İşte Türkiye ekonomisinin hali pür melali
Tayyipgiller hançerelerini yırtarak diyorlar ki; “Türkiye ekonomisi iyi yolda. Şu anda dünyanın 17’nci büyük ekonomisi, 2023 yılında da dünyanın en büyük 10’uncu ekonomisi olacak!”
Bunun ham hayalden ya da büyük bir yalandan, aldatmadan, kandırmacadan ibaret olduğunu anlamak için “büyük” “anlı şanlı” ekonomist olmaya gerek yok. İstatistikler, raporlar okumaya, araştırmalar yapmaya da gerek yok. Kimi gazetelerde yayımlanan rakamlara bakıvermek yeter de artar bile.
İşte bu konuya ilişkin 18 Haziran’da Yurt Gazetesi’nde bir haber yayımlandı. Haber şöyleydi:
“500 büyük, bir Wall-Mart etmedi
“(…)
“İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından dün açıklanan “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” (İSO 500) araştırmasının 2014 yılı sonuçlarına göre, söz konusu listede yer alan şirketlerin toplam üretimden satışları 421 milyar 155 milyon 976 bin 571 lira oldu.
“Forbes dergisinin 2015 yılı “Dünyanın En Büyük 2000 Şirketi” listesinde ise 485,7 milyar dolarla Amerikan perakende sektörünün önde gelen şirketlerinden Wall-Mart Stores ilk sırada yer alıyor. Söz konusu şirketin satışları 485,7 milyar dolar olarak kayıtlara geçerken, bu rakam İSO 500’de yer alan şirketlerin toplam satışlarının 2,7 katı düzeyinde bulunuyor. Böylece Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu’nun toplam üretimden satış değeri, Wall-Mart Stores’in sadece yüzde 37,2’sini karşılayabiliyor.”
İşte gerçek bu! Başka söze gerek yok. Atmaya tutmaya, aldatmaya, kandırmaya da yer yok bu rakamlar karşısında.
Zaten sadece bu rakamlar değil bütün rakamlar, olgular da bu gerçekliği kanıtlıyor. Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre, Türkiye en hızlı büyüyen 15 ülke arasında 14’üncü.
Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO), 2010’da yüzde 9,2 olan büyüme oranının 2014’te yüzde 2,9’a gerilediğini açıkladı.
Peki niye böyle?
Var olan sanayimiz yerli, milli değil. Yabancı Tekelci şirketlerin acentesi durumunda. Çünkü “bizim” sanayicimiz, üretim yapmıyor. Yerli gibi gözüken şirketler de yabancıların hâkimiyetinde. Üretim yapan şirketler ise yabancıların. Onlar yaptığı üretim ise montajdan ibaret.
Oysa bir zamanlar, Birinci Ulusal Kurtuluştan sonra, 1930’lu ve sonraki yıllarda, Sovyetler Birliği’nin mali, teknoloji ve teknik eleman katkılarıyla yerli, ulusal bir sanayi kurma yolunda adımlar atılıyordu. Şeker fabrikaları, kömür madenleri, et ve süt ürünleri işleyen fabrikalar, Sümerbank, Kâğıt fabrikaları kuruluyor; sanayi geliştirilmeye çalışılıyordu. Ama ne yazık ki 1950 yılında Demokrat Parti (DP)’nin ABD tarafından iktidara getirilmesiyle birlikte, özellikle 1980’li yıllardaki Turgut Özal döneminde ve en yoğun .şekilde de Tayyipgiller iktidarı sırasında bu kamu kurumları, kamu fabrikaları yerli ve yabancı Parababalarına, esas olarak da yabancı Parababalarına, peşkeş çekildi. 1986 yılından 2002 yılına kadar olan 16 yıllık sürede 8 milyar dolarlık özelleştirme yapıldı. 2002 yılından 2014 yılına kadar olan sürede yapılan özelleştirmelerin toplam tutarı ise 61.8 milyar doları buldu.
Bu ne demektir?
Neredeyse bütün Kamu Mallarının yerli yabancı Parababalarına peşkeş çekilmesi, kamunun üretimden çekilmesi, var olan fabrikalarımızın (iletişimden, madenlere, yollara, köprülere, limanlara, bankalara kısacası aklınıza gelen her alanda) kapatılması, üretim dışı kalması demektir.
Bunun sonucu olarak da artık üretim yapılmadığını, şirketlerin elde ettikleri kârların da üretimden değil, üretim dışı gelirlerden kaynaklandığını bakın EBSO Başkanı Ender Yorgancılar nasıl itiraf ediyor:
“KÂRLILIK KİRALARDAN
“Genel olarak baktığımızda, bu kârlılık üretimden kaynaklanmıyor, firmalar kârlılıklarını üretim dışı al-sat veya kira gibi gelirlerle gerçekleştiriyor.”
İstanbul Sanayi Odası (İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan da bu gerçeği şöyle itiraf ediyor:
“Sanayici olarak inşaata ve inşaatçıya karşı değiliz, herkesin inşaatçı olmasına karşıyız. Elbette Türkiye gibi bir ülkede doğru yapılan inşaatın sanayiye artı değer getirdiği muhakkak. Ancak sanayi faaliyetlerini bırakıp geleceği inşaatta arama eğiliminin giderek artıyor olması hem Türkiye’nin geleceği hem de sanayinin ve inşaatın sürdürülebilirliği açısından bizi son derece endişelendiriyor.”
Gerçek bu olunca, ülkenin en büyük 500 şirketinin üretimden satışı, bir Wall-Mart etmiyor. Böyle olunca da dünyanın 10’uncu büyük ekonomisi olunamaz tabiî ki.
Şu anda dünyanın en kırılgan ekonomisine sahip, parası dolar karşısında en çok değer yitiren ülkesi ne yazık ki Türkiye. İç ve dış borç miktarı (onlar “stoku” diyorlar) 624 milyar lira olan ülke Türkiye.
Daha ne diyelim…
Ama bu böyle gitmeyecek. Halkın İktidarında bunların hepsinin hesabı sorulacak. Özelleştirilen Kamu Mallarımız tekrar Kamuya verilecek ve tekniğin en son sözüyle donatılmış fabrikalar, en modern teknikler ve bilimsel yöntemler uygulanarak verimli hale getirilecek, ülkemizin ekonomice kanatlanıp sanayice gelişkin, insan haklarına saygılı, gelirin adaletlice paylaşıldığı bir ülke haline gelmesinin yolunu açacağız. Bunu mutlaka başaracağız.