Syriza = İhanete imza
Vikipedi’den aldığımız aşağıdaki liste Syriza’nın bileşimini göstermektedir. Bir eksik bir fazla bileşim budur:
“– Aktif Yurttaşlar (Ενεργοί Πολίτες): demokratik sosyalizm, vatanseverlik,
“– Antikapitalist Siyasi Grup (ΑΠΟ): komünizm, troçkizm,
“– Yunanistan Komünist Örgütü (KOE): maoizm, komünizm,
“– Demokratik Sosyal Hareket (DIKKI): sol milliyetçilik, sosyalizm, avroşüpheciliği,
“– Yunanistan Ekososyalistleri: eko-sosyalizm, sol ekoloji,
“– Uluslararası İşçilerin Solu (DEA): devrimci sosyalizm, komünizm, troçkizm,
“– Aksiyon Solu’nda Birleşme Hareketi (KEDA): komünizm,
“– Radikal Sol Grup Roza,
“– Radikaller (Ριζοσπάστες): demokratik sosyalizm, vatanseverlik,
“– Kızıl (Κόκκινο): komünizm, troçkizm
“– Komünist Ekolojik Sol Yenilenme (AKOA): demokratik sosyalizm, avrokomünizm, çevreciler,
“– Synaspismós (SYN): demokratik sosyalizm, eko-sosyalizm, avrokomünizm, çevrecilik, feminizm,
“– Üniter Hareket: demokratik sosyalizm, sosyal demokrasi
“– Ve birkaç bağımsız sol aydın” (Vikipedi, Syriza maddesi.)
***
Ziya Paşa’nın Terkib-i Bend’inde ünlü bir beyit vardır:
Cânan gide, rindân dağıla, mey ola rîzan
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
Açıklaması:
Sevgili gitse, dostlar-âşıklar dağılsa, şarap dökülse…
Böyle bir gecenin sabahından hiç hayır umulur mu?
Syriza bileşenlerine bakınca insan, Ziya Paşa gibi söylenmekten kendini alamıyor.
Zaten de “Hayr umul”amayacağını Syriza’nın “Seçim Zaferi”nden hemen sonra yayımladığımız “Syriza’nın Seçim Zaferi Yunan Halkının Kurtuluşu mu?” başlıklı yazımızda tüm açıklığıyla ortaya koymuştuk. (https://www.kurtulusyolu.org/syrizanin-secim-zaferi-yunan-halkinin-kurtulusu-mu/)
Çünkü yukarıdaki örgüt ve kişilerin adlarındaki “devrimci”, “solcu”, “troçkist”, “maoist”, “radikal”, “komünist” vb. sıfatların hiçbir önemi yoktur. Bunların hepsi üç başlık altında toplanabilir:
1- Sosyal Demokratlar,
2- Avrupa Komünistleri,
3- Anarşistler.
Hepsinin ortak özelliği, halktan yana gibi görünmeleri, özde ise Finans-Kapital politikacıları olmalarıdır.
Hele son maddede “Ve birkaç bağımsız sol aydın” diye belirtilen bileşen tam evlere şenliktir. Çünkü siyasette tek kişi demek anarşist demektir. Tek kişiden sosyalist de, komünist de, devrimci de olmaz. Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın deyimiyle:
“Tek başına insan ya Allah ya Şeytan… Birsen iki olacaksın, ikiysen üç olacaksın; organ olacaksın.” Yani o tekil kişiler zaten anarşisttir. Ayrıca kategorize edilmeleri gerekmez bile…
Bunların tümünün Marksist-Leninist literatürdeki ortak adları ise devrim kaçkınlığı, devrime ihanet, devrimin önündeki takozdur. Ezilen sınıflardan yanaymış gibi görünüp burjuva politikaları yürüten kadrolardır bunlar.
Demek ki bütün şatafatlı sözlerine ve afili, “karizmatik” liderlerine rağmen karşımızda gerçek devrimci bir hareket yoktu. Çünkü Devrimci olmak demek; 19’uncu Yüzyıl’da Marksist olmak, 20 ve 21’inci Yüzyıl’da ise Marksist-Leninist olmak demektir. Oysa bu hareketlerin Marksizm-Leninizm’le hiçbir ilgileri yoktur. Dolayısıyla devrimcilikleri de yoktur.
Kısacası tüm bu görkemli adların altında yatan düşünce-davranış sistemi, devrimi değil; burjuva düzeninin girdiği açmazdan çıkabilmesi için, halkın gözüne kül serperek, onu kırıntılarla avutmayı; böylece Parababalarının (Finans-Kapitalistlerin) düzeninin devam etmesini sağlamayı amaçlar. Türkiye siyasetindeki ünlü deyişle; “Komünizme taşmayı önleyen son bent”tir.
Bilindiği gibi Dünyada ve Türkiye’de öyle bir rüzgâr estirildi ki, sanki Yunanistan’da Syriza iktidara gelince devrim olmuş; sanki halk iktidarı kurulmuştu. Oysa olup biten şey, özetlediğimiz durumdu. Bilimsel Sosyalist bilincimiz daha olayın başlangıcında bize bunu kavrama, çözümleme imkânını fazlasıyla sunuyordu. Bilimin görevi de zaten buydu: Verileri yan yana koyunca o verilerin hangi şartların sonucu olduğunu ve bu yeni şartların determine ettiği (belirlediği) durumun hangi sonuçları doğuracağını önceden görmek, göstermek.
Yunanistan’da Syriza neden doğdu?
Bilindiği gibi Yunanistan, AB ve ABD Emperyalistleri tarafından ödeyemeyeceği kadar büyük borç yükü altına sokulmuştu. Bu borçların anaparası bir tarafa, faizlerini bile ödeyemez duruma düşürülmüştü. Yunanistan’ı bu ekonomik çöküntüden hiçbir burjuva partisi kurtaramamış, emperyalistlerin, özellikle de Almanya’nın tavizsiz tutumu yüzünden Yunanistan’a, biz Türkiye halklarının da çok aşinası olduğumuz “acı reçeteler” sunulmuştu. Bir diğer adıyla “tasarruf tedbirleri”yle Yunan Halkının ümüğü sıkılıyor, kemer üstüne kemer sıkması isteniyordu. Yunan Halkının bu ölüm ve zulüm tedbirlerine gösterdiği tepki yüzünden de ardı ardına hükümetler kağıttan şatolar gibi devriliyordu.
Üstte hakim sınıflar “yapamazuk, edemezük, yönetemezük” diyorlar, altta ise halk kitleleri “istemezük” diyorlardı. Yani Yunanistan, objektif devrim şartları bakımından olgunlaşmış durumdaydı.
Devrimin olabilmesi için devrimin olmazsa olmaz ikinci şartı sübjektif şartların da olgunlaşmış olması gerekirdi. Yani İşçi Sınıfını örgütlemiş ve onun önderliğinde emekçi halk kitlelerini ordulaştırmış, bu kitleleri yönetme yeteneği olan Proletarya Partisinin de var olması gerekirdi. İşte Devrim açısından Yunanistan’ın öldürücü eksiği buydu. Zaten yerli-yabancı Parababaları da böyle bir önderlik oluşmasın, kitleler onunla buluşmasın diye Syriza denen Truva Atı’nı örgütlediler, önünü açtılar, iktidar olmasına göz yumdular.
İşte budur ol hikayet…
Syriza’nin ruhu budur…
Ruhu bu olunca davranışı da buna uygun oldu.
Önce halkı, AB ve IMF’nin dayattığı “tasarruf tedbirleri” denen kölelik anlaşmalarına “hayır” demeye çağırdı, bizzat kendisinin hayata geçirdiği “Referandum”da. Bu Referandumda halk tam da Syriza’nın ve onun “karizmatik” (kerizmatik de okunabilir) lideri Çipras’ın istediğini (daha doğrusu ister göründüğünü), hatta ondan da âlâsını verdi: Yüzde 61 gibi ezici bir çoğunlukla bu kölelik anlaşmalarına, “tasarruf tedbirleri”ne “hayır” dedi, reddetti.
Syriza daha ne isteyebilirdi?..
Yunan Halkı ezici bir çoğunlukla Syriza’nın kararını desteklemişti. O zaman gereği yapılmalıydı: AB’den ve Avro Bölgesinden çıkılmalı; devrimci bir atılımla Sosyalist Toplum inşasına girişilmeliydi…
Ama tarih tekerrür ediyordu. Sosyal demokrasinin tarihsel görevini yapacağı an bu andı:
Kelle koltukta, cesaretle davranıp kitlelerle birlikte geleceği kurmak, Sosyalist Toplumu inşa etmek yerine; kitleleri gözünü kırpmadan Parababalarına kurban etmek.
Syriza da aynen böyle davrandı. Sanki halk köleliğe “hayır” değil de “evet” demiş gibi, hiç zaman kaybetmeksizin Parlamentoya “Tasarruf Tedbirleri”ni yürürlüğe sokmak için kanun teklifleri sundu.
İşin özeti kerizmatik lider Emperyalist ağababalarına, özellikle de Almanya’ya-Merkel’e blöf yapmış, blöfünü yutturamayınca da teslim bayrağını çekmiştir. Arkasında kocaman halk desteği olmasına rağmen…
Çipras’ın yükselişi ne kadar görkemli ve hızlı olmuşsa, düşüşü de aynı oranda hızlı ve trajik olmuştur.
Syriza ve Çipras özetçe budur.
Sonsöz:
Usta’nın şu sözüne kulaklarımızı açmamız ve hiç unutmamamız gerekiyor:
“İnsanlığın önünde iki rahmetten biri var: ya bilesiye, tüm bilinçli, kıyasıya, öldüresiye ve ölesiye Milli Kurtuluş Savaşı göze alınır yahut sürünesiye, sömürülesiye, çürüyesiye, geberesiye, kullaşılır, köleleşilir. Ya Kurtuluş Savaşı ya da en soysuzca Köleleşmenin Mezar Taşı.” (Hikmet Kıvılcımlı.)