Yunanistan, 20’nci Adamızı da işgal etti
Av. Tacettin Çolak
Altmışlı ve daha üstü yaşlarda olanlarımız hatırlar, Demirel’in onlarca gafının arasında bir söz vardır: “Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh, Ege bir göl de değildir.” diye.
Bu sözün sarf edildiği yetmişli yıllarda Yunanistan’la aramızda Ege Denizi’nde “karasuları”, “kıta sahanlığı”, “münhasır ekonomik bölge” gibi sorunlar tartışılırdı.
Öncelikle bu Deniz Hukuku tanımlamalarını birer cümle ile açıklayalım:
Karasuları: Kıyı devletinin kara ülkesini çevreleyen ve uluslararası hukuka uygun olarak kıyıdan açığa doğru belirli bir genişliğe kadar uzanan, kıyı devletine ait deniz alanına verilen addır.
Kıta Sahanlığı: Kıyı devletinin kara ülkesinin denizin altında devam eden doğal uzantısıdır.
Münhasır Ekonomik Bölge: Kıyı devletinin karasuları esas hattından başlamak suretiyle 200 deniz mili açığa kadar giden deniz bölgesinde; su altında, toprak altında ve deniz yatağında kıyı devletine bazı ekonomik haklar veren bölgedir.
Yani denizlere kıyı devletlerin bu alanlarda tek yanlı tasarruf yetkisi yoktur. Kıyı devletlerinin Denizlerdeki egemenlik haklarını ifade eden bu bölgelerde ancak Uluslararası Hukuka uygun davranma zorunluluğu vardır. Uluslararası hukuku, devletlerarası antlaşmaları dışlayan, yok sayan her davranış kıyı devletlerin egemenlik hakkına saldırıdır.
Uluslararası Deniz Hukukunun en fazla ihlal edildiği alan, “Adalar Denizi” de denilen Ege Denizi’dir. Ege Denizi’ne kıyı devletler olan Türkiye ve Yunanistan arasındaki statü; Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın zaferinden sonra imzalanan Lozan Antlaşması’yla belirlenmiştir.
Lozan Antlaşması’yla Ege Denizi’ne kıyısı olan devletlerin karasuları 3 mil olacaktı. Yunanistan bunu 1936 yılında tek taraflı olarak 6 mile çıkarttı. Türkiye ise ancak 27 Mayıs Politik Devrimi’nden sonra, 15 Mayıs 1964 tarih ve 476 sayılı Karasuları Kanunu ile Türk Karasularını 6 mile çıkarttığını ilan etti. Yani İnönü ve Menderes hükümetleri döneminde tam 28 yıl Yunanistan’ın bu dayatmasına ses çıkartılmadı.
Yunanistan boş durmadı, 70’li yılların başından itibaren karasularını 12 mile çıkartma girişimlerinde bulunmaya başladı. 1990’ların başında ise bu gerilim yüksek seviyeye ulaştı. Türkiye Parlamentosu; 08 Haziran 1995’te aldığı kararla; “Yunanistan’ın tek taraflı olarak karasularını 6 milin üstüne çıkartmasının casus belli (savaş nedeni) sayılacağını”, ilan etti.
Yunanistan, 1982 yılında imzalanan fakat Türkiye’nin taraf olmadığı Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni istediği şekilde yorumlayarak Ege Denizi’ndeki dengeleri tamamen kendi lehine çevirme yönünde hareket etmektedir.
Öyle ki, Yunanistan’ın karasularının 12 mile çıkartılması halinde Ege’deki açık deniz sahası % 56’dan, % 26.1’e ineceğinden Ege’deki uluslararası su yolu neredeyse kalmayacaktır.
Fakat Yunanistan, Dünya devletlerinin de tepkisini çekecek bu adımı atmak yerine 2004’den bu yana; Lozan’la Türkiye’ye bırakılmış olan ada, adacık ve kayalıklara çökmeyi tercih etmektedir.
Aradan geçen onlarca yılda Yunanistan’ın emellerinde bir değişiklik olmadı. Özellikle AKP iktidarı döneminde ciddi anlamda yol da aldı. Hiçbir engelle karşılaşmadan işgal ettiği adalara yenilerini katıyor.
Son olarak da; Limoniye Adası’nı işgal etti.
Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri emekli Kurmay Albay Sayın Ümit Yalım’ın tespitlerine göre; Muğla İli sınırları içinde bulunan Limoniye Adası’nda artık Yunan ve Bizans bayrakları dalgalanıyor. Limoniye Adası, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması’na göre Türkiye’nin egemenliğinde kalan adalardandır. Herke Adası ile Rodos Adası arasında bulunan Limoniye Adası, İstanbul’daki Büyükada’nın iki misli büyüklüğündedir.
Yunanistan, yerleşime ve turizme açtığı Limoniye Adası’nda, St. George ve Agios Minas kiliselerini inşa etti. Alimia Adası diye adlandırdıkları Limoniye Adası’na Rodos Adası’ndan günlük tekne turları düzenleyerek turist taşıyorlar. Ada etrafında bulunan batık tekneler için dalış turları düzenleniyorlar.
Bilindiği gibi, önceki yıllarda Muğla’nın Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardıççık ve Ardacık adaları ile Plati Kayalığı işgal edilmişti. Limoniye Adası’nın da işgal edilmesiyle, Yunanistan’ın egemenliğine giren Muğla adalarının sayısı 7’ye çıktı.
Yunanistan tarafından internet ortamında yayınlanan resimlerde, Limoniye Adası’ndaki St. George Kilisesi’nin Ağustos 2020’de restore edildiği ve Eylül-Ekim 2020’de de adaya Yunan ve Bizans bayraklarının dikildiği açıkça görülüyor.
Dolayısıyla Yunanistan; (Demirel’in gafının aksine) Ege’yi hâlâ bir Yunan gölü olarak görmektedir.
Biz ve Sayın Ümit Yalım; Yunanistan’ın bu yayılmacı emellerini yıllardır söylüyoruz, davalar açıyoruz, suç duyuruları, eylemler yapıyoruz. Fakat hem iktidar hem de muhalefet kanadında hep aynı duyarsızlık.
Ama AKP’giller ve onların “site güvenlikçisi”ne dönüştürdükleri Ordu; 2004’ten bu yana tüm ada işgallerine sessiz kaldığı gibi Limoniye Adası’nın işgalini de 5 aydır seyrediyor. Ya da görmezden gelmeye ve yok saymaya devam ediyor.
Sahi bunlar Yunanistan’la 25 Ocak 2021’den bu yana yürüttükleri “istikşafi görüşmeler”de ne yapıyorlar?
İşgal edilen vatan toprakları varken Yunanistan’la daha ne görüşülebilir?
Daha doğrusu Ege Denizi’nde 2004’ten bu yana tam 17 yıldır işgal edilen ve bugün itibariyle 20’ye çıkan vatan toprağını savunmanın “istikşafi görüşmeler”le olmayacağı çok nettir.
Bir zamanlar karasularının 6 milin üzerine çıkartılması savaş nedeni sayılıyor, siz ise vatan topraklarının işgal edilmesini görüşme konusu yapıyorsunuz.
Vatanın işgali görüşülür mü?
İşgali hemen sonlandıramıyorsan, teslim olmuşsun demektir.
Bu hikâyeden görüşmelerle siz kimi kandırıyorsunuz?
Bakın, Kuvayımilliyeci atalarımız ne yapmış?
Vatanın bilfiil işgali karşısında tam dört yıl süren bir kurtuluş savaşı ile önce düşmanı denize dökmüş, sonra da görüşmeler yoluyla o sizin beğenmediğiniz Lozan’ı imzalamışlar.
Ama siz ne yapıyorsunuz?
Lozan’da elde edilen kazanımları bir bir Yunanistan’a peşkeş çekiyorsunuz.
Sonuç olarak; AKP’giller bundan 17 yıl önce de Vatana İhanet suçunu işlediler. Bugün de aynı suçu işlemeye devam ediyorlar.
Bu suçun failleri 2004’ten bu yana görev yapan Devlet Başkanı, Başbakan, Bakan, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve tüm Valilerdir. Tabiî işgale karşı yaptığımız suç duyurularımızı işleme koymayan Savcılar da aynı suçun failleridirler.
Vatana ihanet suçunda zamanaşımı yoktur.
Halkın Demokratik İktidarında bu suçtan da yargılanacaksınız.