Proletaryadan Kopuş ve “Sınıftan Kaçış”: Kimlik Siyaseti, Feminizm, LGBT…
Bilimsel Sosyalizmin ölümsüz iki kurucusu Karl Marks ve Friedrich Engels, 21 Şubat 1848 tarihinde yayımladıkları “Komünist Parti Manifestosu” (Das Manifest der Kommunistischen Partei) adlı ünlü eserlerinde, Proletaryanın yani İşçi Sınıfının niteliğiyle ilgili şu ifadeleri kullanıyorlardı:
“Bugün burjuvazi ile karşı karşıya gelen bütün sınıflar içinde yalnızca proletarya gerçekten devrimci bir sınıftır.” (Karl Marks-Friedrich Engels, Komünist Parti Manifestosu, Sol Yayınları, 1. Baskı, s. 142)
Proletaryanın toplum içindeki tek devrimci sınıf olduğu gerçekliği, elbette ki kapitalizmin tekelci aşaması olan, çürümüş, dağılmış, asalaklaşmış biçimi olan Tekelci Kapitalizm döneminde yani Emperyalizm Çağında da geçerliliğini korumaktadır.
Nitekim Marks ve Engels’in teorik mirasını devralarak daha da geliştiren, o zamanki dünya koşullarında ve o zamanın verileriyle emperyalizmin kusursuz bir tahlilini yapan Lenin, kaleme aldığı “Emperyalizm-Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı eserinde Proletaryanın toplum içerisindeki en devrimci yığın olduğunu şöyle belirtir:
“Proletarya, şu anda insanlığın bütün geleceğinin kendisine bağlı olduğunun bilincine sahiptir ve bütün kıyım, açlık ve kötülük yılgılarıyla tehdit altında bulunan halk çiçeğinin yok olmasını engellemek için bütün gücünü kullanacaktır.” (V. I. Lenin, Emperyalizm-Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları, 12. Baskı, s. 153)
Günümüzde egemen sınıfları korkudan tir tir titreten en önemli gerçekliklerden biri işte budur. Bunu çok iyi bilen egemen sınıflar bu gerçekliği perdelemek için her türlü aracı kullanmakta, dünya çapında bu perdeyi yırtıp, toplumsal mücadelenin birincil öznesini İşçi Sınıfı olarak kabul edip mücadele eksenini bu yönde belirleyen tüm siyasi hareketlerin önünü tıkamak için elinden geleni yapmaktadır.
Uluslararası Finans-Kapitalin dünya genelinde İşçi Sınıfı örgütlenmelerini engellemek, Proletaryayı sınıf bilincinden arındırmak için kullandığı yöntemler son derece çeşitlidir. Bu yöntemlerin başında, hepimizin bildiği gibi, İşçi Sınıfı içerisinde Truva Atı rolü oynayan çeşitli siyasi yapılar, sendikalar, işçi örgütleri vs. kurmak gelir. Bu sahte İşçi Sınıfı örgütleri, insanın insan tarafından sömürülmesinin ortadan kaldırılması için ilk basamak olan İşçi Sınıfının siyasi iktidarı bütünüyle ele geçirmesi gibi bir hedef koymazlar önlerine. Tam tersine; onların işlevleri Proletaryanın devrimci potansiyelini heba etmek, eskilerin deyimiyle “müesses nizam”ın sınırları içerisinde, egemen sınıflarla barışık bir şekilde İşçi Sınıfı hareketinin sosyalizme gidişini engellemektir.
Parababaları ve onların siyasi plandaki temsilcileri, Proletaryanın devrimci potansiyelinin ortaya çıkmasını engellemek için sadece İşçi Sınıfı saflarına ajan niteliğinde yapılanmalar, örgütler ve kişiler sokmakla yetinmezler. Kullandıkları en aşağılıkça ve sinsice yöntemlerden biri de, yine sahip oldukları olağanüstü imkânlarla “daha iyi bir dünya” için İşçi Sınıfına ve İşçi Sınıfı mücadelesine alternatif olarak yutturmaya çalıştıkları toplumsal kesimlerin ve sözde toplumsal mücadelelerin önünü açmaktır. Bu da en az, yukarıda altını çizdiğimiz İşçi Sınıfı saflarında yaratılan ideolojik ve pratik tahribat kadar tehlikeli ve yıkıcıdır.
Finans-Kapitalistlerin bu yönteminin özü, taşıdıkları niteliklerden dolayı toplum içerisinde gerçekten baskıya maruz kalan, kimi zaman yaşam haklarından mahrum edilen, kimi zaman devlet zorbalığının kurbanı olan kesimlerin tekil örgütlülüğünü teşvik etmek, bu kesimlerin şöyle ya da böyle yürüttüğü mücadeleyi Proletarya mücadelesine alternatif olarak sunmaktır. Ve maalesef ayakları yere basmayan, Marksizm-Leninizmden kopmuş olan, kendilerini “sol”, “sosyalist”, “komünist” olarak niteleyen kimi yapılar da Finans-Kapitalistlerin bu dolmasını afiyetle yutar. Bu durum tüm dünya için geçerli olduğu gibi Türkiye için de geçerlidir.
Parabalarının bu yolla kitleler nezdinde yarattığı kafa karışıklığının en önemli nedenlerinden biri, Proletarya mücadelesinin alternatifi olarak sunulan bu hareketlerin son derece “hümanist”, “insancıl”, “ilerici” gibi gözüken argümanlarla ve sloganlarla ortaya çıkmalarıdır. Fakat bu hareketlerin en önemli ortak özelliği, sözde mücadelelerinin temeline toplumsal üretim ilişkilerinden kopuk, soyut bir “insan” ve “insan hakları” kavramı oturtmuş olmalarıdır. Egemen sınıflar tarafından sinsice dayatılan, burjuva aydınların dört elle sarıldığı bu yaklaşımın kökü derinlere, tâ 19’uncu Yüzyıl’ın ortalarına kadar gider.
Örneğin Marks ve Engels, 1845 yılının Nisan-Mayıs aylarında kaleme aldıkları “Alman İdeolojisi” (Die deutsche Ideologie) adlı eserlerinde, kendilerine “Hakiki Sosyalistler” diyen Alman burjuva aydınlarının genel olarak insan kavramını toplumsal koşullardan ve üretim ilişkilerinden ne denli kopuk bir şekilde ele aldıklarını şöyle teşhir etmişlerdir:
“Bu, hakiki sosyalizm (…) artık gerçek insanlarla değil, “İnsan” ile meşguldür, tüm devrimci tutkuyu kaybetmiştir ve bu tutkunun yerine tümel [evrensel] insan sevgisini ilan eder. Bunun sonucu olarak yüzünü proleterlere değil, Almanya’nın en kalabalık iki insan sınıfına, hayırsever yanılsamalarıyla küçükburjuvalara ve işte bu küçükburjuvaların ideologlarına; filozoflarla onların öğrencilerine döner.” (Karl Marks, Friedrich Engels, Alman İdeolojisi, Evrensel Basım Yayın, 2. Basım, s. 394)
Bilimsel Sosyalizmin iki kurucusu aynı noktaya “Komünist Manifesto”da da değinirler:
Hakiki Sosyalizm, “(…) bir sınıfın bir başka sınıfla savaşımını ifade etmekten çıktığı için (…) hakiki gereksinimleri değil, Hakikatin gereksinimlerini, proletaryanın çıkarlarını değil, İnsan Doğası’nın, hiçbir sınıfa ait olmayan, hiçbir gerçekliği bulunmayan, yalnızca felsefi fantezinin puslu dünyasında var olan genel olarak insanın çıkarlarını temsil ettiğinin bilincindeydi.” (age, s. 160)
2016 yılında hayatını kaybeden Amerikalı Marksist Tarihçi Ellen Meiksins Wood, Marks-Engels’in kıyasıya eleştirdiği “Hakiki Sosyalizm”in” öne sürdüğü tezlerin Soğuk Savaş döneminden itibaren, özellikle de Sovyetler Birliği ve Sosyalist Kamp’ın dağılışından beri “Yeni Hakiki Sosyalistler” aracılığıyla tüm dünyada etkisini yeniden gösterdiğini belirtmiştir. Wood, “Sınıftan Kaçış-Yeni Hakiki Sosyalizm” adlı kitabında, ilericilik, demokratlık, hatta Sosyalizm ve Marksizm kisvesi altında özellikle Avrupa Komünizminin etkisindeki örgütlerin Proletaryadan ne kadar koptuklarını, burjuva ideolojisinin savunucuları haline geldiklerini anlatmakta, onları eleştirmektedir.
Kitabında şu değerlendirmeyi yapmaktadır örneğin:
“İşçi sınıfını, sosyalizm mücadelesindeki konumundan uzaklaştırmak, ya büyük bir stratejik hata yapmak ya da toplumsal ilişkiler ve iktidar hakkındaki bu çözümlemeye karşı çıkarak, en azından üstü örtülü bir biçimde, sosyalizmin sunduğu kurtuluşun niteliğini yeniden tanımlamak demektir. Ama işçi sınıfını başta gelen devrim öznesi olarak kabul eden geleneksel görüşün karşısına, kapitalist toplumda toplumsal güce ve çıkara ilişkin alternatif bir çözümlemenin hiçbir zaman etkili şekilde çıkarılmamış olması anlamlıdır. Elbette bu durum, birçoklarının, işçi sınıfının devrimci potansiyelinden kuşkuya düştükleri ve onun yerine başka devrimci özneleri, sözgelimi öğrencileri, kadınları, alternatif “yaşam tarzları”nın uygulayıcılarını ve şu ya da bu türden halk ittifaklarını, daha yakınlarda ise “yeni toplumsal hareketler”i önerdikleri gerçeğini ortadan kaldırmaz. Ne var ki, bu alternatiflerin hiçbiri, kapitalizmi oluşturan toplumsal güçlere ve kapitalizmin belirleyici stratejik hedeflerine ilişkin sistemli bir yeniden değerlendirmeyle desteklenmemiştir. Bu alternatif görüşlerin tipik tarzı, iradeci ütopya ya da umutsuzluk ifadesidir veya çoğu kez olduğu gibi, her ikisidir: Bir dönüşüm süreci için hiçbir gerçek umut olmadan dönüşüme uğramış bir toplum hayali.” (Ellen Meiksins Wood, Sınıftan Kaçış-Yeni Hakiki Sosyalizm, Yordam Kitap, 2. Basım, s. 37)
Wood, Proletaryadan ideolojik kopuşa ilişkin şu çarpıcı, bir o kadar da doğru tespitleri yapmaktadır:
“Bütün YHS’lerin [Yeni Hakiki Sosyalistlerin], en azından ortak bir önermesi vardır: İşçi Sınıfı, sosyalizm mücadelesinde hiçbir ayrıcalıklı konuma sahip değildir; çünkü bu sınıfın içinde bulunduğu durum, sosyalist politikanın başka herhangi bir sınıfa göre daha doğal ya da daha kolay ortaya çıkmasını sağlamaz. Ama bazıları daha da ileri gideceklerdir: İşçi sınıfının –ya da “geleneksel” işçi sınıfının– sosyalist bir politika üretme potansiyeli, aslında, öteki toplumsal gruplardan daha zayıftır. İşçi sınıfının devrimci olması gibi bir zorunluluk olmadığı gibi, bu sınıfın temel karakteri, devrim karşıtı, “reformist”, “ekonomist” olmasına elverişlidir.” (age, s. 25)
Şimdiye kadar özetlemeye çalıştığımız gerici ideolojinin örnekleri ne yazık ki Türkiye’de de yoğun bir şekilde görülmektedir. İdeolojik açıdan büyük oranda ABD-AB Emperyalistlerinin, Avrupa Komünizminin hegemonyasını gönüllü şekilde kabullenen ve ne yazık ki insanlarımızın solcu, devrimci, sosyalist, komünist olarak bildiği hareketler Proletaryadan çoktan kopmuş bulunmaktadır. Bazıları ise Proletaryanın gerçek ideolojisini, Marksizm-Leninizmi zaten hiç benimsememişlerdir. Proletaryadan ideolojice kopmak doğal olarak pratikte de kopmayı beraberinde getirmiştir. Durum böyle olunca da toplumsal mücadelenin temel öznesi olarak İşçi Sınıfını değil başka kesimleri görmektedirler. Zaten devrim hedefinden de çoktan vazgeçmişlerdir.
Peki ne yapar bu ideolojik sefalet içindeki “sol” gruplar?
Sınıf esasına dayalı siyaset yapmak yerine etnik temele dayalı siyaset yaparak, Eğitim Sen’in son genel kurulunda yaşandığı üzere temel metinlerinden “sınıf savaşımı”nı çıkarırlar.
İşçi Sınıfı denizine olanca güçleriyle dalıp işçileri örgütlemek yerine, örneğin ülkemizdeki ne idüğü belirsiz göçmenlerin peşine düşerler.
İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü olan 1 Mayıs’ta Tayyip’in parmağıyla işaret ettiği Maltepe Dolgu Alanına, Bakırköy Çukuru’na tıpış tıpış giderler ama LGBT’lerin “Onur Yürüyüşü” için polisle çatışmayı göze alarak Taksim’i zorlarlar.
Fabrikalarda, işyerlerinde, tarlalarda, toplumsal üretimin her alanında yüzbinlerce kadın işçi kölece çalışıp iliklerine dek sömürülürken onları örgütlemek yerine soyut bir “kadın hakları” söylemiyle Feminizm, denilen burjuva akımının peşine takılırlar.
Doğa sevgisini bile istismar ederek AB-D Emperyalistleri tarafından fonlandığı herkesçe bilinen sözde çevre örgütleriyle iş tutarlar, etkinlikler düzenlerler.
Kimileri de hızını alamayarak “Sınırsız, sömürüsüz, vegan bir dünyayı kurmaya geliyoruz”, gibi akla ziyan sloganlar ortaya koyarlar.
Ve bu siyasetleriyle Marks-Engels Ustaların dediği gibi “hakiki gereksinimleri değil, Hakikatin gereksinimlerini, proletaryanın çıkarlarını değil, İnsan Doğası’nın, hiçbir sınıfa ait olmayan, hiçbir gerçekliği bulunmayan, yalnızca felsefi fantezinin puslu dünyasında var olan genel olarak insanın çıkarlarını” temsil ederler.
İşte bu sözde sol gruplar, bir başka ifadeyle sefalet solları, Proletaryadan ideolojik ve pratik kopuşun, aynı zamanda Wood’un ifadesiyle “Sınıftan Kaçış”ın ibretlik örneklerini ortaya koymaktadırlar. Bu ideolojik fahişeliğin karşılığını da karanlık merkezlerden fonlanarak fazlasıyla almaktadırlar.
Bir noktanın altını çizmeden geçmeyelim:
Bu sefalet sollarının, haklarını savunduklarını iddia ettiği kesimler gerçekten baskı altında mıdır, acı çekmekte midir?
Elbette öyledir…
AB-D Emperyalistlerinin ve yerellerdeki kuklalarının cehenneme çevirdiği dünyamızda sömürge ulus mensupları da, kadınlar da, göçmenler de, eşcinseller de gerçek anlamda cehennemi yaşamakta, hayvanlara değer verilmemekte, doğamız katledilmektedir. Ancak bu öznelerin Proletaryadan kopuk mücadeleleri ya da sadece bu konuları merkeze alan bir mücadele asla çözüm getiren bir mücadele olamaz.
Gerçek çözüm; Proletaryanın gerçek sınıf partisi etrafında örgütlenerek siyasi iktidarı ele alması, kendisiyle birlikte ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan, aşağılanan tüm toplumsal kesimleri gerçek kurtuluşa ulaştırmasıdır.
Türkiye’deki Parababaları işte bu gerçekliği çok iyi bildikleri için Türkiye İşçi Sınıfının yegâne politik partisi, ülkemizin gerçek muhalefet partisi olan Halkın Kurtuluş Partisi’nin önüne her alanda engel çıkarmakta, örneğin seçimlere girmesini, İşçi Sınıfımız ve tüm halkımızla daha çok kaynaşmasını engellemektedirler. İşte bu yüzden HKP Genel Başkanı Nurullah Ankut’un ağzından çıkan her söze dava açmaktadırlar. İşte bu yüzden çıkardıkları antidemokratik yasalarla, kanunsuzca dayattıkları barajlarla, işkolu değişiklikleriyle Türkiye İşçi Sınıfının yüzakı DİSK/Nakliyat-İş Sendikası’nı işlevsiz hale getirmeye çalışmaktadırlar.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, Gerçek Devrimcilerin “Başta İşçi Sınıfımız Gelmek Üzere” şiarıyla yürüttüğü mücadele engellenemeyecektir. Gerçek İşçi Sınıfı İdeolojisi eninde sonunda galip gelecek ve insanın insanı sömürdüğü bu kahrolası düzen o ideoloji ışığında baştan ayağa yıkılacaktır. Ve yine o ideoloji ışığında insanlığın kardeşçe bir arada yaşadığı bir dünya düzeni mutlaka kurulacaktır.