Site rengi

Tasarım

Sarı Sendikacılık böyle yapılır…

22.09.2017
778
A+
A-

Geçtiğimiz günlerde, Memur-Sen isimli yandaş sendika ile Hükümet arasında Kamu Çalışanlarını ilgilendiren, 2018 ve 2019 yıllarında uygulanacak Dördüncü Dönem Toplusözleşmesi imzalandı.

Memur-Sen, ilk teklifinde; altışar aylık dilimler halinde; 2018’in ilk altı ayı için yüzde 10, ikinci altı ayı için yüzde 6; 2019’un ilk altı ayı için yüzde 10 ve ikinci altı ayı için yüzde 8 oranlarında zam istemişti.

İmzalanan sözleşme ise (yine altışar aylık dilimler halinde); yüzde; 4-3,5 ve yüzde 4 ve 5 olmuştur.

Bu oranların memur maaşlarına yansıması ise;

2018 ilk altı ayında 96 TL. (Memur -Sen’in teklifi; 241 TL. idi), ikinci altı ayda 84 TL. (Memur-Sen’in teklifi; 145 TL. idi),

2019 yılı ilk altı ayında 96 TL. (Memur-Sen’in teklifi; 241 TL. idi), ikinci altı ayda 121 TL. (Memur-Sen’in teklifi; 193 TL. idi) olacaktır.

Yani Memur-Sen masaya otururken, (çok sevdikleri deyimle söylersek) kümülatif olarak (2018 ve 2019 yılları için) 928 TL zam istemiş, teklifinden 506 TL taviz vererek 423 TL’ye imza atmıştır.

Hemen belirtelim ki; Temmuz 2017 itibariyle son bir yıllık enflasyon oranı; yüzde 9,8’dir. Yani, alınan zam oranı yüzde sıfır bile değildir.

Bu mudur kazanım?  

İmzalanan sözleşme, açıkça bir satış sözleşmesi olmasına karşın, bu sarılar; sözleşme ile; “iki yıl için kümülatif yüzde 17,5 zam ve 258 kazanım elde ettik” diyerek “bozguna zafer havası çal”maktalar.

Kazanım dedikleri ise, birçoğu geçmiş sözleşmelerden kalan uygulamaların tekrarı ve bir kısmı da yasalarda var olan hükümler…

Oysa, 250 sayfalık teklif tasarısı ile hükümetle masaya oturan Memur-Sen, 48 sayfalık sözleşme metni ile masadan kalkmıştır.

Ancak haklarını yemeyelim…

Toplam Kamu Çalışanı kitlesinin içinde küçük miktarda bulunan bazı kamu çalışanlarına haklar almışlar…

Bunlar; Biyologlara özel hizmet tazminatı, engelli çocuğu olan ailelere yapılan yardımda artış, doktorların ek ödemelerine artış, şefler ve KİT müdürlerine verilen özel hizmet tazminatlarında artışlar gibi…

Ayrıca iki tane daha “önemli kazanım” var ki, evlere şenlik…

Birincisi, kamu kurumlarındaki yemek hizmetlerinin sunulmasında “helal gıda sertifikası” bulunan ürünlerin kullanılmasına “ihtimam” gösterilecekmiş…

İkincisi de; yıllık izni kalmayan kamu çalışanları hac süresince izinli sayılacaklarmış…

Bu sarılar, ülkede gerçekleşen enflasyon oranını bile dikkate almadan ve enflasyonun yarısından daha az bir ücret zammına razı olarak imzaladıkları sözleşme sonrasında yaptıkları açıklamada; “Türkiye’ye tuzaklar kurulduğu bir dönemde bizim işimiz bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek.” diyerek, yaptıkları ihanete bir de kılıf uydurdular.

Sanki “bağcı” bunlara hakları olan “üzümü” vermiş gibi…

Tam tersine, bunlar (Türk-İş ve Hak-İş’i de dahil etmeliyiz) eliyle kamu çalışanlarından ve İşçi Sınıfından gelecek tepkilerden hep kurtulmuştur, AKP hükümetleri…

Kamu Çalışanlarının bedeller ödenerek kazanılan sendikal mücadele tarihinde hiçbir esamisi okunmayan bu sarılar, AKP hükümetleri döneminde, müdür, şef, amir baskısı ile bir anda üye sayılarını artırmış ve yetkili sendika haline gelmiştir.

Bunlar, yıllardır yaptıkları gibi bu yıl da AKP’giller’e Komisyonculuk yapmışlardır. Kamu Çalışanlarını bir kez daha satmışlardır.

Bakın, bu “komisyoncu” sarıları Hikmet Kıvılcımlı tâ 1964’lerde nasıl teşhir etmektedir:

“Devlet babayla komisyonculuk mu yapacaksın?

“Onun Dışarıdan BAŞ görüntüsü ile değil, bütün iç dünyası, arapsaçı sinir telleri ve kasları ile deri altında işleyen İDARE cihazları, karında göğüste görevli EKONOMİ yapısı, kemik muhafazaları içinde saklı veya organlar ardına dizili gangliyonları ile komisyonculuk yapacaksın. İşveren öyle yapıyor.

“Türk-İş’in Devlet Baba önündeki komisyonculuğunu izleyelim. O, Bakanlar Kurulu ile yuvarlak masada diz dize oturup nutuk attı mı, Devlet babayı fethettim sanıyor. Bakanlar kurulu bütün Hükümet bile değildir, hükümetin dışardan baş görünüşüdür. Türk-İş onun kaşına, gözüne, saçına, sakalına, hele pek heybetli kavuğuna değindi mi, çocuklar gibi el çırpıyor keyfinden: Devlet baba bizden, diye. Oysa bakanlar kurulu, Devlet babanın bir yüzüdür. Önüne çıkarsın, şahane gözleriyle seni süzer; söylersin, kulağıyla güzel güzel dinler; burnuna yaklaşabilirsen, mis gibi koklar; diline değersen senin tadına da bakar. Hele dert yanar ve akıl sorarsan: ses verir, en parlak söylevler çakar. Ama, bilmeyen yok: gören göz, işiten kulak, tadan dil gibi görünse de, bütün o duygular Beyin adlı yerde olur biter. Bakanlık başının emrinde sayılan devair sinir ve kasları, beyinden çıkan buyrultular, kanunlarla harekete geçer. Bakan emrine uyduğu için Yassıada’da az mı memur sigaya çekildi?

“Demek, Türk-İş’in yanıldığı yer, Devlet baba diye, onun dış görünüşü olan Hükümatın bile en dar ve doğrudan doğruya hiçbir iş görmeyen yanıyla, Bakanlar Kurulu ile her işin yoluna konulabileceğine inanmasından başlar. Bakanlar Kurulu neylesin? Görüyor, dinliyor, kokluyor, konuşuyor, bütün duyduklarını doğru beyine iletiyor. Memurlara Genelge yaysa bile, idare aygıtları o genelgeden çok, murdar ilikle bağlı bulunduğu beyinden gelmiş buyrultu olmadıkça kıpırdayamıyor. Bakanlar bakakalıyorlar bize öylece. Biz onu anlamadıktan kelli, Devlet baba netsin? Her söylediğimizi söz olarak: “MAKUL VE MAKBUL” sayıyor, işe çevirmeye gelince; kaşla gözle iş yapılmaz ki, yapsınlar. Meclisten buyrultu gerek. Yoksa adamın gözünü oyarlar. Meclisi afyonlayıp yola getirse bile, Yassıada var.” (H. Kıvılcımlı, Ekomomik Mücadele Üzerine s. 73)

Tabiî, o zamanlar kamu çalışanları sendikaları olmadığından bu “komisyoncu sendikacı”lığın rezil örneklerini Türk-İş veriyor.

Bugüne geldiğimizde ise Kamu Çalışanları sendikaları içinde de Memur-Sen örneğindeki gibi, işçi sendikaları içinde Türk-İş’in yanına bir de Hak-İş eklenmiştir.

Yani bunların hepsi Memur-Sen gibi aynı yolun yolcusudur. Onlar da “devlet babayla komisyonculuk” yaparak, hemen her dönem Kamuda çalışan işçi kardeşlerimizi satmışlardır. Karşılığında ise hükümetler ve patronların desteği ile üye sayılarını artırmaktalar.

Bugün için Hak-İş; AKP’nin yandaşı ve arka bahçesi olduğundan en fazla üyeye sahip durumdadır. Öyle ki, son bakan değişikliğinde bir sendikasının başkanı (Öz Sağlık-İş Sendikası) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olmuştur.

 

İşte bunun adı tam da sarı sendikacılıktır

İhanet sendikacılığında Türk-İş ve Hak-İş’in sabıkası bir hayli kabarıktır.

Ancak biz son bir tanesinden örnek vermekle yetinelim.

Alman firması METRO’nun şirketlerinden olan REAL Mağazalar zincirinde yıllardır Türk-İş’e bağlı Tez Koop-İş Sendikası yetkilidir ve TİS imzalamaktadır. Tabiî işçilerin maaşlarından da tıkır tıkır aidatlarını tahsil etmektedir.

Patron, 2014 yılından itibaren, işçi hak ve alacaklarından kurtulmak için şirketin buharlaşması ya da hileli iflası için düğmeye basmış, ilkin Real’i, Beğendik firmasına satmış, ardından da Beğendik ve Real’in iflası istenmiş. Üç yıla yakın devam eden bu süreçte ise sendika ne hukuki ne de fiili hiçbir girişimde bulunmadığı gibi, mahkemenin iflas kararı vermesinden sonra tamamen ortadan kaybolmuştur.

İşçiler ise günümüzdeki sendikalar faciası ortamında, işçi hak ve çıkarlarını savunan bir anıt gibi dimdik ortada duran, gerçek devrimci sınıf sendikası Nakliyat-İş’e başvurmuşlar ve kendilerine sahip çıkılmasını talep etmişlerdir.

Nakliyat-İş ve Devrimci İşçi Önderi Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu; sınıf dayanışması gereği işçilere sahip çıkmıştır. Patronun “işyerini devrettim” diyerek işçilerin birikmiş alacaklarından kaçamayacağını ileri sürerek, bu sorunun asıl muhatapları arasında Metro ve Beğendik’in de bulunduğundan hareketle, işçilerle bu mağazaların önünde eyleme geçilmiştir.

Başlangıçta, bu eylemler başarısız olur ve dağılırlar beklentisinde olan sarı sendika, eylemler tutmaya başlayınca da ihanetlerine yenilerini eklemeye başlamıştır.

İlkin, “İşlerine karıştığı” için Nakliyat-İş’i DİSK’e şikâyet ettiler. Ardından yaptıkları açıklamayla konuyu Türk-İş’e ilettiklerini, Türk-İş’in de Çalışma Bakanına ilettiğini, Bakanlık tarafından da sorunun “Kıdem Tazminatında Reform” gündemiyle toplanan Üçlü Danışma Kurulunun gündemine konduğunu, işçilerin tazminatlarının Ücret Garanti Fonu’ndan ödenmesini talep ettiklerini duyurdular.

Bu arada işçiler işsiz ve aylardır maaş alamamış, çocuklar aç kalmış, bu sarıların umurunda bile değil. Ayrıca bu sarı sendika, bu ihaneti ile AKP’giller’in “Kıdem Tazminatı Fonu”nu da meşrulaştırmış olmaktadır.

Yarın AKP’giller’den bir tanesi çıkıp; “şirketler iflas ediyor, işçilerimiz tazminatlarını dahi alamıyorlar, bakın Real işçileri bunlara somut örnektir, bu nedenle mağdur olan işçilerin tazminatlarını karşılamak için Kıdem Tazminatı Fonu yararlıdır” derse şaşmayalım.

Yani Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi, işçilere hem eşeğini kaybettiriyorlar, hem de kendileri bulmuş gibi yapıp, İşçi Sınıfımızın gelenekselleşmiş kazanımlarından vazgeçmesine (Fona razı olmasına) zemin hazırlıyorlar.

İşte bunun adı tam da sarı sendikacılıktır.

Kıvılcımlı bunlar için; “Türk-İş’in yanıldığı yer, Devlet baba diye, onun dış görünüşü olan Hükümatın bile en dar ve doğrudan doğruya hiçbir iş görmeyen yanıyla, Bakanlar Kurulu ile, her işin yoluna konulabileceğine inanmasından başlar.”, diyordu.

Gerçi aradan geçen elli yılda, parlamenter sistem, meclis falan kalmadı. Günümüzde ise tek kişinin ağzından çıkan kararnamelerle idare ediliyor devlet.

Fakat görüldüğü gibi aradan 50 yıl geçmiş hain yine aynı ihanetlerine devam ediyor.

Neymiş, işçilerin sorunlarını bakanlığa iletmiş miş…

Onlar da Üçlü Danışma Kurulu gündemine almışlar mış…

Yani “ölme eşeğim ölme…” hikâyesi.

İşte bu da başka bir “Komisyoncu sarı sendikacılık”

Kıvılcımlı Usta, bunları da kulaklarından tutarak şöyle teşhir eder:

“1- Sendikacılıkla yükünü yapan nice keskin işçi “Yönetici”leri, bugün öbür yana geçmiş, irili ufaklı işveren olmuştur. Örneklerini saymakla bitiremeyiz. Bu memleket hep o tersine akıntılardan bin yıl geri tepiyor. Hiç değilse artık işçi sendikaları işveren fideliği olmamalıdır.

“2- Gözlerimiz önündeki sendikacı çekişmeleri, İşçi Sınıfının yararını kendi çıkarı sananların para veya külah paylaşmakta birbirlerine düşmelerinden ileri geliyor. Eğitim gibi aydınlığı karanlığa çeviren, Grevin gözyaşılı lokmalarını saray dalgasına kaydıran yalancı pehlivanlar ortalıkta kol geziyor. Onlar, başları boş bırakılıp çıkarları uğruna tepişsinler diye Türkiye İşçi Sınıfının hareket ve teşkilâtları dejenere edilmemelidir.

“3- Ölü gözünden yaş çalmakta usta özel sermayeci ecnebi devletler; Türkiye’de işçi yöneticilerinin kara gözleri için balıklara inci atan Osmanlı Padişahı kadar deli, hele işçi hareketine metelik verecek enayi hiç değildirler. Verdikleri paraları çarçur ettiğimizi onlara çaktırmıyoruz sanırsak, kurnazlığımızdan beynimiz ufalmış demektir. Onların Allah’tan istedikleri bir göz (işverenlerimiz)dür, ama birkaç milyonla işçilerimizi de yağma hırlaşmasında soysuzlaştırabilirlerse, Allah vermiş olur iki göz! Bu toprakta, ecnebi önünde işverenler gibi başları kel işçi yöneticileri üreyip, türememelidir.

“Bu dünyanın, namuslu kalmaktan başka hiçbir ama hiçbir menfaati bulunmayan tek sosyal sınıf İşçi Sınıfıdır. Çünkü, nereden kalkar, nereye varırsa varsın, her dalavere, malaverenin ardında işçi Mehmet nöbete çıkar. Onun için biz dalavere istemiyoruz. Dalaverenin ne büyüğünü, ne küçüğünü, ne kendimiz için, ne başkaları için istemiyoruz. Dalavereden işçiye hayır gelmez.” (age, s. 65)

Neyse ki; dünyada “namuslu kalmaktan başka hiçbir menfaati bulunmayan sınıf İşçi Sınıfı”mızın; namuslu kalmaktan başka hiçbir çıkarı olmayan Nakliyat-İş ve onun önderleri gibi sendikacıları var.

Yukarıda belirtilen “komisyoncu sarı sendikacılar” karşısında İŞÇİ SINIFI BİLİNCİYLE HAREKET EDEN ve nerede bir mağdur işçi varsa orada hak arama mücadelesine önderlik eden, gerçek devrimci Sınıf Sendikacılarımız var.

Günün acil görevi; DİSK’in Adını, Tarihini ve Mücadele Geleneğini sürdüren Nakliyat-İş’leri çoğaltmaktır.