Site rengi

Tasarım

Mutsuz insanlar ülkesi Türkiye…

05.05.2017
832
A+
A-

Mutsuz insanlar ülkesi Türkiye…

Türkiye “Dünyanın en büyük 17’nci ekonomisi”ymiş(!)

Gel de rahmetli İ. İnönü Paşa’yı yâd etme: “Hadi canım sen de!” diye.

Bildiğimiz gibi AKP’giller ısrarla bunu gündeme getiriyorlar. Şöyle güçlü ekonomiye sahipmişiz, böyle güçlü ekonomimiz varmış… hatta Başbakan Yardımcısı İngiliz Mehmet öylesine uçuyor ki, geçtiğimiz 11 nisan’da; “Avrupa’da ilk ikiye, üçe oynarız” diyebiliyor.

Atmak serbest tabiî… Ama güçlülüğün ölçüsü olan somut olgular, olaylar, rakamlar vardır. Söze değil işe bakılır, hele de ekonomiden konuşuyorsanız.

Serum, hani hepimizin bildiği, ameliyat olduğumuzda, hastalandığımızda, güçsüz düştüğümüzde, zehirlendiğimizde, ilaç takviyesi vb. için verilen şey.

İşte bu serum, bir aparatla insan vücuduna zerk edilir, verilir. Hepimizin bildiği gibi de basit bir aparattır. Hortumlar, bağlantı parçaları ve serumun konulduğu bir torba vardır. Plastikten üretilmiştir.

E, yani diyeceksiniz, biliyorum, ne var bunda?

Bunda olan şu:

Biz bu plastik maddeleri üretemiyoruz! Serumun vücuda verilmesini sağlayan aparatı üretemiyoruz!

Gerçekten  öyle mi?..

Gerçekten öyleymiş…

Kim söylüyor bunu?

Türkiye’de serum üreten 5 fabrikadan birisinin sahibi olan Nurettin Çetinkaya.

Hürriyet yazarı Vahap Munyar’ın Kayseri’deki fabrikayı gezerken sorduğu soruya cevap olarak aynen şunu söylüyor:

“Serumda yerlilik oranını sordum, yanıtladı:

“- Su dışında her şey ithal… Torbası, plastik aparatları hep ithal. Şimdi aparatları yerli ürettirmek için çözüm ortağı arıyoruz.” (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/vahap-munyar/birileri-arkadan-itti-boluda-seruma-12-milyon-dolar-yatirdi-40435242)

Vahap Munyar, bu konuşmayı, 23 Nisan tarihli köşe yazısında anlattı. Yani daha birkaç günlük haber bu.

Siz, daha basit bir aparatı bile yapamayın, üretemeyin, ondan sonra halkımıza hikâye anlatın, dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisiyiz, diye. Sağlıkta devrim yaptık diye kandırın mecnunlarınızı. Oysa gerçek bu. Çıplak gerçek bu!

Daha serum, aparatı üretemeyen bir Türkiye…

Ama burada asıl üzücü olan şu: AKP’nin hülooğğcu’ları bunlara inanmıyorlar! Bu somut gerçeği görmüyorlar, bilmiyorlar. Gördürdüğünüzde, bildirdiğinizde de inanmıyorlar. Şöyle diyorlar örneğin Kurtuluş Partisi’nin facebook sayfasında Tayyip’i eleştiren bir yazıya yönelik yorum yaparken:

“Bu 80 yılda yapılmayanları 10 yılda çalarak yaptıysa sizinkiler ne yaptı keşke onlar da böyle çalsaydı.”

Anlayışa bakar mısınız Allah aşkına. “Çalmak” meşru bunlar için. Kabullenmişler hırsızlığı. “Hırsızlar İmparatorluğu”nun mecnunları olmuşlar. Ne yapsak boş değil mi bu hülooğğcu’lara?

 

Çocuklarımız mutsuz. Hem de çok mutsuz…

Kim söylüyor bunu?

OECD.

“MUTSUZLUKTA İLK SIRADAYIZ

“OECD, ilk ikisini 6 Aralık’ta yayınladığı 2015 Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı’nın (PISA) üçüncü raporu olan ‘Öğrenci Refahı’nda 72 ülkede 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin refah durumlarını inceledi. Öğrencilerle yapılan anket çalışmasıyla elde edilen sonuçlara göre Türkiye; verileri incelenen 28 OECD ülkesi içinde ‘yaşam memnuniyeti’ sıralamasında 10 üzerinden 6.12 puanla son sırada yer aldı. En mutlu öğrencilere sahip ülke 8.27 puanla Meksika oldu.

“ÜÇ ÖĞRENCİDEN BİRİ ÇOK MUTSUZ

“OECD, genel puanların yanı sıra öğrencilerin yaşam tatmin düzeylerine göre de veriler paylaştı. Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin 28.6’sı hayatından hiç memnun olmadığını belirtti. Türkiye bu oranla OECD’nin yüzde 11.8’lik ortalamasını neredeyse üçe katladı. Hayatından çok memnun olduğunu söyleyen öğrenci oranıysa OECD’nin yüzde 34.1’lik ortalamasının gerisinde kalarak, yüzde 26.3 oldu.” (http://www.hurriyet.com.tr/mutsuzlukta-ilk-siradayiz-40432394)

İşte size bir somut gerçek daha!

Birinciyiz ama sondan birinciyiz!

Ayıp. Zulüm.

Biz çocuklarımızı böyle mutsuz olsun diye mi doğuruyoruz, büyütüyoruz, okutuyoruz? Ama ne yazık ki gerçek bu.

 

Çocuklarımız Temel Bilimlerde sondan ikinci!

Üstelik aynı Rapor’un ortaya koyduğu daha fazla olumsuzluklarımız da var:

PISA 2015’te Türkiye sıra kaybederek 72 ülke içinde; matematikte 49, fen bilimlerinde 52 ve okumada 50’nci sırada yer almıştı.

“OECD, 34 üyesinin de aralarında bulunduğu 72 ülkede gerçekleştirdiği eğitim araştırmasının sonuçlarının yer aldığı merakla beklenen Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) Araştırması Raporu'nu Paris'te açıkladı. Özellikle bilim ve matematik alanında öğrencilerin seviyelerini ölçen raporda, bilim alanında eğitim seviyesi en yüksek ülkenin Singapur olduğu ortaya çıktı. Singapur'u Japonya, Taipei (Çin), Finlandiya ve Estonya takip etti. Tüm ülkeler 530 puanın üzerinde skor elde ederken, Türkiye 425 puanla, Meksika da 416 puanla bilim sıralamasında en sonda yer alan iki ülke oldu.” (http://www.cnnturk.com/dunya/pisa-2015-raporu-aciklandi-turkiye-sinifta-kaldi)

Düşünün, Temel Bilimlerinin hepsinde en sonlardayız. Hatta okuma da bile en sonlardayız. Ortaçağcı eğitim sonucu okullarımızın ve çocuklarımızın geldiği durumu düşünün. Bu çocukları yetiştiren toplumu ve öğretmenleri düşünün.

Yine Rapor’a göre; “Öğrencilerin yüzde 6.7’si ise öğretmeninin arkadaşlarının önünde haftada bir ya da daha fazla hakaret ettiğini belirtiyor. Türkiye bu oranla OECD ülkeleri arasında ilk sıraya yerleşiyor.”

Böylesine hakarete uğrayan çocuğun özgüvenli, başarılı bir birey olabilmesi, yetişebilmesi mümkün mü? Böylesine hakarete uğrayan çocuk okula gitmek ister mi? Giderse de başarı gösterir mi?

Rakamlar da zaten bunu doğruluyor:

“Ayrıca Türkiye’de öğrencilerin yüzde 61.4’ü kendilerini okula ait hissettiklerini belirtti. Türkiye bu oranla yüzde 73’lük OECD ortalamasını yakalayamadı. Fransa yüzde 41 ile öğrencilerin kendini okula en az ait hissettiği ülke olurken, İspanya yüzde 87.2 ile ilk sırada yer aldı.” (http://www.hurriyet.com.tr/mutsuzlukta-ilk-siradayiz-40432394)

Temel Bilimlerdeki başarı oranını yukarıda belirttik. Tekrarlamaya gerek var mı?

Yine aynı Rapor’a göre:

“OECD’nin PISA 2015 kapsamındaki üçüncü raporu ‘Öğrenci Refahı’na göre Türkiye aile desteğinde OECD ülkeleri arasında son sırada. Öğrencilerin yüzde 77.8’i ebeveynlerinin okul çalışmasıyla ilgilendiğini belirtirken, hiçbir OECD ülkesinde bu yüzde 85’in altına inmiyor.” (http://www.hurriyet.com.tr/aile-desteginde-sinifta-kaldik-40433377)

Çocukları böylesine mutsuz olan bir ülkede anne babaların mutlu olmaları düşünülebilir mi? Ya da tersten söylersek, işsizlik ve Pahalılık cehenneminde boğulan, toplumun düşürüldüğü ortaçağcı bataklıkta kıvranan anne babaların çocukları nasıl mutlu olabilir ki? Buna imkan var mı?

Yok. Ne yazık ki yok.

İşte size bir başlık daha. Bir gerçek daha.

 

Depresyon hapı kullanımında dünya şampiyonuyuz!

Niye? diye sormak gereksiz sanırız. Yukarıda söz ettiğimiz ve etmediğimiz, edemediğimiz onlarca, yüzlerce nedenin sonucu olarak şampiyonuz.

“Depresyon hapında da şampiyon olduk

“Sağlıkta, daha doğrusu sağlıksızlıkta pek çok konuda lider ülkeyiz.

“Mesela kalp-damar hastalıkları söz konusu olduğunda Avrupa şampiyonuyuz.

“Çocuk ölümleri meselesinde de iyi bir noktada olduğumuzu söylemek çok zor.

“Aynı durum şimdi de depresyonda var.

“Tüketilen depresyon haplarının miktarına bakılırsa neredeyse her 10 Türk vatandaşından biri depresyonda.

“Sıkıntılı günler geçirdiğimizi ben de kabul ediyorum.

“Kaygı verici süreçler yaşadığımızı ben de biliyorum.

“Gelecekle ilgili bazı tereddütlerimiz, endişelerimiz var, farkındayım ama bunların hiçbiri bizi depresyon şampiyonu yapmamalı.

“Sağlık Bakanlığımız şu depresyon konusuna da tüketilen hapların miktarına da bir el atmalı.” (http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/osman-muftuoglu/size-iki-iyi-iki-kotu-haberim-var-40425297)

Ne diyor Prof. Osman Müftüoğlu yukarıdaki yazısında?

Sağlıkta, daha doğrusu sağlıksızlıkta şampiyonuz.

Daha ne desin. Daha nasıl anlatılsın somut gerçeklik.

AKP’giller’e ve onların hülooğğcu’larına sorarsanız sağlıkta en ileri noktadayız…

Vah vah vah!..

 

Türkiye: insanların hayal bile kuramadığı ülke!

Eğitim ve psikoloji alanında 100’e yakın bilimsel yayına imza atan, yaptığı araştırmalarla dünyadaki en büyük eğitim araştırmaları derneği AERA gibi kurumlardan ödüller alan, 2015’te ABD Bilimler Akademisi Komisyonu’na seçilen, Hürriyet’te haftalık köşe yazıları kaleme alan, New York Üniversitesi’nde (NYU) davranışbilim ve istatistik dersleri veren, eğitimden siyasete geniş bir alanda bilimsel çalışmalar yöneten Prof. Selçuk Şirin,  ‘Bir Türkiye Hayali’ isimli yeni kitabında somutluyor bunları.

Hürriyet Gazetesi Pazar Eki’nde Yenal Bilgici soruyor, Selçuk R. Şirin yanıtlıyor:

“(…) Ama beni asıl kaygılandıran başka bir şey daha var. O da hayal kurmadaki eksikliğimiz.

“Kitabınızı okuduğumda beni de en çok bu konu kaygılandırmıştı. ‘Bright Future’ ve Intel’in 10 şehirde 8-55 yaş arası iki bin kişi ile görüşerek yaptığı bir araştırmaya, ‘Türkiye’nin hayal haritasına’ yer vermişsiniz kitapta; izninizle sizin satırlarınızla aktarıyorum: “Çocukların yarısı hayal kurmuyor. Yetişkinlerde hayal kuranların oranı sadece yüzde 14. Ve maalesef kurulan hayallerin önemli bir kısmı bir mesleğe sahip olma hayali. Katılanların neredeyse yüzde 80’i girişim yapmayı bir hayal olarak dahi aklından geçirmemiş. (…)

“(…)

“O hayal kuran çocuğu nasıl yetiştireceğiz?

“- Eleştirel düşünce becerisini geliştirerek. Bu öğrenebilen bir beceridir. Hayal kurmak için önce eleştirmek lazım. Basit örnek: Steve Jobs kullandığı telefonu kötü bulmasa daha iyisini üretmezdi. Var olan düzene itiraz etmeden yeni bir şey ortaya koyamazsınız. O itiraz, bir beceridir. Bu beceriyi dünyada kim ölçüyor biliyor musunuz?

“Kim?

“- OECD. Yani Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu bir ekonomik örgüt ölçüyor.

Niye ölçüyor peki?

“- Çünkü yeni ekonomiye katılacak gençlerin başarılı olmak için bilgiyi işlemesi, sentezlemesi gerekiyor ama hepsinin başlangıcı itiraz etmektir. Sistematik bir şekilde, eleştirel düşünce çerçevesinde itiraz etmektir. OECD ölçümlerinde Güney Kore’de eleştirel düşünceye sahip gençlerin oranı yüzde 28, bizdeyse 2.2. OECD ortalaması ise yüzde 10.5. Bunun üzerine oturup uzun uzun düşünmemiz lazım.” (http://www.hurriyet.com.tr/hayati-buldugu-gibi-birakmayan-insanlar-olmaliyiz-40377281)

Ne diyelim, ne anlatalım daha…

İşte size bir hatta birçok gerçek daha. İnsanlarımız (yetişkinlerimiz ve çocuklarımız, gençlerimiz) hayal bile kuramıyor. Hayal bile kuramayacak kadar yaşamdan umudunu kesmiş durumda. Bıkmış, usanmış, günü kurtarma derdine düşmüş durumda.

Ekonomiye bakıyor hiçbir olumluluk göremiyor. Döviz fiyatları almış başını gidiyor, Türk lirası tepe taklak düşüyor, var olan Kamu Malları ve Özel Sektör fabrikaları yabancı Parababalarına yeyim ediliyor. Üretim yok. Serum aparatı bile üretemiyoruz. İşsizlik can evinden vuruyor insanları. Pahalılık almış başını gidiyor. Tutabilene aşk olsun. Komşularımızla savaş içindeyiz. Ülkemizde de küçük çaplı bir savaş yürütüyoruz düşman olarak gösterdiğimiz bir halka karşı. Katliamlar, ölümler, yaralanmalar, yolsuzluklar, vurgunlar… Neden umut bekleyecek halkımız?

Bekleyemiyor doğal olarak ve hayal bile kuramıyor, depresyon haplarında buluyor çareyi. Bir kısım insanımız da, Allah’la aldatılarak AKP’giller tarafından, öbür dünyayı özlüyor. Onun için çaba sarf ediyor. Yaşadıklarını bir imtihan, bir sınama olarak görüyor. Öbür dünyaya hazırlanıyor, bugünkü gerçeklere gözlerini ve yüreğini kapatıyor.

 

Bu çarkı kıracağız! Bu düzeni yıkacağız!

AKP’giller, AB-D Emperyalistlerinin de desteğiyle, Reis’lerini Başkan yaptırmak için 16 Nisan Referandumu’nu gerçekleştirdiler. Referandum’da başarılı olmak, evet’i kazandırmak için devletin bütün olanaklarını kullandılar. Ülkenin her yanını Evet’li afişlerle, pankartlarla donattılar. Su gibi para harcadılar. Yasak olmasına rağmen devletin tüm imkânlarını kullandılar. Vb. vb… Buna rağmen yakınmaktan, zeytinyağı gibi su yüzüne çıkmaktan da geri durmadılar. Onlar zaten ar değil kâr dünyasında yaşadıkları için utanmayı tümden bıraktılar. Hatta Hürriyet yazarı Ahmet Hakan bile, dalga geçmek zorunda kaldı Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İlnur Çevik’in söylediğiyle. Şöyle demişti İlnur Çevik:

“Evet kampanyası çok zor şartlar altında yapıldı.”

İşte Ahmet Hakan, çok haklı olarak, “dünyanın en kısa ve en komik fıkrası” diye değerlendirdi bunu 16 Nisan tarihli yazısında.

Her türlü zorbalığı da kullandılar. Evlerini sabaha karşı basarak, kör uykularından uyandırarak gözaltına aldılar, tutukladılar ve cezaevlerine attılar insanları.

Bütün bunlara rağmen Halkımız, Cumhuriyet’e sahip çıktı. Sahip çıktı Birinci Kuvayimilliye yadigârı Meclise. Cumhuriyet’in kazanımlarına… Ve HAYIR, dedi.

Buna rağmen, AKP’giller YSK eliyle, hileyle ve dümenle, ama hiç kimsenin yemediği hile ve dümenle, Evet’i galip ilan etmeye çalışıyorlar. Tabiî halkımızda buna karşı mücadele ediyor bütün olumsuzluklara, örgütsüzlüğüne karşın.

İşte biz diyoruz ki;

Yenildin-Yenildiniz Tayyip!

Biz Kazandık!

Ve bu kazancımızla kalmayacağız. Sizi oralardan alaşağı edeceğiz ve çelik bilezikle tanıştıracağız.

Unutmayın bunu. Yazın aklınıza.

Ve o günler geldiğinde, Demokratik Halk İktidarını kurduğumuzda yukarıdan bu yana, gazetemizin son dört beş sayısında somut örneklerini verdiğimiz tüm olumsuzlukları tersine çevireceğiz. Serum de, serum aparatı da üreteceğiz, teknolojinin son sözü makineleri de kullanacağız üretimde. Motor da üreteceğiz, yerli otomobil de. Atom dahil teknolojinin son sözüyle üretim yapacağız. Bilimsel veriler ışığında eğiteceğiz çocuklarımızı ve mutlu çocuklar, mutlu insanlar ülkesi haline getireceğiz cennet vatanımızı. Ama mutlaka getireceğiz!