Gençlik Din Bezirgânlarına karşı direniyor
İstanbul Erkek Lisesi öğrencilerinin, mezuniyet töreninde müdürleri konuşurken arkalarını dönmeleriyle başladı gençliğimizin yeni eylemi. Bu eylemi, pek çok lisede ve üniversitede öğrencilerin mezuniyet törenlerinde yaptıkları eylemler izledi. Bütün bu eylemlerde okul yönetimleri, müdürler ve rektörler doğrudan protesto edildi. Ama asıl kınanan, müdür ve rektörlerin şahsında din bezirgânlarının yıllardır ülkemize ve halkımıza yaptıkları kötülüklerdi. Burada tabiî Malum Kişi’ye tepkiler de anlatılmak istendi.
Gençliğimizin AKP iktidarına karşı çıkışı ilk değil. Daha üç yıl önce tam da bugünlerde Gezi Direnişi’ni yaşadık. Şanlı bir gençlik direnişiydi. Direnişin hemen arkasından araştırma kuruluşu Konda tarafından yapılan araştırmada Gezi Direnişi’ne katılan eylemcilerin yaş ortalaması 28 olarak verildi. Direnişi sergileyense aydın gençlikti: Eyleme katılanların % 91’ini lise ve üzeri eğitim alan kişiler oluşturuyordu. Ancak bu, direnişi sadece öğrenci gençlik yaptı, anlamına gelmiyordu: Eyleme katılanların sadece % 37’si öğrenciydi; % 57’sini ise çalışanlar oluşturuyordu. Özetle, gençliğimizin damgasını vurduğu bir eylemdi Gezi Direnişi.
Şimdi liselerden başlayan ve üniversitelerde karşılık bulan günümüzdeki çıkış da Gezi’yi çağrıştırıyor. Bu yüzden Malum Kişi sıkıntılı. Çünkü bu tür kitle hareketleri Malum Kişi’nin korkulu rüyası. Bir “iftar yemeğinde” şöyle dedi geçtiğimiz günlerde:
“Bizde değişim, geçmişle bağların bıçak gibi kesilmesi şeklinde gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Milletimizin hayalleri ile Milli Şef hayali aynı değildi. Bu anlayış milletimiz tarafından benimsenmediği gibi tam tersi dışlanmıştır. Yıldız Sarayı’nda o sarayı inşa eden Abdulhamid’in kalemi kendi fermanı için kullanılmıştır. Merhum Menderes’e de aynısını yaptılar. Bunların kim olduğunu gayet iyi biliyorsunuz. Şu anda liselerimizi karıştırmak istiyorlar. Bunlara fırsat vermeyin.” (16 Haziran 2016)
Böyle diyerek, korkusunun ne boyutta olduğunu da ortaya koyuyor. Liseli gençlerin pasif eylemlerinde; Abdülhamid’i indiren Hareket Ordusu ve bu ordunun Kurmay Başkanı Mustafa Kemal’in, Kurtuluş Savaşı’mızı başarıya ulaştıran Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, Amerikancı Demokrat Parti iktidarını düşüren 27 Mayısçı genç subayların iktidarı düşüren keskin eylemlerini görüyor.
Malum Kişi’nin saydığı Politik Devrimler gerçekten de gençliğimizin bize özgü uçkun devrimci çıkışlarıdır. Bu iktidar savaşında asker ve sivil gençlik birlikte davranmışlar ama bitirici güç asker gençlik olmuştur. Bu gençliğimizin, devlet ne zaman dara düşse, gericiler tarafından çıkmaza sokulsa veya emperyalist saldırı altında kalsa, ortaya koyduğu bir davranış biçimidir. Böylece gerici ve tehlikeli gidişe dur der gençliğimiz. Rusçuk Yaranı, Jöntürk Hareketi, İttihat Terakki çıkışı, Hareket Ordusu, Kuvayimilliye Hareketi, 27 Mayıs Devrimi, 28 Şubat Hareketi ve Gezi… Hep bu geleneğin ürünüdür. Aslında Çanakkale Savaşları sırasında lise gençliğinin savaşa yürümesi de farklı değildir. Ve bugün de halkımız umutsuzluğa kapılınca liseli gençlik ateşi yakmıştır. Bir gelenektir gençliğimizin bu çıkışları.
Gezi Direnişi, 14 yıllık iktidarı süresince Malum Kişi’nin aldığı en büyük, onu en çok korkutan vuruştur. Yenilmiştir bu gençlik hareketi karşısında, Malum Kişi. Ama bu yenilgiyi unutturmak veya saklamak için yeniden Gezi Parkı ve Taksim Meydanı ile ilgili kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Ama korktuğu besbelli! Şöyle diyor:
“Ben sayın Başkanıma söylüyorum ‘Cesur olacaksın’ diyorum. Eğer cesur olmazsan biz bu işi başaramayız. Ve cesur olmamız gerekenlerden bir tanesi. Bak bugün burada yine söylüyorum; Taksim’deki Gezi Parkı, oraya o tarihi eseri inşa edeceğiz. Eğer tarihimize sahip çıkacaksak orada tarihi bir eser vardı, o tarihi eseri oraya yeniden kurduracağız. Ve adı bunun ister tarih müzesi olur, ister şehir müzesi olur. Bunu orada yapmamız lazım.” (18 Haziran 2016)
Adını bile söyleyemiyor yapacağı değişikliğin. “O tarihi eser” dediği malum, Topçu Kışlası, gerici 31 Mart Ayaklanması’nın başlatıcısı Avcı Taburları’nın mekânı. Ve şimdi müze olacak diyor. Oysa Gezi Direnişi öncesinde “AVM yapacağız” demişti.
Öyle veya böyle, niyeti belli. Taksim’i meydan olmaktan çıkarmak. Taksim’e yapılacak cami ve Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılarak yerine opera yapılması yalanını da gerçek kabul edersek (opera binası yapmayacakları kesin, hele bir yıkalım, arkası gelir gibi okumak gerek bunu), koca meydan kuşa döndürülecek. Böylece İşçi Sınıfımızın, emekçilerin meydanını yok etmek asıl amaç.
Gençliğimizin eylemlerine geri dönersek; yukarıda değindiğimiz Tarihsel Üretici Güç olan gençliğimizin devrimci geleneği (Hikmet Kıvılcımlı) dışında maddi gerçekler de gençliği ilerici kılmaktadır.
Bu maddi gerçeklerin başında ekonomik çöküş gelmektedir. Din bezirgânlarının on dört yıllık iktidarı süresince, Cumhuriyet’in neredeyse tüm üretken ekonomik kazanımları “özelleştirme” denerek çar çur edildi, ya emperyalist tekellere, ya da yandaş işveren bozuntularına peşkeş çekildi. Ve bugün ekonominin durumu ortada… AKP, el parasıyla (sıcak para) ekonominin çarkını döndürebiliyor. O da şimdilik… Gençlik tabiî ki açmazda. İşsizlik oranı, oynanmış resmi rakamlarla bile, üniversite gençliğinde % 25. Lise gençliği bu açmazı görüyor.
Gençlik, ilkokuldan beri içinde yaşadığı eğitimin laçkalığını da görüyor. Kapitalist üretimde kaçınılmaz olarak kafa emeği ile kol emeği arasında bir işbölümü doğar. Bu işbölümü, genel olarak, zengin aile çocuklarının daha iyi eğitim alarak kafa emeğine, yoksul aile çocuklarının ise yetersiz eğitim sonucu kol emeğine yönelmelerini doğurur. Zaten işveren sınıfı, emekçilerin iyi eğitim alarak gözü açılsın istemez. Bizim gibi geri ülkelerde bu ayrım daha da keskindir. Ancak Cumhuriyet’in eğitimde eşitliği arayan yaklaşımları ile bir ölçüde nötralize edilebilmiştir. AKP, Cumhuriyet’e saldırayım derken bu eşitsizliği de büyütmektedir.
Öte yandan eğitimin içi, ilköğrenimden yüksek öğrenime kadar boşaltılmıştır. Üstelik ilköğrenimden yüksek öğrenime kadar istikrar da yoktur. Din bezirgânlarının 14 yıllık iktidarında 6 Milli Eğitim Bakanı değişmiş ve her bakan eğitim sisteminde köklü değişiklikler yapmıştır. (Şimdilerde 4+4+4 sisteminden 3+3+3+4 sistemine geçileceği belirtilmektedir). Bu kofluk ve istikrarsızlık kaçınılmaz olarak başarı oranını da düşürmektedir. Örneğin, geçen yıl ortaöğrenimini tamamlayan 912 bin öğrenci üniversite sınavında büyük başarısızlık göstermiştir. Ortalama olarak Türkçede 40 sorudan 19.31’ini, fen bilimlerinde 40 sorudan 3’ünü, matematikte 40 sorudan 7.9’unu doğru cevaplayabilmişlerdir. Bu durum, içi boş, iyi eğitilmemiş, iyi Türkçe, matematik, fen bilgisi olmayan mezunlar anlamına gelir. Üniversite eğitimi de daha iyi değildir. Üniversite hocaları, her gelen yeni öğrenci kuşağının daha da eğitimsiz geldiğini belirtmektedirler. Dolayısıyla, üniversite mezunlarının da bilgi dağarcıkları cılızdır. Bu nitelikte gençler işverenlerce de tercih edilmez. Bu bakımdan, işsizlik ağırlıklı olarak emekçi çocukları için bir yazgıdır.
Geçen yıl, Hürriyet’te Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi Socar’ın CEO’su Kenan Yavuz’un feryadı aktarıldı:
“… Yavuz, Twitter hesabı üzerinde paylaştığı mesajlarda son yıllarda sayıları hızla artan üniversitelere yönelik de eleştirilerde bulundu.
“İşte Kenan Yavuz’un dikkat çeken paylaşımları:
“*Bazı üniversitelerin yaptığı reklamlar ibretlik;
“*YÖK denilen kurum aileleri ve çocuklarımızı kandırmaktan vazgeçmelidir. Üniversite bitirip ortalığa dökülen milyonlarca genç var.
“ELİNE DİPLOMA ALAN…
“*Nitelikli ara işgücü bulamıyoruz. Üniversite bitirdim diye eline diploma alan, ben ne zaman müdür olacağım demeye başlıyor.
“*Buradan YÖK’e sesleniyorum, gelecek üç yıl içinde binlerce meslek eğitimli işçi istihdam edeceğim. Üniversite mezunlarına ise kapım kapalı.
“*Ailelere sesleniyorum, Sitcom Üniversitelere çocuklarınızı gönderip hayatlarını karartmayın. İş bulamazlar.” (Hürriyet, 8 Temmuz 2015)
Gençlik bu durumu tabiî ki görüyor ve isyan ediyor.
Gençliğin bir isyan nedeni de gerici dinci örgütlenme ve yapı. AKP’nin eğitimle bu denli oynamasının nedeni Ortaçağa özlem duyması. Cumhuriyet ile savaşması da bundan… Ancak bu bakış emperyalistlerin niyetleriyle örtüşüyor.
Emperyalizmin ünlü “Yeşil Kuşak” projesi Sovyetler Birliği’ni gerici kuşatma altına alma düşüncesine dayanır ve aslında II. Emperyalist Savaş öncesindedir. Cengiz Özakıncı şu bilgiyi aktarıyor:
“1933 – 1936 yılları arasında Moskova’da görev yapan Amerikan Büyükelçisi William C. Bullitt’in, 1946’da yayımlanan ve tüm ülkeleri ABD önderliğinde SSCB’ye karşı dingüderliğe çağıran Asıl Büyük Dünya adlı kitabı, daha mürekkebi kurumadan 1947’de Türkçeye çevirtilip basılmış; dini siyasal amaçlar doğrultusunda SSCB’ye karşı kullanmayı tek yol olarak gösteren ABD görüşü, bu kitapta yer alan şu gibi sözlerle Türkiye’de yayılmıştı:
“Manevi hayatımızı devlet adamlarından ziyade, büyük din adamlarının kılavuzluğuna borçluyuz… Düştüğümüz manevi buhrandan çıkmamız, Atom bombasının, dinin ve siyaset adamlarının omuz omuza çalışmaları ile mümkün olabilir… Stalin’i durdurmakla iş bitmez. Tanrı’dan başka efendi tanımayan biz Amerikalılar… Bu mücadelede kullanılacak en meşru silah, manevi bir kuvvet olan dindir… Musa, Buda, Konfiçyus, Muhammed, ayrı ayrı yollardan bizi ışığa çıkardılar… Düşmanımız Komünizm Tanrı’yı inkâr esası üzerine kuruludur. Din, komünist diktatörlüğü yok edecek ilahi kudrete sahiptir…” (Bütün Dünya, sayı: 2011/06)
Bu bakış, II. Emperyalist Savaş sonrasında ABD Emperyalizminin bölgeye el atmasıyla ete kemiğe büründü. Türkiye Truman Doktrini ve Marshall Yardımı oyunu ile kafeslendi ve 1950’de emperyalist uşağı Demokrat Parti iktidara geldi. Bundan sonra bir eğik düzleme konulan bilyenin hareketi gibi hızlandı süreç. Dinci örgütlenme bizzat devlet tarafından teşvik edildi, imam hatip okulları ve kuran kursları “masum” amaçlarla gitgide artırıldı. Amerikan zokası yutulmuştu… Öyle bir noktaya gelindi ki, 27 Mayısçı Cemal Gürsel’den sonra Cumhurbaşkanı olan Cevdet Sunay (1966-1972) bile, 1968’de gençliğimiz adaletsizliklere karşı ve nefis savunması için harekete geçtiğinde, şu zırvaları edebiliyordu:
“Bugünkü laik okullar birer anarşi yuvası haline geldi. Bu laik okullarda yetişen gençlere memleket idaresi teslim edilemez. On yıl sonra bunların hepsi işbaşına geçecekler. Onlara nasıl güvenebiliriz? Hem biz, laik okullara karşı imam hatip kullarını ‘bir alternatif’ olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri bu imam hatip okullarında yetiştireceğiz”
Sonra Erbakan’lar, tüm okulları imam hatip okulu yapacağız diye çıktı, Evren’ler din bezirgânlarının önünü açtı, Malum Kişi ve avanesi, rüyasını bile göremeyeceği postlara oturdu vb. Gençlik bu dinci gericiliğin gelişme sürecini de, bugün ne yaptıklarını da görüyor. Ortaçağa dönmek istemiyor gençlik!
Din bezirgânlarının 14 yıldan beri uyguladıkları iç ve dış politika da gençliğin gözünden kaçmıyor. İçeride popülist politikalar, dış politikada emperyalist uşaklığı sırıtıyor. Sonuçta ülkenin geldiği yer de ortada: İçeride huzursuz, iç savaş hazırlıklarının yapıldığı, hatta bazı kentlerde yaşandığı, halkımızın ayrıştığı, huzursuz, bölünmeye aday bir ülke. Dışarıda ise saygınlığı yitmiş, tek dost komşusu olmayan, bölünmeye yönelik çalışmaların açıkça yapıldığı, hatta Türkiye’nin katkısıyla kotarıldığı bir Türkiye.
Devlet dardadır… Böyle açmaza sürüklenen bir Türkiye, Genç Türkleri kaçınılmaz olarak davranışa davet eder. Olan budur…
Gençlerimiz, emekçilerimizle birlikte eninde sonunda bu mücadeleden galip çıkacaktır. Bugün biz devrimcilere düşen görev, gençliğimizi emekçi sınıflarla buluşturmaktır.