Kanunsuzluk her yerde…
Av. Tacettin Çolak
Ülkede ne Anayasa, ne yasa, ne yönetmelik, ne tüzük bıraktılar.
Ne Mahkeme dinliyorlar, ne Hukuk…
Bunun bir tık ötesi Şeriat Hukuku ya da Kadı Makamı…
İşlerine gelen hukuk normlarını en geniş şekilde uyguluyorlar.
Mahkeme kararlarını da öyle…
Mahkemeler, kendilerini tatmin edici kararlar verince “bağımsız-tarafsız mahkeme” oluyor.
Hukuksuzluklarına, vurgunlarına, talanlarına dur diyen bir karar çıkınca da “tanımıyoruz, saygı duymuyoruz, ülkemizin büyümesinin önüne engel, vesayetin temsilcisi” gibi envai türden saldırılarla, karar veren mahkemeyi linç ediyorlar.
Geçtiğimiz günlerde, TSK’da türban serbestisinin Laiklik İlkesine aykırı olduğu yönünde görüş bildiren Danıştay Savcısına yaptıkları hakaretleri hepimiz biliyoruz.
Kendilerinin herkesi aşağılama, tehdit etme ve hakaret etme “özgürlükleri” varmış gibi, onların sözlerini mahkemeler“ifade özgürlüğü” olarak kabul ederken, bunlara yapılan en küçük bir eleştiri bile hakaret suçunun kapsamına alınmakta.
Polis, jandarma, adliye öyle bir hale geldi ki; hepsi birbirinden korkuyor.
Hepsi birbirini denetliyor. Dosya elimden çıksın da “benden sonrası tufan”, anlayışındalar.
Polis, elindeki fezlekeyi savcının önüne koyuyor.
Savcı, en küçük bir araştırma yapmadan ve hatta Ceza Muhakemesi Yasasına göre sanığın lehine de delil toplaması gerekirken, bununla hiç uğraşmadan, fezlekeyi iddianameye dönüştürüp dava açıyor. Hele hele, bir de “CB Hakaret” suçlamasıyla Tayyip’in avukatlarının yaptığı suç duyuruları var ki, bu dilekçeler de doğrudan iddianameye dönüşmekte.
Mahkeme de kendisi delil toplamadığı gibi, sanığın toplanmasını istediği delilleri, dinlenmesini istediği tanıklarını “dosyaya katkı sağlamayacağı” gibi komik gerekçelerle reddediyor.
Delil toplamayan, tanık dinlemeyen mahkemeler; “anında karar verirsem ayıp olur” düşüncesiyle mi nedir bilinmez, dosyayı bilirkişilere gönderiyor.
O da ne?
Bilirkişiler “kraldan çok kralcı”…
Hiç üstlerine vazife değilken, “rapor”larında mahkeme yerine geçip hüküm bile vermekteler.
Sonuçta da gelsin cezalar…
Eylül ayı enflasyon rakamlarını gerçeğe yakın açıklayan TÜİK Başkan Yardımcısı ile kamu kurumları ve belediyelerde yapılan usulsüzlükleri, vurgunları ortaya çıkartan ve kamuoyuna açıklayan Sayıştay Başkan Vekiline yaptıkları gibi, kendilerine biat etmeyen memurları anında görevden alıyorlar.
Örnekler çoğaltılabilir.
Kısacası; “dünyanın en demokratik ülkesiyiz” diye diye toplumu korku imparatorluğuna dönüştürdüler.
Yani kanunsuzluklarını kurallaştırdılar.
Yaşamın her alanında nereye baksan bir kanunsuzluk…
Örneğin, İşçi Sınıfı.
Sözde Anayasa’da, yasalarda; işçilerin sendikaya üye olma ve sendikalar aracılığıyla patronlarla toplu iş sözleşmesi imzalama hakkı var. Bu yolla işverenler karşısında ekonomik, demokratik, sosyal hak ve çıkarlarını koruma, geliştirme olanakları var.
Dahası sendikalaşma, yani örgütlenme hakkı; uluslararası sözleşmelere göre temel insan haklarından sayılmakta.
Ama gelin görün ki, bu hakkını kullanan işçilerin İşsizlik-Pahalılık cehennemine atılmayı göze alması gerekmekte.
Sözde yasalarda, kâğıt üzerinde işçiler, feshe karşı korunmakta.
İş Yasasında; geçerli, makul ve haklı bir neden olmadan işçinin iş sözleşmesinin keyfi olarak sonlandırılamayacağına dair yasal düzenlemeler var.
Yine işçilerin sendikaya üye olmaları veya sendikal faaliyetlere katılmaları nedeniyle işten çıkartılamayacakları da düzenlenmiş durumda. Dahası TCK 118’inci maddesine göre; sendikal hakların kullanılmasını engelleyenler hakkında altı aydan iki yıla kadar hapis cezası bile öngörülmüş durumda.
Ama bütün bunları dinleyen kim?
Sendikaya üye olan işçiler baskı ve tehditle sendikadan istifa ettirilemezse hemen işten çıkartılmakta. İşten çıkartılan işçiler de haklarını arayınca suçlu muamelesi görmekteler. Yapacakları bir basın açıklamasına bile müdahale edilmekte, gözaltılarla, tutuklamalarla karşılaşmaktalar.
Nakliyat-İş Sendikası’na üye oldukları için işten çıkartılan TÜVTÜRK Urfa Çalışanlarının basın açıklamasına jandarma müdahalesi, İş Yasasından doğan işçilik haklarını isteyen İstanbul Havaalanı İşçilerinin tutuklanması en yakın örneklerdir.
Topluca işten çıkartılan işçilerin işe geri döndürülmesi için açılan işe iade davaları ise aylar, yıllar sürmekte. Davaların kazanılması da bir işe yaramamakta. Patronlar, sendikalı işçi çalıştırmaktansa işgüvencesi tazminatı ya da sendikal tazminatları ödemeyi göze almaktalar.
Yani yasalarda yazıldığı gibi, ülkemizde gerçek anlamda bir işgüvencesi de bulunmamakta. Dolayısıyla parayı gözden çıkartan bir işveren, sendikalı işçiden kolayca kurtulabilmekte.
Bir de hileli iflaslarla binlerce işçinin birikmiş tazminat alacaklarının gaspı var ki, Real Market İşçileri Nakliyat-İş önderliğinde bu hırsızlamalara karşı tam 17 aydır kahramanca mücadele etmekte. Real Market İşçilerinden sonra Uyum-Makro İşçileri de aynı hırsızlama nedeniyle Nakliyat-İş’e başvurdular. Benzer bir mücadele ile Uyum Market İşçileri haklarına kavuştular, Makro İşçileri ise halen mücadeleyi sürdürüyorlar.
Yani bu yöntemle ve yukarıda anlatılan baskı ve zorbalıklarla patronlar; hem de devlet destekli kanunsuzluk yapmaktalar.
Tıpkı son günlerde çığ gibi büyüyen konkordato ilan etmeler gibi, Real, Uyum, Makro patronları da yasalardaki boşlukları kendi hilelerine araç yaparak işçi hakkı gasp etme peşindeler.
Son derece meşru ve yasal hak mücadelesi yürüten işçiler ve Nakliyat-İş Sendikası’nın Devrimci Sınıf Sendikacılığı yapan önderleri sürekli gözaltına alınmaktalar, haklarında davalar açılmakta.
Velhasıl, bu ülkede eğer sarı sendikacılık, iktidar yalakalığı yaparsan değme keyfine.
Eğer haksızlıklara, hukuksuzluklara, vurguna, talana isyan edersen, hakkı yenen işçiye sahip çıkar meşru mücadele yöntemlerini kullanırsan vay haline…
O zaman her yerde karşına kanunsuzluklar dikilmekte.