Emperyalist saldırganlık had safhada Nedeni ekonomik kriz!
Hüseyin Ali
İnsanlık, emperyalizmin en saldırgan dönemlerinden birini daha yaşıyor günümüzde. Yaklaşık 30 yıl önce Sovyetler Birliği’nin çöküşüyle başlayan bu açık emperyalist saldırganlık had safhada… En son kurtla kuzu hikâyesindeki gibi, “suyumu bulandırdın” diyerek Suriye Halkına saldırdı emperyalist canavarlar. Dünyanın öbür ucundan gelip, coğrafi olarak hiçbir temaslarının olmadığı Suriye’yi vurdular.
Bizim Din Bezirgânları, her zamanki gibi Müslüman halkın emperyalistlerce veya Modern Haçlılarca bombalanmasına secde ettiler. Hemen arkasından, 16 Nisan’da Türkiye’ye gelen NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise, Din Bezirgânlarının emperyalizme sadakatlerini kutsadı bir bakıma… Şöyle dedi:
“Hiçbir NATO ülkesinin bu kadar terör saldırısıyla mücadele etmediğini unutmamamız gerekir. Beğensek de beğenmesek de Türkiye NATO sınırlarını korumada kilit rol oynuyor. Türkiye çok önemli bir müttefikimizdir.”
Evet, Malum Kişi’ye vaktiyle BOP Eşbaşkanlığı görevi biçilmişti. “Eyy Amerika” çıkışlarına rağmen, bu “kilit” görev devam etmektedir. NATO, BOP’tan ayrı değildir.
Emperyalizm sadece Suriye’de değil, dünyanın dört bir yanında terör estiriyor. Rusya’yı, Çin’i, İran’ı, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’ni tehdit ediyor. Küba’da ablukayı sürdürüyor. Venezuela’da Maduro yönetimini düşürmek için elinden geleni yapıyor. Yemen’de, Gürcistan’da, Ermenistan’da, Ukrayna’da saldırgan politikaların arkasında emperyalizm var. Durmuyor, dünya halklarını silahlandırıyor, ayrılıkları kaşıyor, kışkırtıyor, savaşlar çıkarıyor.
Lenin, “Politika ekonominin yoğunlaşmış halidir”, der. Dolayısıyla emperyalist saldırganlığın nedeni ekonomide aranmalı.
Kapitalizm 20. Yüzyıl’la birlikte Emperyalizme sıçradı. Emperyalizm tekel ekonomisi demektir. Tekel ekonomisi, kapitalizmin üretken formu olan rekabetçi ekonominin son bulmasıdır. Rekabetin olmayışı üretkenliği gittikçe düşürür. Sermayenin organik bileşimi (sabit sermayenin değişken sermayeye oranı) artar. Tekellerin kâr oranı düşer.
Örneğin, son 10 yılda kapitalist ekonomide üretkenlik artışı %1’in altında. Oysa, bu oran 1995-2005 arasında % 3’tü. Özellikle imalat sanayisinde üretkenlikte düşme çok daha belirgin (Resim 1).
Rekabetçi dönemde her 8-10 yılda bir gelen ekonomik bunalım, emperyalizm döneminde sürekli hale gelir. Lenin’in dediği gibi, “Emperyalizm, kapitalizmin genel bunalım dönemidir.”
Kapitalist ekonominin diğer önemli bir hastalığı kapitalizmin eşitsiz gelişimidir. Zaman içinde belli üretim kolları veya belli kapitalist ülkeler büyümede, üretkenlikte öne geçer. Bu durum emperyalist kapitalizmin çelişkilerini kızıştırır. Bu durum, sürekli ekonomik bunalımın da etkisiyle savaşları doğurur. Bu yüzden, dünyamız iki büyük emperyalist savaş yaşamıştır.
Her iki büyük emperyalist savaştan sonra da insanlığın sosyalizm arayışına girmesi, emperyalizmi büyük genel bir savaştan alıkoymaktadır. Tabii, nükleer silahların varlığı da emperyalizm için caydırıcı olmaktadır.
Günümüzde bıraksalar Trump Delisi bir dünya savaşı çıkarmaya hazır. Aslında ekonomik kriz şartları da bunu zorluyor. Daha yeni Trump, Mart 2018’de “ticaret savaşı” anlamına gelen bazı ekonomik kararlar aldı. Gümrük duvarlarını yükseltti: İthalatta gümrük vergilerini çelik ürünlerinde % 25, alüminyum ürünlerinde % 10 yaptım, dedi çıktı. Aslında bu çıkış, emperyalizmin tutturduğu “küreselleşme” masalına aykırı. Küreselleşmeden kasıt, gümrük duvarlarının indirilerek emperyalist tekellerin dünya halklarını daha pürüzsüz, tereyağından kıl çeker gibi, sömürmesi aslında.
O halde; “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”, denecek.
Nitekim Çin, ABD’nin bu yaklaşımının Dünya Ticaret Örgütü tarafından konulan yasaların ihlali anlamına geldiğini belirterek kınadı. Hatta Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı Zhang Yesui, “ABD ile bir ticaret savaşı istemediklerini, ancak Çin’in çıkarları zarar görürse buna yanıt vereceklerini” söyledi (Hürriyet Haber, 4 Mart 2018).
Amerikan Emperyalizminin bu kuralsız, hatta Dünya Ticaret Örgütü çatısı altında kendi koyduğu kurallara bile uymayan bel altı vuruşunun nedeni ekonomik kriz kuşkusuz. Çünkü “Kriz Geliyor!”.
Eski IMF Politika Geliştirme ve Değerlendirme Bölümü Başkan Yardımcısı ve önemli bir “piyasa ekonomisi strateji” olan Desmond Lachman, 14 Şubat 2018 tarihli ve “Kriz Geliyor” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Bir makroekonomist olarak hem IMF’de, hem de Wall Street’teki kariyerim bana şunu öğretti: Ne zaman ortaya çıkacağı belli olmayan makroekonomik durumlarda belli bir zaman vermediğiniz sürece genel (kaba) tahminler yürütmek uygundur. Ama öyle durumlar olur ki, bugün yaşadığımız süreç gibi, kanıtlar ağırlıklı olarak nispeten kısa bir sürede büyük bir ekonomik krizin olacağını işaret eder. Böyle durumlarda hâlâ genel tahminlerde bulunmak zordur.
“Ve işte öyle bir durum. Gelecek yıl bu zamana kadar, 2008-2009 krizi gibi küresel bir ekonomik ve mali piyasa krizi yaşayacağız. Janet Yellen’in (ABD Merkez Bankası Başkanı) güvence vermesine rağmen biz bu krizi göreceğiz ve bu öyle bir kriz olacak ki, onun (Yellen) ömrü boyunca böyle bir kriz daha olmayacak.” (https://www.usnews.com/opinion/economic-intelligence/articles/2018-02-14/us-economy-is-in-danger-of-overheating-and-exploding-into-financial-crisis).
Lachman, kendinden emin. Daha sonra bu görüşünün dayanaklarını şöyle sayıyor:
“Yakında patlak verecek küresel ekonomik krizin iki nedeni var: Birincisi, böyle bir krizin tüm bileşenleri şu anda mevcut. İkincisi, hem ABD Merkez Bankası (Federal Reserve Bank), hem de ABD yönetiminin ekonomi politikasındaki büyük hataları nedeniyle, ABD ekonomisi yakında aşırı ısınma tehlikesi altında ki, bu da enflasyonu uyandıracaktır. Bu da büyük olasılıkla faiz oranlarını yükseltecek ve tüm dünyada fiyat artışlarını tetikleyecektir.”
“(…)
“Küresel ekonomik krizin diğer bir ana bileşeni ise çok yüksek borç düzeyidir. Bugün durum bu bakımdan çok endişe vericidir. IMF tahminlerine göre, küresel boyutta borçların gayrı safi milli hâsılaya oranı 2008 krizindekinden çok daha yüksektir.”
Lachman, küresel krizin nedenleri böyle ortaya koyduktan sonra yazısını şöyle tamamlıyor:
“Gelecek yıl bu zamanlar, söylediklerimin olmaması ve yeni bir küresel ekonomik resesyona girilmemesi durumunda yanılmış olduğumu, küresel ekonomik görünüm konusunda çok pesimist düşündüğümü kabul edeceğim. Ancak, tüm veriler zıt yönü gösterdiği sürece görüşlerimin arkasındayım.”
Evet kriz kapıda! Krizin faturası ise her zaman olduğu gibi yoksul dünya halklarının sırtına yüklenecek. Acı gerçek bu!
Çünkü tekeller ekonomisi söz konusu. Ve tekeller devletle bütünleşmişlerdir. Ekonomi politikalarını da, siyaseti de onlar yönlendirir. Tekellerden de kuşkusuz yoksul halkları düşünecek bir politika beklenemez. Çok çok halklardan alınan vergilerle batan şirketler devlet tarafından kurtarılır ve düze çıkarılır. Tabiî, “Sıkı Para Politikası” uygulanır, yani kemerler sıkılır, zamlar ve vergiler artırılır, ücretler daha da düşer.
Alavere dalavere Kürt Memet nöbete, yani…
Nitekim, Alman Küresel ve Bölgesel Çalışmalar Enstitüsü (German Institute of Global and Area Studies, GIGA) Başkanı Amrita Narlikar, Trump’ın gümrük tarifelerindeki artışla saldırısını, Foreign Affairs adlı dergide basılan yazısında şöyle değerlendiriyor:
“Geçen hafta Başkan Donald Trump’ın ithal çelik ve alüminyumda gümrük tarifelerini yükseltmesi, küresel bir ticaret savaşı korkusuna yol açtı. Ama gerçekte, uluslararası ticaret sistemi bir süreden beri çözülmektedir. Bugün kim Dünya Ticaret Örgütü’ne şöyle bir baksa, hemen bir ölü adam yürüyüşü görecektir.” (Foreign Affairs, 12 Mart 2018)
Yazar, Dünya Ticaret Örgütü temelinde uluslararası ticaret sisteminin çökmekte olduğunu vurguluyor. Yerinde bir tanımlama. Çünkü emperyalizm budur zaten. Asıl önemlisi, yazarın daha sonra yazdıkları:
“Dünya Ticaret Örgütü, inanması zor bir sonuca doğru ilerliyor görünümünde. Eğer küresel ticaret mekanizması gerçekten çökerse, bundan tüm taraflar olumsuz etkilenecektir ama özellikle de dünyanın en yoksulları.”
Daha sonra, bu görüşlerini şöyle açıklıyor yazar:
“Eğer Dünya Ticaret Örgütü çökerse, zengin ülkeler bir yandan ithalatı kısıtlamak için koruyucu önlemler alırken, bir yandan da gümrük tarifelerini yoksul ülkelerin aleyhine kolayca değiştirebilirler. İhracatını artırarak büyüme yolunda olan ve üretimini ihracata göre düzenleyen gelişmekte olan ülkeler bundan büyük zarar görecek. İhracatlarındaki azalma, etkilenen sanayi kollarının üreticilerini ve çalışanlarını doğrudan etkileyecek, sonuçta bu kayıplardan en fazla etkilenen yoksul halk kesimleri olacak.”
Evet, maalesef emperyalizm budur. Ticaret savaşları veya genel olarak emperyalist kapitalist sistemin açmazları, bunalımları, emekçi halk sınıf ve tabakalarını daha da yoksullaştırır, kazanılmış haklarının tırpanlanmasına yol açar.
Emperyalizmin saldırganlığının asıl daha belirgin göstergesi ise gerçek savaşlardır. Acımasızca milyonlarca insanı silah tekellerinin en yeni ürünleriyle katlederler. Emperyalist saldırganlıkta kuşkusuz Amerikan Emperyalizmi başı çekiyor. Amerikan Emperyalizminin yetkilileri, bu acımasızlıklarını itiraf etmekten de geri durmazlar. Örneğin ABD eski Adalet Bakanı Ramsey Clark, Birinci Körfez Savaşı ile ilgili şunları söylüyor:
“Körfez Savaşı’nda 42 gün içinde 11.000 sorti yapıldı, 88.000 ton bomba atıldı; bunlardan sadece % 7’si güdümlü, % 93’ü ise gelişigüzel atılan bombalardı. En az 125.000 asker, 130.000 sivil öldürdük. Öldürebildiğimiz herkesi öldürdük. Bu bir müdahale değil, bir katliamdı!” (Herkese Bilim Teknoloji, 1 Eylül 2017, Sayı 75).
Ramsey’in verdiği sayılar gerçeğin çok çok altında olsa da, yapılan işin bir katliam olduğunu kabul etmesi önemlidir. Emperyalizmin gerçek yüzünü, saldırganlığını, vahşiliğini ortaya koymaktadır. Üstelik bu yıkım, geri ülke halklarıyla kalmıyor. Kendi ülkelerinin insanları da etkileniyor. Nitekim kendi askerlerinin yaşadığı Vietnam Sendromu’nu ve Körfez Savaşı Sendromu’nu biliyoruz.
Amerikan Emperyalizmi, dünyanın öbür ucundan gelip, silah gücüyle ve piyonlarını da harekete geçirerek Suriye’nin petrol alanlarının önemli bir kesimini ele geçirmiş durumda. Bugün PYD/PKK eliyle Suriye petrol kaynaklarının % 70’ini ele geçirmiş durumda emperyalizm (Kaynak: http://www.internethaber.com/pyd-suriyedeki-petrol-yataklarini-isgal-etti-1845825h.htm).
Savaşla yıkılan kentleri veya zenginlikleri de Amerikan inşaat şirketleri “onaracak”. Planları böyle. Irak’ta böyle oldu çünkü.
İşin diğer yanını, emperyalist silah tekellerinin durumu oluşturuyor. Bugün, Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI) adlı kuruluşun verilerine göre dünyada silah satışlarının yaklaşık % 60’ını Amerikan tekelleri yapıyor (Resim 2).
Gene SIPRI verilerine göre, dünyada ilk 10 sırayı alan tekeller şöyle sıralanıyor: 1. Lockheed Martin (ABD), 2. Boeing (ABD), 3. BAE Systems (İngiltere), 4. Raytheon (ABD), 5. NorthropGrumman, 6. General Dynamics (ABD), 7. Airbus (AB), 8. United Technologies Corporation (ABD), 9. Leonardo S.p.A. (İtalya), 10. L3 Technologies (ABD).
Savaş tekelleri emperyalist devlet yönetimlerini silahlanma ve savaş yönünde kışkırtıyorlar. Dünya halklarını birbirine düşürmek için binbir oyun oynuyorlar. Tabiî her savaşta yukarıda adlarını saydığımız bu silah tekelleri ellerini ovuşturuyorlar.
İşte genel olarak bugün yaşadığımız emperyalist saldırganlığın başlıca nedenleri bunlar. Belirleyici nedenler ekonomiktir.
Tabiî, 1991’de başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist ülkelerin çöküşü de emperyalizmin köpeksiz köyde değneksiz dolaşmasına yol açtı.
Evet, bir bakıma emperyalizm Lenin’in deyişiyle “can çekişen kapitalizm”dir.
Ancak, gene de emperyalizmin kendi kendine yok olacağını düşünmek saflık olur.
Lenin’in de dediği gibi, emperyalizm devrimci güçlerce yıkılmadıkça kendiliğinden daha yüzyıllarca varlığını sürdürebilir.
Bu yüzden, dünya halklarının kahramanlarına, tüm devrimcilere, büyük görev düşüyor.