Site rengi

Tasarım

Kadının Kurtuluşu Devrimde, Sosyalizmde! Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

07.03.2021
1.245
A+
A-

Prof. Dr. Özler Çakır

Nadezhda K. Krupskaya, Lenin ile birlikte Sibirya’da Shushenskoye köyünde sürgündeyken, 1889’da Kadın İşçi adlı kitapçığını yazar.  İlk kitapçığı olduğu için üstesinden gelip gelemeyeceği konusunda oldukça kaygılıdır ancak Lenin onu cesaretlendirir. Kitapçığın ilk basımı Rusya’da, 1901 yılında illegal koşullarda yapılır. (https://www.marxists.org/archive/krupskaya/1889/the-woman-worker.pdf)

Krupskaya çalışmasında, Çarlık Rusya’sında emekçi kadınların sorunlarını Marksist bakış açısıyla irdeler. Sınıflı toplumda kadının uğradığı çifte sömürüyü anlatır, kadın sorunun çözümünün ancak ve ancak İşçi Sınıfının kurtuluşu ile mümkün olacağını ortaya koyar:

“Kadın işçi, İşçi Sınıfının bir üyesidir ve tüm çıkarları o sınıfın çıkarlarına sıkı sıkıya bağlıdır. İşçi Sınıfı kazandığında işçi kadının konumu değişecektir. Eğer İşçi Sınıfı cehalet içinde ve haklarından yoksun kalırsa, işçi kadın da bugün sahip olduğu aynı sefil varoluşu sürdürmeye devam edecektir. Bu nedenle kadın işçi, İşçi Sınıfının daha iyi bir gelecek elde etmesine kayıtsız kalamaz. İşçilerin davası, onun da en aziz ve hayati davasıdır. Bu dava, en az erkek işçiye olduğu kadar ona da yakındır.” (age)

Bu doğrultuda, tüm emekçi kadınları sınıfsal kurtuluş için mücadele etmeye çağırır:

“Tüm Ülkelerin İşçileri Birleşin” sloganının bir kadının kalbine dokunmaması mümkün değil. O kadının sosyalist bir sistem için, daha iyi bir gelecek için savaşçıların saflarına katılmaktan başka bir seçeneğinin olması mümkün değil.” (age)

Ve bu çağrı, o kadınların kalbine dokunur! Ezilen, sömürülen işçi-emekçi kadınlar, proletaryanın nihai kurtuluşuna giden yolda erkek yoldaşlarıyla birlikte saf tutarlar. Devrimler Kartalı Lenin’in önderliğinde şanlı Bolşevik Devrimi’ni gerçekleştirirler 1917 Ekim’inde.

Krupskaya, Kadın İşçi broşürünün 1925 yılında yapılan yeni baskısına yazdığı Önsöz’de:

“1900 yılından bu yana 25 yıl geçti ve bu süre zarfında pek çok ayaklanma oldu. Şubat ve Ekim devrimleri gerçekleşti. İşçi Sınıfı iktidara geldi. İşçi Sınıfının koşulları değişti ve bununla birlikte işçi kadın ile köylü kadının koşulları pek çok açıdan değişime uğradı. Yasalar değişti. Sovyet yasası işçi kadının ve köylü kadının haklarını korumakta.

“Komünist Partinin Kadın Seksiyonları etkinliğini arttırmakta ve işçi kadınlar ile köylü kadınlar günden güne daha fazla politik bilince ve özgüvene sahip olmakta ve yeni bir yaşamın inşasına her zamankinden daha fazla katılmaktalar.

“Kadın İşçi’nin satırları zamanla soldu. Ve geçmişte kaldı.

“İşçi kadının o günkü koşulları ile günümüz karşılaştırıldığında ne kadar ileri gittiğimizi görüyoruz.” der. (age)

Sosyalizm nasıl değiştirmişti Sovyet Rusya’da kadının durumunu?

Krupskaya, Lenin Usta’nın Kadınların Kurtuluşu adlı eserine yazdığı Önsöz’ünde bu durumu şöyle dile getirir:

“Eski rejim altında, kadınların yaşamları biteviye, ardı arkası kesilmeyen işlerle doluydu, ama bu çalışma hor görülen ve esaret damgası taşıyan türden bir çalışmaydı. Ve şimdi bu çalışma eğitimi ve çalışma konusundaki azim, kadınları sosyalizm kurucularının ve emek kahramanlarının ön saflarına yerleştiriyor.” (https://www.marxists.org/archive/krupskaya/works/krup1.htm)

Devrimden sonra Sovyet kadınlarının toplumsal yaşamdaki durumlarında ne gibi değişimler olmuştu?

Sovyet Rusya’da kadınlar toplumsal ekonomiye, yönetime, yasamaya ve hükümete katıldılar.

Mesleki ve toplumsal yeteneklerini geliştirmek için kurslar ve enstitüler açıldı.

Ortak mutfaklar, kamu aşevleri, yıkama ve onarma kuruluşları, kreşler, çocuk yuvaları ve çocuk yurtları, çeşitli eğitim kurumları kuruldu.

Kısacası tekil ev ekonomisinin iktisadi ve eğitsel görevleri toplumsal hale getirildi. Böylece kadın, eski ev köleliğinden ve erkeğe her türlü bağımlılıktan kurtuldu.

Acıdır ki devam edemediler… Dağılışa uğradı Sovyetler Birliği…

Ama Dünya Halklarının umudu olan Sosyalist Küba, kanlı zalim ABD Emperyalizminin tüm ambargolarına rağmen Kıvılcımlı Usta’nın deyimiyle 62 yıldır “Feleğe Meydan Okumaya” devam ediyor!

Küba Devrimi’nde Kübalı gerilla kadınların gösterdiği kahramanlıklar, devrim tarihinde şanlı yerini almıştır.

Devrimden sonra, sosyalist sistemin inşası ile birlikte, Kübalı kadınların ekonomik ve toplumsal yaşamdaki rollerinde de çok büyük değişimler olmuştur.

Partimiz Genel Başkanı Nurullah Ankut Efe, Kadın Sorunu’nu Diyalektik ve Tarihsel Materyalist metot ile taa evrim sürecinden başlayarak irdelediği ve çözümünü koyduğu Kadın İnsanlığa Geçiş Tarih Sosyalizm (Derleniş Yayınları, 2016) adlı eserinde, toplumsal üretime katılmanın kadını özgürleştiren en önemli etmenlerden biri olduğunu söylemektedir, Maddi hayata katılmanın kadını özgürleştirmenin en önemli yolu olduğunu dile getirirken, bizim gibi kapitalist toplumlarda bunun da önünün kesildiğine vurgu yapmaktadır.

Oysa sosyalist Küba’da devrimin hemen ardından kadın, yapılan düzenlemeler ile toplumsal üretimde yerini almıştır. Sosyalist Küba’nın bu konuda başardıklarını yalnızca “Çalışan Kadının Annelik Hakları” bakımından ele almak bile yeterince aydınlatıcı olacaktır

1963’te çıkarılan ve 1974’te genişletilen yasanın bazı maddeleri:

  1. Ücretli doğum izni süresi 12’si doğum sonrası olmak üzere 18 haftadır ( iki ya da daha çok doğumda ya da doğum tarihinin hesaplanmasında hata yapıldığı takdirde, bu süre iki hafta daha uzatılabilir)
  2. Hamilelik, doğum ve doğum sonrasında tıbbi bakım güvence altındadır.
  3. Anne ve yenidoğan bebeğinin tıbbi bakımı güvence altındadır.
  4. Her çalışan anneye çocuğunu emzirmesi ve bakması için bir saat ücretli izin verilir. (Margaret Randall, Küba’da Kadınlar, s.72-73)

2017 yılında ise, 339 ve 340 sayılı sayılı kararnameler ile “Kadın İşçilerin Anneliği ve Anneliğin Korunması”na ilişkin ek uygulamalar yürürlüğe girdi. (http://en.granma.cu/cuba/2017-04-19/supporting-working-mothers)

Anne-çocuk sağlığının korunması, devrimden hemen sonra Küba’nın en önemli sağlık politikası olmuştur. Küba’da anne ve çocuk sağlığı bakımı, Devlet tarafından verilen önceliğe, Ulusal Anne-Çocuk Sağlığı Programının uygulanmasına ve sağlık hizmetlerine eşit erişim garantisine dayanmaktadır (https://iris.paho.org/bitstream/handle/10665.2/34900/v42e272018_eng.pdf?sequence=5&isAllowed=y).

Francisco Rojas-Ochoa (2019), “Küba’nın Doğumevleri 1962-2017: Tarihi, Gelişimi, Güçlükler” başlıklı makalesinde, Küba’da devrim sonrası, korunmasız ve risk altındaki hamile kadınların günlük veya daha fazla yatılı olarak da kalabildiği 55 yıllık doğumevi deneyimini analiz ettiği makalesinde, sosyalizmin kadınlara ve çocuklara verdiği önemi bir kez daha somut olarak gözler önüne seriyor. Anne-çocuk sağlığı bakımından çok önemli kurumlar olan doğumevlerinin işlevlerinin, kuruluş ve çalışma ilkeleri yanı sıra elde ettikleri başarıların da ayrıntılı biçimde ele alındığı makaleden, ayrıntıya kaçmamak kaydıyla bazı kesitler aşağıda sunulmuştur: (https://scielosp.org/pdf/medicc/2019.v21n4/28-33/en ).

“Küba’nın doğumevleri, 1959 sonrası toplumsal dönüşümler bağlamında sağlık hizmetlerini tüm nüfusa genişletme genel hareketinin bir parçası olarak 1962 yılında kuruldu. Evlerin genel amacı hamile kadınların, annelerin ve yenidoğanların sağlığını iyileştirmekti. Dolayısıyla, Küba’nın kırsal kesimlerinde çok az hastanenin bulunduğu başlangıçta, ilk amaçları hamile kadınlara hastanelere daha yakın ev benzeri bir ortam sağlayarak kurumsal doğumları artırmaktı. Bu evlerde doğumdan önceki son haftalarını geçiren hamile kadınlar, ücretsiz tıbbi bakım, yatak ve yemek hizmeti almaktaydılar. Zamanla tüm Küba’da toplumsal hizmetlere ve hastane sağlık hizmetlerine erişimin yaygınlaşmasıyla birlikte, bu kurumlara kabul için sayılar, etkinlikler, yöntemler ve kriterler de değişim gösterdi.

“Doğumevlerinin merkezdeki en iyi ve donanımlı doğum hastanesinin yakınına kurulmalarının temel amacı, gebe kadınlara erken bakım sağlamak ve doğum sırasında kolayca hastaneye nakledilebilmelerini olanaklı kılmaktı. 1969’a kadar, öncelikle kırsal ve dağlık doğu illerinde kurulan evlere kabul için ana kriter, coğrafi izolasyon olmakla birlikte, kötü beslenme durumu ve sosyal koşullar kurumlara kabul kararına katkıda bulunmaktaydı.

“Konuk evlerini andıran evler, oturma ve yemek odaları (aktiviteler ve aile ziyaretleri için), birkaç yatak odası, banyo, mutfak ve çamaşırhanenin yanı sıra hemşire istasyonlarına ve temel muayene odalarına dönüştürülebilecek alanları içeriyordu.

“İzleyen yıllarda ev ve yatak sayıları hızla arttı. Kabul kriterleri, aynı zamanda sosyal belirleyicileri ve ruhsal sağlığını da dikkate alan 22 maternal-fetal risk faktörüne genişletildi. Aynı zamanda, orijinal tesislerin bir kısmı değişikliğe uğradı: evler, hastaneler yerine toplum temelli çok uzmanlıklı polikliniklerin yakınına, hatta bazen hastanelerden uzak bir yere taşındı. Bakım hem tıbbi hem de sosyal yönlere odaklandı. Anne adaylarına verilen eğitim doğum kontrol hapları, doğum için hazırlık ve hamilelik ve yenidoğan bakımı için tavsiyeleri içerecek şekilde geliştirildi; özellikle yenidoğanın bakımı, aşı ve diyetin önemi gibi konulara odaklanıldı.

“Bu süreçte, Aile Hekimliği ve Hemşire Programı pilot olarak uygulandı ve kısa süre sonra tüm Küba mahallelerinde bir aile doktoru ve hemşire görevlendirildi. Bu ikisi birlikte ele alındığında toplum temelli polikliniğe bağlı olan birinci basamak sağlık sistemi güçlendirilmiş ve önleyici, tedavi edici ve rehabilitasyon hizmetlerinin organizasyonunu iyileştirilmiş oldu. Aile doktoru ve hemşiresine, düzenli doğum öncesi ziyaretleri, sağlıklı bebek muayeneleri ve aşılar için ana sorumluluk verildi.

“1990-2010 yılları arasında sayıları hızla artan Küba doğumevlerine kabul kriterleri bir kez daha genişletildi. Hâlihazırda esnek olan programa yeni bir yöntem eklendi: gündüz pansiyonu – kadınlar günlerini orada geçirip geceleri kendi evlerine dönebilmekteydiler. Bu uygulamadaki temel amaç, özellikle hamilelik sürecinde yetersiz kiloya sahip olan anne adaylarının günde üç öğün yeterli beslenmesini garanti altına almaktı. Bu önlemler, 1990’lı yıllarda ABD Emperyalizminin Küba’ya uyguladığı ambargolar sürecinde çok önemli bir yere sahip oldu.

“Küba doğumevleri, her şeyden önce, sınırlı kaynaklar dahilinde evrensel sağlık güdüsü bağlamında kadınların, annelerin ve çocukların sağlığını iyileştirmek için kuruldu. Bu kurumların devam eden başarısının ve uygunluğunun anahtarı, sağlık otoritelerinin, sağlık inşasının katılımcıları olarak hamile kadınların kendileri tarafından ifade edilen ihtiyaçlara ne derece cevap verecekleri ve böylece doğumevi modeline genişleyen yeni değişiklikler önerme dereceleri olacaktır.

Yukarıda ayrıntılı biçimde aktardığımız tüm bu uygulamaların sonucunda Küba, emperyalizmin tüm ekonomik ablukalarına karşın, bebek ölümleri (0-1 yaş) oranı bakımından, binde 4.9 ile dünyadaki en düşük orana sahip ülkelerden biridir. Bu oranın Türkiye’de 9, ABD’de 6, Irak’ta 22, Afganistan’da 47 olduğu göz önüne alınacak olursa, Sosyalizmin ana-çocuk sağlığına verdiği önem bir kez daha somutlanmaktadır. (https://childmortality.org/ , http://en.granma.cu/cuba/2020-01-03/cuba-among-35-countries-worldwide-with-the-lowest-infant-mortality-rates-5)

Özetlersek, yukarıda karşılaştırmalı olarak verilen rakamlar temel bir noktaya bir kez daha işaret etmektedir:

Sömürü düzeninin hâkim olduğu günümüz sınıflı toplumlarında, kadın bir yandan “anne” olması nedeniyle üretim süreci dışında kalmaya ve ev kölesi olmaya mahkûm edilirken, işçi-emekçi annelerin hem kendi hem de bebeklerinin sağlıkları hep risk altındadır. Tüm bunlara ek olarak, üretim sürecine katılma şansını elde edebilen kadınlarımızın en doğal hakları olan “annelik hakkı” patronların azgın, insafsız ve ahlâksız sömürü çarkları içinde ellerinden alınmaktadır. Bu durumun pek çok örneği ülkemiz koşullarında da yaşanmaktadır.

Eylül 2020 tarihli Independent Türk’te yer alan haberde, Türkiye’de salgın sürecinde bir yandan işsizlik artarken ve iyi bir iş bulmak zorlaşırken bir taraftan da özelikle işe alımlarda kadınların daha fazla “Çocuk yapmayı düşünüyor musun” sorusuna muhatap kaldığı, kısa vadede çocuk yapmayı düşündüğünü söyleyen kadınların ise işe alımlarda tercih edilmediği dile getirilmekte.

Gazeteye röportaj veren bir kadınımız:

“Ben 5 yıla yakın çalışma   hayatımda bunu gördüm hep karşıma aile olma çocuk yapma engeli vardı. Ve ben de bir aile olacağım elbet zamanı geldiğinde, benim de çocuğum olacak. Ancak bu yaşadığım engeller beni umutsuzluğa kaptırıyor. Mart ayında işten çıkarıldım.  6 aydır ilk defa bulana kadar uzun süre işsiz kaldım. Çocuk yapacağım diye işe almıyorlar ne yazık ki. Ben çocuğum olsa dahi gerekli izinler sonrasında işime devam etme taraftarıyım. Tabiî ki bu engeli önüme koymayan bir işveren bulabilirsem” ,

“(…) Kadınlar bazı kurumlarda, işe alımlarda belirli bir süre evlenmeyeceklerine ve çocuk yapmayacaklarına dair sözleşme imzalıyorlar. İşlerini kaybetmemek için sözleşme süresi sonunda çocuk yapıyorlar. Hamilelik sürecinde ise performansınız düştü deyip mobbing uygulayan yöneticilere maruz kalıyorlar. Kadınlar aynı zamanda küçük çocukları engel olarak görüldüğü için kariyer, aile, çocuk kıskacında bırakılıyorlar. Dünyaya bir canlı getirmek adeta suç sayılıyor, çocuğumuzun olması kariyer hedeflerimizi ertelememiz anlamına geliyor.”

“‘Bir yıl hamile kalmaman için sana sözleşme imzalatmak istesek kabul eder misin’ dediler. Böyle bir şeyi asla kabul edemeyeceğimi ilettim ve dolayısıyla görüşmem olumsuz sonuçlandı” demektedir. (https://www.indyturk.com/node/251136/haber/i%C5%9F-ba%C5%9Fvurusunda-bir-y%C4%B1l-hamile-kalmamam-i%C3%A7in-s%C3%B6zle%C5%9Fme-imzalatmak-istediler)

Tabiî sınıflı toplum rezilliğinde böylesi durumlara düşürülen kadın, evliliğini de ahlâki olmayan biçimlerde kurabiliyor.

Bu durumu yukarıda değindiğimiz eserinde Genel Başkan’ımız Nurullah Ankut Efe şöyle çok çarpıcı biçimde şöyle ifade ediyor:

“Sömürü düzeninin egemen olduğu toplumlarda, evliliklerin büyük bir kısmı da buna benzer ahlâki olmayan durumlar üzerine inşa ediliyor, kuruluyor. Ama kadın burada da, cinselliğini ön planda tuttuğu için bunu yapmıyor.

“Ne için yapıyor?

“Çocuklarının geleceğini yani neslini güvenceye almak için yapıyor. Engels buna, kadının bu türden bir teklife evet demesine, toptan fahişelik, diyor. Fahişe parça parça satar, perakende satar kendini. Ama zengine serveti için evet diyen, onunla evlenen bir kadın toptan fahişelik yapıyor, diyor. Bir keresinde satıyor tümüyle kendini, diyor. İşte Ustalar böylesine doğru yorumluyorlar. Baktığımızda yüz küsur sene öncesinin yorumu; bugün, hemen hemen bir iki yıl önce çekilen bir belgeselle tam örtüşüyor.

“İşte kadının da bu durumdan kurtulması için ne gerekir?

“Çoluğunu çocuğunu yani geleceğini güvencede görmesi gerekir.

“İşte onun yolu da nereden geçiyor?

“Sınıfsız toplumdan, sosyalist toplumdan geçiyor. Çünkü orada her çocuğun güvencesi var. İşsizlik diye, doktorsuzluk, ilaçsızlık, bakımsızlık, evsizlik diye bir şey yok! O yüzden kadın böylesi satmalara düşmeyecek. Kendi kendini aşağılamayacak o toplumda. Onun maddi şartlarını ortadan kaldırıyor çünkü toplum. Yani ahlâki anlamda da, maddi anlamda da aşağılamanın, zulüm etmenin her türlü maddi şartı ortadan kalkıyor sosyalist toplumda. Statü olarak da, gelir olarak da, parasal açıdan da her türlü eşitsizlik ortadan kalkıyor. Yani maddi anlamda tam eşit oluyor.” (age. s. 146)

Yazımızı, Krupskaya’nın Kadın İşçi kitapçığından bir alıntı ile sonlandıralım:

“Sosyalist bir sistemde çocukların yetiştirilmesi ve eğitimi nasıl olacak?

“Sosyalistlerin çocukların sosyal olarak yetiştirilmesinden yana olduklarını söylemiştik. Öfkeli burjuva şöyle haykırıyor: “O korkunç sosyalistler, aileyi yok etmek ve çocukları ebeveynlerinden almak için yola çıktılar!”

“Yani, elbette, bu söylem saçmalık çünkü böyle bir şey söz konusu bile olamaz. Hiç kimse, hiçbir yerde çocukları ebeveynlerinden ayırmayı kesinlikle aklına getirmez. Çocukların sosyal olarak yetiştirilmesinden söz edildiğinde, her şeyden önce, ebeveynlerin çocuklarının geçimlerini sağlama kaygısını sona erdirmekten ve toplumun çocuğa sadece varoluş araçlarını sağlamakla kalmayıp, tam olarak ve çok yönlü gelişmesi için gerekli her şeyi yapmakla yükümlü olması gerektiği vurgulanmaktadır.”

O bir Marksist olarak bu satırları, kitapçığı yazdığı süreçte, henüz gerçekleşmemiş olmasına karşın, Sosyalizmin başta kadınlara olmak üzere, çocuklara ve tüm aileye sağlayacağı olanaklara olan sonsuz inancı ve özgüveni ile yazmıştı.

Ve Sosyalizm bu başarısını tüm dünya halklarına gösterdi ve göstermeye de devam ediyor.

İnsani olmayan her şey gibi, dünya halklarının baş düşmanı olan Emperyalist-Kapitalist Sistem yok olmaya mahkûmdur.q

 

Yaşasın Sosyalizm!

Kadının Kurtuluşu Devrimde, Sosyalizmde!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

26.02.2021