Bakış
“güne bakıyor bebek büyüyen yumruğuyla,
başaklar göverdi bak baş koydular bu yola.”
Özgürlük kelepçelerinden kurtulacak, halkıyla buluşacak elbet.
Güneş bile yasak şimdilerde sana. Gün doğmadan kalkıp yatağından ekmek için, aş için gidiyor, gün batınca dönüyorsun evine. Hani sen şimdi silemedin ya akan yaşını, hepimizin yüreğine aktı ya o yaşlar, bir kez daha gösterdiler bize senin ne kadar güçlü olduğunu. Haklısın diye vuruldu o kelepçe ellerine. Korktular senden… Emek sende, buğday senin elinden düşüyor toprağa, ekmek senin elinden geliyor soframıza… Güç sende, ondan korkuyorlar senden. Ola ki bir iken yüz olursun, bin olursun, alaşağı edersin her şeyi diye tüm bu titreyiş… Ağlama diyemedik sana, silemedik ya gözyaşlarını, yüreklerimizi biledin bir kez daha, bir kez daha utandık bizi bu hale düşürenlerden. Umut sende, bakma öyle çaresiz, cesaret de sensin, direniş de sensin.
Rızkları daha analarının karnında kesilen bebelerimizin, boynu bükük çocuklarımızın, elleri boş göğe açılan kadınlarımızın haykırışı var o bakışlarda. Bilemez onlar; evine ekmek götüremeyen babanın çocukları için kaygılanışıdır o bakışlar. İşten eve eli boş dönen ellerdir kelepçelenen lakin bugün insana kelepçe vuranlar, yüreklerimize, aklımıza, düşüncemize asla pranga takamadılar. Çiçek koysan solacak nice soğuk, karanlık zindanlarda söylendi gerçek vatanseverlerin, devrimcilerin özgürlük türküleri.
Bir yuvarlak masa kuruldu ve 6 kişi etrafına oturdu. Daha gelmeyen seçim zaferinin sarhoşluğuyla koltukları kapışmaya başladılar. Hepsinin karnı tok, sırtı pek… Görüşme bitince, bazıları masanın kaç ayağı olduğundan, bazıları eksik konuklardan dem vurdu da, kimse ateş düşen yuvalardan, tütmeyen ocaklardan söz etmedi.
Ey o masayı çepeçevre saran 6 kukla!!!
Neden siz de bir kere de olsa ellerinize kelepçe, ayaklarınıza pranga takıp oturmadınız Meclis kapılarında? Neden haykırmadınız işçinin, emekçinin sesini?
O bakışın müsebbibi (sorumlusu) aynı zamanda sizsiniz, yatağa aç giren bebelerin günahları aynı zamanda sizindir!
Gencecik yaşta yaşamlarına son veren öğretmenlerimizin ölmeden önceki feryadı duyuldu mu masanızda? Kaçınız titredi soğuktan? Hanginiz ayın sonu geliyor diye başını iki avucunun arasına alıp düşündü? İçinizde ya işten atılırsam diye geceyi sabah edeniniz oldu mu?
Kopacak fırtınaya gebedir o bakışlar. Gökyüzü hepimizin ve dünyanın neresinde olursa olsun, kavgada yiğit olan, ezilen halklar olacaktır. Masa kaç ayaklı olursa olsun, yüreklerinde halkın saltanatını kuramayanlar, gözyaşımızdaki hınçta boğulacaktır.
Ve ey AKP’giller!
Ne öğretmen, ne doktor ne de işçi bıraktınız onuru ayaklar altına alınmayan. Gençlerimizi cehalet bataklığına gömdünüz, din kisvesi altında her yolu mubah saydınız. Vatanımızı sattınız. Ağacı taş, havayı zehir ettiniz. Kardeşi kardeşe düşürüp, ufacık bir çocuğun bile yüreğine nifak tohumları ektiniz. Sonuç hiç değişmedi, o gözyaşını silemeyen elleri kelepçeli işçi var ya o işçi, ondan ödünüz koparcasına korktunuz. Sizi bilimin ışığıyla kör edecek, bileğinin hakkıyla devirecek yegâne sınıftır İşçi Sınıfımız. Sanmayın ki Güneş hep yasak, hiç sabah olmayacak sanmayın!
Ne diyor Ahmet Kaya, “Yorgunluğumun yaşamak gibi bir anlamı var, yine de yaşamaktan duyduğum mutluluğun tadına düşmanlarım ulaşamazlar (şiir böyle).”
Selam olsun her bir kirpiğinden cesaret akan İşçi Sınıfımıza!!!
Selam olsun elleri kelepçeli özgür emekçi sınıfımıza!!!
Eğitim Emekçisi
Bir Yoldaş