyondan fazla mülteci var.
Peki mülteci sorunu neden ortaya çıkıyor?
Savaşlardan, işgallerden…
Bunlar (mülteciler) var ama bu savaşların silah şirketlerine ve o silah şirketlerinin bulunduğu ülkelere, devletlere getirdiği tatlı kârlar da var. Savaş demek (eskisiyle-yenisiyle) silah demek. Silah demek, üretim demek. O silahları üreten ülkelerin ekonomilerinin büyümesi, güçlenmesi demek. O ülkelerde belli oranda da olsa işsizliğin azalması demek. O ülkelere beyin göçünün artması demek.
Savaştan, çatışmadan sonra da o ülkelerin mahvolmuş şehirlerinin, köylerinin, ekonomilerinin, sanayisinin, tarımının yeniden işler hale getirilmesi için gerekli kaynakların (para, emek, teknoloji) harcanması demektir.
Bu para, teknoloji kimde var?
Yine AB-D Emperyalistlerinde.
Onlar bu kez de yardım adı altında o ülkelere bir kez daha girerler ve hem gerekli yatırımları yaparak yine ve yeniden kâr elde ederler hem de o ülkelerin ekonomisine ve politikasına hâkim olurlar. O ülkelerin gerçek sahipleri haline gelirler. Yani bir taşla çok kuş vurur bu aşağılık emperyalist silah şirketleri, o şirketlerin bağlı oldukları emperyalist devletler.
Geçtiğimiz günlerde Yıldız Holding’e bağlı Ülker bisküvilerinin patronu Murat Ülker bir röportajında şöyle diyordu:
“(…) Irak ve Suriye ticaretinde geçen yılın ilk yarısı ile 2014’ün ilk yarısına ait satış ve ihracat rakamlarında Ülker açısından büyük fark olmadığını belirten Ülker; “Irak ve Suriye’deki karışıklıklar sebebiyle bölgeyle olan ticaret aksadı. Hatta Irak’ta işler bir süre durdu. Ama şimdilerde yeniden açılmaya başladı.” dedi. Ülker, bölgedeki sıcak çatışma ortamı ve tehditler sebebiyle yaşadıkları yerlerden kaçan insanların sattıkları ürünleri daha fazla tükettiğine dikkat çekerek, “İnsanlar ne yazık ki böyle seyyal hale gelince bizim mallarımızı kullanmak zorunda kalıyorlar. Öğün geçiştirmek için buna mecbur oluyorlar.” ifadelerini kullandı. Ülker, bölgede ticaretin şeklinin, iş yaptıkları insanların, tüccarların, aracıların değişmekte olduğunu vurgulayarak, birçok finansal aracın kullanılamadığını, mal almak isteyenin parayı getirip malı öyle alabildiğini belirtti.” (www.zaman.com.tr, Ali Demirhisar)
Gördüğümüz gibi bir silah şirketi olmayan, gıda şirketi olan Ülker “sıcak çatışma ortamı” yani savaş bölgelerinde kârlarında bir eksilme olmadığını açıklıkla söylüyor. Ve bu ortamlarda, “para peşin kırmızı meşin” çalışıyoruz diyor M. Ülker. Yani hiçbir risk yok savaştan ötürü, risk almıyorlar şirketler. Peşin parayla satış yapıyorlar. Ve tabiî ki istedikleri fiyattan veriyorlar mallarını.
Emperyalistler silah satamadıkları zamanlarda, uçaklar, gemiler, otobüsler, otomobiller, iş makineleri, tarım makineleri, ilaçlarlar satarlar. Yiyecek, giyecek satarlar. Satarlar oğlu satarlar. Hep satacak ve alacak birilerini bulurlar. Kimi zaman silah kimi zaman başka şeyler.
Haa bu arada tabiî satılık insanlar da bulurlar bu aşağılık emperyalistler. O ülkelerin işbirlikçilerini bulurlar kendi ülkelerine ihanet eden, vatanlarını satan insanları…
Emperyalist düzende savaşlar kaçınılmazdır,
çünkü her savaş silah şirketleri için bir laboratuvardır
Ve o laboratuvarda insan, hayvan, doğa üzerinde yani canlı ve cansız her alanda, denekler üzerinde (sanki laboratuvarda yapılıyormuşçasına) deneyler yapmak demektir savaş. Ürettikleri silahların öldürme derecelerinin, kapasitelerinin, çaplarının, etkilerinin denenmesi, sınanması demektir. Ve öldürücülüğünün etkisinin arttığı oranda da satışlarının artması, kârlarının patlaması demektir.
Örneğin İsrail, Filistin Halkı üzerinde ABD silah şirketlerince üretilen ve deneme aşamasında olan “DIME (Yoğun Ağırlaştırılmış Metal Patlayıcı)” adlı yeni tip bir bomba kullanıyor.
“Söz konusu bomba yere 2 metre yükseklikte patlayınca vücut ikiye ayrılıyor, 8 metrede ise bacaklar kopuyor ve binlerce iğne deliği açılmış gibi yanıklar oluşuyor. DIME adlı bomba, 10 metreye kadar saçılarak muazzam bir patlama etkisi yapan volfram, kobalt, nikel veya demir alaşımından oluşan küçük karbon taneciklerinden meydana geliyor. Yaralıların vücudunda hiçbir şarapnel izine rastlanmıyor, fakat anlaşılamaz iç kanamalar oluşuyor. Bombanın bir maddesi damarları yakıyor ve ölüme sebep oluyor.” (www.timeturk.com/tr/2014.07.13)
Örneğin 19 Kasım 2007 tarihli bir habere göre, ABD tarafından 2001 yılında tasarlanmaya başlanan ve 2010 yılında seri üretime başlanması planlanan (dolayısıyla 2014 itibariyle silah şirketlerinin ve devletlerin envanterine girmiş olması gereken) “ADS (Active Denial System)” adlı “Isı Silahı” bunlardan bir tanesi. Ve ABD, bu yeni silahını Irak’ta deneyecekmiş aynı gazete haberine göre. Denemiştir de… Bu son teknoloji harikası(!) silah vücuttaki suyu, derinlerine işleyerek buharlaştırma gücüne sahipmiş. (www.gazetevatan.com)
ABD Emperyalistlerinin Vietnam’da, Kore’de ve diğer ülkelerde, yine Almanya, İngiltere gibi diğer batılı ülkelerin ve Rusya’nın farklı bölgelerde denedikleri silahları da biliyoruz tabiî… Ustamız Hikmet Kıvılcımlı bu gerçekleri bundan on yıllarca önce somut kanıtlarıyla birlikte ortaya koymuştu “Emperyalizmin deney hayvanları” diyerek.
Daha eskilere, Avrupalıların Amerika kıtasında denedikleri silahlara (virüs bulaştırılmış battaniyeler vb.), I. ve II. Emperyalist Savaşlarda denedikleri silahlara, bölgesel savaşlarda denedikleri silahlara hiç girmeyelim…
Sözün özü
Silah şirketleri sadece kendileri kâr elde etmekle kalmazlar, tüm üretim dallarındaki çokuluslu şirketlerin de kâr elde etmesine zemin hazırlarlar, neden olurlar. Kâr edecekleri alanları, ortamları yaratırlar.
Eşitsizlikler artar sınıflar arasında. Bu eşitsizlikler, bu vurgunlar, bu kârlar ilânihaye devam etmez ama. İnsanlar uyanırlar ve bir kez daha savaşa girişirler. Ama bu savaş başka savaş olur: Haklı Savaş olur bu savaşın adı. Halklar, uluslar, insanlar eşitsizliklere son vermek, vurgunlara, adaletsizliklere son vermek için son bir savaşa girişirler ve yenerler o zalimleri. Yenerler o vurguncuları. Ve savaşlar son bulur o zaman bu yaşanası güzel dünyamızda.
Nasıl her gecenin bir sabahı, her karanlığın bir aydınlığı varsa haksız savaşlara karşılık haklı savaşlar da vardır ve o meşrudur…
Ve o savaşın sonunda insanın insanı ezmediği, soymadığı, zulmetmediği, insanların eşit kankardeşleri halinde yaşadığı bir toplum biçimi doğar. Ve orada insanlar “lüküs hayat” değil, insana yakışan bir hayat sürerler ömürleri boyunca. Ve gelecek kaygısı yaşamazlar. Savaşlardan, katliamlardan ötürü ana babalar çocuksuz, çocuklar babasız, eşler dul kalmazlar o toplumda. Yeneceğiz zalim Parababalarını ve onların zalim devletlerini. Kuracağız o insancıl düzeni. Sözümüzdür!