Site rengi

Tasarım

Ne Ülkemizi Ne Çocuklarımızı Ne de Onları Yetiştirecek Öğretmenlerimizi ABD-AB Emperyalistlerine ve Onların Besleyip İktidara Getirdiği Muaviye-Yezid, CIA Pentagon Dincilerine Teslim Edeceğiz!

01.02.2025
164
A+
A-

Prof. Dr. Özler Çakır

Biz hep diyoruz ki; 1950’lerden bu yana Türkiye’yi Türkiye yönetmiyor.

Kim, kimler yönetiyor ülkemizi?

Başta Dünya Halklarının başdüşmanı ABD Emperyalist Haydudu olmak üzere AB Emperyalistleri yönetiyor.

Kimlerin iktidar olup ne kadar kalacaklarını, yerlerine kimlerin geleceğini, kimlerin muhalefet olacağını hep onlar belirliyorlar.

Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının önderliğinde kazanılan Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mızın zaferi üzerine kuruldu Laik Cumhuriyet. Ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan kısa bir süre sonra, devrimci barutunu tarihsel olarak yitirmiş olan ve artık Finans-Kapital aşamasına erişmiş bulunan burjuvazi iktidara iyice yerleşti. Hem de tasfiye edemediği Ortaçağ artığı Tefeci-Bezirgân Sermaye ile ittifak yaparak. Ve böylelikle karşıdevrim süreci de başlamış oldu.

1950 DP iktidarı ile birlikte de karşıdevrim süreci hızlandı ve ABD Emperyalizmiyle tam bir göbek bağı kuruldu. Biri Antika, diğeri Modern gericiliğin temsilcisi olan ve emperyalist efendilerine hizmette kusur etmeyen Finans-Kapital Zümresi ve Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfı ve onların iktidardaki siyasi temsilcileri, bir yandan ülkemizi yeniden ABD-AB Emperyalizminin talanına açtılar, ekonomimizi onların eline teslim ettiler, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızı peşkeş çektiler, bir yandan da Laik Cumhuriyet’i ve Cumhuriyet Devrimi’nin tüm kazanımlarını ortadan kaldıran uygulamaları gerçekleştirdiler.

Ve yine bildiğimiz gibi ekonomik bağımsızlığınız yoksa, tüm üstyapı kurumlarında olduğu gibi eğitiminize de ekonominizi yönetenler yön verirler.  Nitekim 27 Mayıs Politik Devrimi süreci hariç, 1950’lerden bu yana, eğitimimizin de başta ABD Emperyalizmi olmak üzere emperyalistlerin ellerine nasıl teslim edildiğinin somut kanıtlarıyla doludur, eğitim tarihimiz.

Bu yazıda, konumuz gereği yalnızca öğretmen yetiştirme ile ilgili olanlarının en önemli gördüklerimize değineceğiz, yazıyı uzatmamak adına.

Amerikan Uşağı Adnan Menderes’in DP’si henüz iktidara gelmemişken başlamıştı bu can ciğer kuzu sarması olan Finans-Kapital + Tefeci-Bezirgân ittifakının Cumhuriyet Devrimi’nin en önemli ve özgün öğretmen yetiştirme deneyimi olan Köy Enstitülerine saldırıları. 1946 yılında, Milli Eğitim Bakanı yapılan Reşat Şemsettin Sirer, “Enstitüleri kuranların belini kıracağım”[1] diyerek neyle görevlendirilmiş olduğunu alçakça ifade etmekteydi.

Demokrat Parti’nin 1950 yılında iktidarı eline geçirmesiyle birlikte egemenlerin, Köy Enstitüleri’nin 27 Ocak 1954’te kapatılma fermanına giden yolu hazırlayan saldırıları, kara propagandaları daha da arttı. Tabiî aslında işaret fişeği ABD Emperyalizmi tarafından atılmıştı. Hem de hep yaptıkları gibi kılıfına uydurarak, “bilimsel raporlar hazırlayan yabancı ve değerli(!) uzmanları eliyle”.

Değerli eğitimbilimci Dr. Niyazi Altunya, “Dışa Bağımlılık Süreci ve bir Belge: “Türkiye Köy İlkokulları Hakkında Rapor-1952”[2] başlıklı makalesinde, makalenin başlığında adı tırnak içine alınan raporun, 1950 sonrası ABD Emperyalizmiyle Türkiye’deki yerli işbirlikçilerinin sarmaş-dolaşlığını açıkça belgelemesi ve Köy Enstitülerinin yıkılış fetvası niteliğini taşıması bakımından önemine değinir.

Türkiye’ye gelip, 5 Ekim 1951’de Köy ilkokulları ile ilgili incelemeleri(!) başlatan, 1Şubat 1952’de bu incelemeleri tamamladıktan sonra raporlaştırıp Milli Eğitim Bakanlığına sunan kimdir?

Amerikalı profesör Kate V. Wofford.

Kimdir bu kadın profesör?

Raporun girişinde hayli tanıtır kendisini.[3]  Güney Karolina’da, Lawrence’da bir pamuk çiftliğinde dünyaya geldiğinden, üniversite eğimini Güney Karolina’da kızlara mahsus devlet üniversitesinde yaptığından, doktorasını Columbia Üniversitesi’nden aldığından, tez konusunun “1860’tan 1930’a kadar Birleşik devletlerde Köy Öğretmenlerinin Yetiştirilmesine dair Bir İnceleme” olduğundan, Florida Üniversitesi’nde ilkokul öğretmeni yetiştiren bölümün direktörlüğünü yaptığından, ihtisas ve tecrübesinin “Köy Eğitim ve Öğretim” sahasında olduğundan uzun uzun söz eder.

Önsöz’ün ilk tümcesi ise şöyledir:

“Bu raporda, Türkiye ve Birleşik Amerika Hükümetlerinin müşterek teşebbüs ve gayretleri neticesinde tetkik edilen Türkiye’de köy eğitim ve öğretimi meseleleri ele alınmıştır.”

Yine Önsöz’de, bilgi toplamada birçok kişinin yardımı olduğundan, ancak raporun kendisi dışında bakanlık Müfettişi B. Osman Ülkümen, Hasanoğlan Meslek Dersleri Öğretmeni B. Rıza Tükel, Samsun Lisesi İngilizce Öğretmeni ve grubun tercümanı Fatma Varış tarafından hazırlandığı belirtilir ancak, kayda geçen adı “Wofford Raporu” olmuştur.

Altunya, makalesinde rapora yönelik şu vurguları yapar:

“Türkiye halkı, aydınları ve özellikle öğretmenleri bu belgeyi çok iyi değerlendirmelidirler.

“(…)

“Kuşkusuz Wofford yalnız ilkokul programının değiştirilmesiyle yetinmemiş, tüm okul programlarımızı ve eğitim örgütümüzü amaçlı ve bilinçli olarak etkilemiş ve bir çıkmaza itmiştir.

“(…)

“Niçin Wofford?

“Köy Enstitüleri hareketinin getirdiği köklü girişimleri bir çırpıda yıkmak olanağı yoktu. Yapılacak iş, fazla gürültü çıkarmadan, eğitimde yozlaşmanın yöntemini ve elemanlarını bulmaktı.

“Köy Enstitüleri’ni kapatın!” demiyor. Ama, temel felsefesinden saptırmak için program değişikliği öneriyor. Hatta “üç tane Kız Köy Enstitüsü açın.”, diyor. Ve Wofford, Köy Enstitüleri’ni ve köy okullarını; Köy Enstitüsü çıkışlı ya da Köy Enstitüleri’nde çalışan bir kısım eğitimcilere(!) yozlaştırtıyor. Önceleri bu inceliği pek az kişi sezmiş, fakat sesini çıkarma olanağı bulamamıştır.

“Wofford Türkiye’deki politikanın değil, emperyalist politikanın aletidir.”

Wofford raporunun son paragrafı, nihai hedefi çok net söylüyor:

“(…) Öğretmen yetiştiren müesseselerin müfredatlarının da yeni baştan yazılması lâzımdır. (…) Bu büyük problemlerin ele alınmasının en tesirli yolu belki de dikkatle seçilen şahıslardan müteşekkil bir grubu mezun sayıp, yukarıdaki çalışmalarla meşgul olmak üzere görevlendirmektir. Böyle bir grubu kitaplık ve danışma hususundaki kolaylıklardan dolayı Amerika Birleşik Devletlerinde bir üniversiteye göndermek faydalı olacaktır. Bu grup orada işlerinin baskısından uzak olarak Türkiye’de köy okullarını ıslâh edecek ve yardım sağlayacak olan program ve plânlar üzerinde çalışılacaktır.”[4]

Wofford raporu yoluyla Amerikan Emperyalizminin Sesi diyor ki: Sizin öğretmen yetiştirme sisteminiz dahil, eğitiminizi, köy eğitiminizi ABD’nin çıkarları doğrultusunda çözmek gerek! Bu işi gerçekleştirecek kişileri özenle seçelim ve bizim tezgâhımızdan geçirelim, diyor.

Altunya da yukarıda andığımız makalesinde, Wofford raporunda “Genel Hülasa ve tavsiyeler” alt başlığı altında yer alanları özetledikten sonra, bu tavsiyelerin eğitim alanındaki etkilerine değiniyor. Yazımız çerçevesinde kimilerinin altını çizelim:

“25 kişilik “mezun bir grup” Wofford’la birlikte Florida Üniversitesi’ne gitmiştir. “Florida Grubu adıyla bilinen bu grup “işlerinin baskısından azad olarak dört ay Amerika’da kalmış ve dönüşünde “Florida Grubu Raporunu” vermiştir.”

“Köy Enstitüleri’nin önce programı değiştirilerek ve süresi artırılarak, sonra da yasa değişikliği yapılarak (6234 S. Y.) yıkılmaları sağlanmıştır. Ayrı Kız Köy Enstitüsü açılmamış, ama Köy Enstitüleri’nde kız ve erkek öğrenciler ayrılarak temel ilkelerinden birisi yok edilmiştir. “Böceklerin, bitkilerin” hayatını inceleyen dersler konmuştur. “Eğitim Tarihi” “İş Eğitimi” ve Toplumbilim dersleri kaldırılarak yerlerine Amerika sempatisi yaratan Eğitim Psikolojisi ve Eğitim Sosyolojisi dersleri konmuştur. Bilinçlenmeye ve üretime yönelik içerik kaybedilmiştir.”

“Eğitim Enstitüleri programlarında da koşut değişiklikler yapılmıştır. Bu yüzden görevinden istifa eden öğretmenler olmuştur.”

“Yeni karışıklıklar yeni Amerikan uzmanlarının çağrılmasını gerektirmiştir. Her yeni gelen uzman grubu yeni projeler getirmiştir. Amerikalı uzmanlar 1951-1968 arasında adı bilinen 20 tane “eğitim için yardım projesi” getirmişlerdir.”

Tabiî bu süreçlerin ürünü olarak, benim öğrencilik yaptığım yıllarda Konya Anadolu Lisesi de dahil olmak üzere, seçili birçok okula “Barış Gönüllüleri” adlı CIA ajanları doluşmuşlardır.

Sözün özü, Laik Cumhuriyet’in eğitim devrimcilerinin anıt eseri olan ve yerli yabancı Parababalarının sömürü çarklarına çomak sokan Köy Enstitüleri’nin ölüm fermanını ABD Emperyalist Haydudu bu rapor yoluyla buyurmuş oldu.

Köy Enstitülerinden yetişen bir öğretmen olan ve “Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)”ün Başkanlığını da yürüten Fakir Baykurt, TÖS’ün 1968 yılında düzenlediği “Devrimci Eğitim Şurası”nın açış konuşmasında gelinen noktayı şöyle dile getirmekteydi:

Kılavuzu Amerika olan Türk eğitimi, gene Amerika’nın kılavuzluk ettiği bozuk ve zayıf bir ekonomik temel üzerinde, bir türlü belini doğrultamamakta ve çıkmazdan kurtulamamaktadır. 20 yıldır Amerikalıların Türk eğitimine sokup uyguladığı proje sayısı, program geliştirmeden Barış Gönüllüsüne ve öğretmen yetiştirmeye kadar 20’yi bulmuştur. Amerikalı uzmanlar AID Türkiye Misyonu yoluyla, eğitimin en nazik alanlarına kadar girmişler, hatta onun plânlamasına kadar sokulmuşlardır. Millî Eğitim Bütçe ve Plânlama Dairesi Başkanlığında her ne kadar bir Türk yetkili bulunmaktaysa da, aslında işlere yön veren dört tane Amerikalı uzman vardır… Bir eğitimin plânlamasına kadar yabancılar karışırsa, o eğitimin adının başındaki “millî” sözünü kaldırmak gerekir… Bugün dahi var olan ve devamlı çalışan iki uzmanın adlarını söylüyorum: Dr. Donald A. Bohnhorst; Dr. Philip Kenneth Ness…”

Bu bakımdan öğretmen yetiştirme sistemimizdeki önemli değişikliklerden birisinin de ABD Emperyalizminin, CIA’nın, “Our Boys-Bizim Oğlanları” eliyle tezgâhlayıp, gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 Faşist Darbesi sürecinin ürünü olması bir rastlantı değildir. 12 Eylül Faşizminin ürünü olan YÖK ile birlikte, öğretmen yetiştirme sürecinde neler olup bittiğini daha önce Kurtuluş Yolu Gazetesi’nde yayınlanmış olan “Öğretmen niteliği diye diye” başlıklı yazımızdaki bazı noktaları alıntılayarak vurgulayalım[5]:

***

“1982 yılında çıkarılan yasa ile birlikte öğretmen yetiştirme işi üniversitelere devredilmiştir. Açıldıkları tarihten itibaren de eğitim fakültelerinin yapılanması, programları, tıpkı eğitim sistemimizin diğer kademeleri olan ilköğretim ve ortaöğretimde olduğu gibi yazboz tahtasına çevrilmiştir. İlk açıldıkları yıllarda Eğitim Fakültelerinin öğretim elemanı ihtiyacı, alanda uzmanlaşmış öğretim elemanı olmaması gerekçesi ile Fen-Edebiyat fakültelerinden giderilmeye çalışılırken, öğretmen yetiştirme programlarını da her fakülte kendisi hazırlamıştır.

“Tabiî tüm bu süreçlerde, eğitim fakültelerinin ve yetiştirdikleri öğretmenlerin niteliği sorunu gündemden yine hiç düşmemiştir. Soruna çözüm hemen (!) bulunmuş; bu çerçevede 1994 yılının sonlarında, 1998 yılına dek sürecek olan “YÖK/Dünya Bankası Hizmet Öncesi Öğretmen Eğitimi Projesi” başlatılmış; nitelikli(!), öz be öz Milli ve Yerli (!)öğretmen yetiştirme işi Dünya Bankası aracılığı ile ABD-AB Emperyalizminin emin ellerine bırakılmıştır.

“Bu bağlamda yürütülen “Milli Eğitimi Geliştirme Projesi” de söz konusu süreçle bağlantılıdır. Proje kapsamında, TÜRKİYE’DE ÖGRETMEN EGİTİMİNDE STANDARTLAR VE AKREDİTASYON çalışmaları ekibi oluşturulmuş; bu Milli Eğitim projesinin başına da yerli ve milli (!) ABD Rhode Island Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Dr. Barbara Brittingham ve YÖK MEGP Proje Ekip Başkanı Dr. Margaret Sands getirilmiştir.

“Bu proje çerçevesinde birtakım çalışmalar yürütülmüştür. Bu çalışmalar içerisinde 1998 yılı Haziran ayında, “Proje Yönetim Grubu ve Öğretmen Yetiştirme Milli Komitesi” üyelerinin ABD ve İngiltere akreditasyon sistemlerini inceleme gezisi ile yine 1999 yılı Haziran ayında “Akreditasyon Çalışma Grubu” üyelerinin (13 kişi), 10 günlük ABD ve İngiltere akreditasyon sistemlerini inceleme gezileri de yer almıştır.

“Tüm bu süreçlerle bağlantılı olarak, 1997-98 eğitim-öğretim yılında Eğitim Fakültelerinin programları yeniden düzenlenerek standart hale getirilmiş, ilköğretim ve alan öğretmenleri yetiştirme işi yeniden düzenlenmiştir.

“Yükseköğretim Kurulu, yeni düzenlemenin temel gerekçesi olarak, yaklaşık 15 yıllık sürede gelinen noktada, “(…) Eğitim Fakültelerinin yanlış yapılanma, temel amaçlardan uzaklaşma ve benzeri sorunlarla karşı karşıya bulunduğu ve ülkenin öğretmen gereksinimini karşılamada gerek nitelik gerekse nicelik olarak yetersiz kaldığı” saptamasını yapmıştır.

“Ancak, kılavuzu Dünya Bankası/ABD-AB Emperyalizmi olan öğretmen yetiştirme sistemimizin nitelik (!) sorunu var olmaya devam etmiştir.”.

***

Ve böylelikle geldik 2002’ye!

Bir ABD-AB-İsrail yapımı proje partisi olan ve ülkemiz için Yeni Sevr demek olan BOP çerçevesinde 2002 yılında iktidar koltuğuna oturtulan AKP’giller; Tarihin en asalak, en gerici, en vurguncu ve halkı Allah ile kandırmada usta din taciri sermaye sınıfı Tefeci-Bezirgân Sermayenin günümüzde iktidardaki siyasi temsilcisidir.

Laik Cumhuriyet’i yıkıp, Ortçağcı Faşist Din Devleti kurma özlemiyle yanıp tutuşan AKP’giller, Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızda uğradıkları hezimeti hiç akıllarından çıkarmamış, hep onun öcünü alma sevdasında olan Emperyalist Efendiler için biçilmiş kaftandı. Çünkü laiklikten, laik ve bilimsel eğitimden uzaklaşan, Ortaçağ’ın karanlıklarına sürüklenerek aklını kullanamaz, sorgulayamaz, düşünemez hale gelen bir toplumun kolayca tahakküm altına alınabileceğini, sömürülebileceğini, bölünüp parçalanabileceğini çok iyi biliyorlardı ABD ve AB Emperyalistleri.

Ortaçağcı gerici, Muaviye-Yezid, CIA-Pentagon dincisi AKP’giller, iktidara geldikleri ilk günden itibaren Ortaçağcı Faşist Din Devleti’ne giden yolda cihatçıları, müritleri olacak “Dindar ve Kindar” nesilleri yetiştirmeyi hedeflediler. ABD Emperyalist Haydudunun hain BOP planının Türkiye ayağı olan Yeni Sevr’e doğru ülkemizi sürüklemek, Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşlarının kurdukları Laik Cumhuriyet’i yıkarak özlemini çektikleri Ortaçağcı Faşist Din Devleti’ni inşa edebilmek için gerekli olan insan niteliği buydu.

AKP’giller’in Eğitim Bakanlığı, yürürlüğe koyduğu her hain uygulama ile her biri birer Din Derebeyliği olan Tarikat ve Cemaatlerle yaptığı protokollerle, ÇEDES yaftasıyla okullarda ve dahi okul dışında çocuklarımızı, gençlerimizi Genel Başkan’ımız Nurullah Efe Ankut’un tanımladığı gibi “kafayı yakmış” Ortaçağcı meczupların örümcek ağlarına teslim ettiler.

Laik eğitimden, Öğretim Birliği Yasasından okulöncesi, ilk ve ortaöğretimde eser bırakmayacak uygulamalar hız kesmeden devam ederken, yükseköğretim kurumları ve dolayısı ile Eğitim Fakülteleri de bundan nasibini aldı. Başka türlüsü olabilir miydi hiç?..

Ne Emperyalist Efendilere ne de AKP’giller’e; okullara çeşitli biçimde doluşturdukları CIA-Pentagon, Muaviye-Yezid dincisi imamlar, tarikat müritleri yetmezdi. “Dindar ve Kindar” yeni nesil müritleri yetiştirecek AKP’giller’in öğretmenleri gerekliydi onlara.

AKP’giller, 2006 yılına gelindiğinde Eğitim Fakültelerinin niteliğini tekrar gündeme getirerek, bu yıldan başlayarak, 2008, 2009, 2011 yıllarında programlarda “nitelik, kalite, mesleki-milli-manevi değerler, akreditasyon, Bologna süreci” diye diye, öğretmen yetiştirmede de bu geriye gidişi, Ortaçağcı gidişi hızlandıran düzenlemeler yapmışlardır.

AKP’giller’in Ortaçağcı Faşist Din Devleti’nin cihatçı müritlerini yetiştirecek öğretmenlerinin yetiştirilmesi, elbette programları, yapılanmaları yıllar içinde yamalı bohçaya döndürülmüş YÖK’ün Eğitim Fakültelerine bırakılamazdı. Daha kesin çözümler gerekliydi. Ama henüz şu aşamada da “Biz Eğitim Fakültelerini kapatıyoruz”, demek olmazdı. Bu işi ısıta ısıta yapmalıydılar. Ve bu ısıtma sürecinin paravanı da Öğretmenlik Meslek Kanunu oldu. Resmi olarak 31 Aralık 2021 tarihinde Öğretmenlik Meslek Kanunu Teklifi’nin TBMM Başkanlığına sunulması ile başlayan süreç, 10.10.2024 tarihinde TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek, 18.10.2024 tarihli Resmi Gazetede yayınlanmasıyla tamamlandı.[6]

AKP’giller, daha önce 1739 sayılı kanuna 2004 yılında ekleme yaparak getirmek istedikleri, ancak Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği, öğretmenleri böl-parçala-yönet politikalarını ifade eden “kariyer basamakları”nı bu kanun ile yeniden devreye soktular.

Kanunda yer alan kariyer basamakları, eşit işe eşit ücret ilkesini ihlal ederken, ILO ve UNESCO tarafından hazırlanmış ve altında Türkiye’nin de imzasının bulunduğu Öğretmenlerin Statüsüne İlişkin Tavsiye Kararı’nda yer alan “öğretmen aylıklarının farklı öğretmen grupları arasında kırgınlıklar doğurma tehlikesi taşıyan her tür haksızlığı ve her tür sapkınlığı (anormalliği) önleyecek biçimde düzenlenmesi gerekliliği” vurgusuna da ters düşmekte.

Şimdi, yürürlüğe giren ÖMK’nin ne menem bir kanun olduğunu (Kanunun tamamı verdiğimiz bağlantıdan okunabilir) bazı başlıklarına ve bu başlıklar altında yer alan bazı açıklamalara yer vererek somutlayalım:

“Öğretmenlerin nitelikleri ve seçimi

“Öğretmen olarak istihdam edilecekler, öğretmenlik mesleğine kaynak teşkil eden en az lisans düzeyinde yükseköğretim programlarından veya bunlara denkliği kabul edilen yurt dışı yükseköğretim programlarından mezun olan ve hazırlık eğitiminde başarılı olanlar arasından seçilecek.”

Yani öncelikle 4 yıllık lisans eğitimi diploması alınacak.

Bitti mi?

Hayır!

Sonra?

Hazırlık eğitimi alınacak.

“Hazırlık eğitimi

“Öğretmenlik mesleği yeterlikleri çerçevesinde belirlenen teorik ve uygulamalı derslerden oluşan hazırlık eğitimi, Milli Eğitim Akademisi tarafından verilecek. Öğretmenlik mesleğinin gerektirdiği bilgi, beceri, tutum ve değerleri içeren öğretmenlik mesleği yeterlikleri Bakanlıkça belirlenecek.

“Hazırlık eğitiminin süresi 4 dönem olacak. Bu süre, öğretmen adayının mezun olduğu yükseköğretim programına göre 3 dönem olarak uygulanabilecek. Hazırlık eğitiminin içeriği, süresi ve hazırlık eğitimine ilişkin diğer hususlar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.”

Süresi ne kadar bu Hazırlık eğitiminin?

İlave 1.5-2 yıl.

Etti mi sana 5.5, 6 yıl!

Herkes Hazırlık Eğitimi alabilecek mi?

Hiç olur mu öyle şey?

“Hazırlık eğitimine alınacakların belirlenmesi

“Hazırlık eğitimine alınacak adaylar, atama izni verilen pozisyon sayısını geçmemek üzere, sınav puanı üstünlüğüne göre belirlenecek.”

“Hazırlık eğitiminde başarı

“Hazırlık eğitiminde her bir teorik dersten en az iki yazılı sınav yapılacak. Her bir dersten not ortalaması 100 üzerinden 60 ve üzerinde olanlar başarılı sayılacak.

“Teorik derslerden başarısız olanlara, bu derslerin her biri için ek bir sınav hakkı verilecek. Ek sınavdan 60 ve üzerinde puan alanlar ilgili dersten başarılı sayılacak. Ek sınavlar sonunda herhangi bir dersten başarısız olanların Akademiyle ilişiği kesilecek.

“Hazırlık eğitiminde edinilen bilgi, beceri, tutum ve davranışların eğitim öğretim ortamına yansıtılmasındaki başarı düzeyini belirlemek amacıyla öğretmen adayı üç defa değerlendirmeye tabi tutulacak.

“Söz konusu değerlendirme, uygulamadan sorumlu eğitim personeli, uygulamanın yapıldığı eğitim kurumunun müdürü ve uygulama öğretmeni tarafından, Bakanlıkça belirlenen öğretmenlik mesleği yeterlikleri esas alınarak Akademi tarafından öğretmenlik atama alanlarına göre oluşturulan değerlendirme formu üzerinden yapılacak.”

Yani AKP’giller’in onayından geçmeyen aday 6 yılın sonunda da öğretmen olamayacak. Ya da o 6 yıl içinde AKP’giller’in öğretmeni olduğunu kanıtlayacak!

Bu bağlamda, ÖMK metninde çok büyük yer tutan maddelerin Disiplin cezaları ve disiplin cezası gerektiren fiil ve davranışlar ile Disiplin Kurulu ve disiplin cezalarının uygulanmasına ilişkin hususlar alt başlıklarındaki maddelerden oluşması tabii hiç de şaşırtıcı değil.

“Akademi ile ilişiğin kesilmesi

“Öğretmen adaylarından, “hazırlık eğitimine alınacakların belirlenmesi”ni düzenleyen ilgili maddedeki şartlardan herhangi birini taşımadığı sonradan anlaşılanların veya hazırlık eğitimi sırasında bu şartlardan herhangi birini kaybedenlerin, disiplin soruşturması sonucunda Akademiden çıkarma ile tecziye edilenlerin, hazırlık eğitiminde başarısız olanların Akademi ile ilişiği kesilecek.

“Hazırlık eğitimini başarıyla tamamlayanlar ve gerekli şartları taşıyanlar, Devlet Memurları Kanunu kapsamında sözleşmeli öğretmen olarak istihdam edilecek.”

Yani tüm bu aşamaları geçtiğinizde de sözleşmeli öğretmen olma şansını(!) elde etmiş olacak aday.

Tabiî ÖMK metninde, göze batırılması gereken en önemli nokta bu metnin Eğitim Fakültelerini şimdilik tamamen ortadan kaldırmasa da “Milli Eğitim Akademisi”ni metne yerleştirmiş ve uygulamaya koymuş olması.

“Milli Eğitim Akademisi

“Öğretmen adaylarının mesleğe hazırlanması, öğretmen, yönetici ve diğer personelin mesleki gelişimi, kariyer basamaklarında ilerlemeleri ve görevde yükselmeleri için eğitim programları hazırlamak, uygulamak ve değerlendirmek üzere Bakanlığa bağlı Milli Eğitim Akademisi kurulacak. Gerekli görülen yerlerde Akademi bünyesinde eğitim ve uygulama merkezleri açılabilecek.”

Bu kanun Eğitim fakültelerini işlevsizleştirirken, ileride tamamen ortadan kaldırmanın ön hazırlığını yapıyor. Ve ne acıdır ki gelinen bu noktada Eğitim Fakültelerinden çıt çıkmıyor.

Ya sendikalar?

Eğitim Bilim Emekçilerinin örgütlülüğü olacak sendikalar?

Yandaş sendikalardan elbette böyle bir ses çıkarmasını beklemiyoruz.

Ama emekli olmadan önce içinde mücadele ettiğim, çeşitli düzeylerde yöneticiliğini de yaptığım, emekli olduktan sonra da “mücadeleden emekli olunmaz” anlayışı ile eylem ve etkinliklerinde yer aldığım sendikam Eğitim-İş olması gereken mücadeleyi verdi mi? Verebildi mi?

Ne yazık ki “Hayır”, veremedi. Çünkü bugün Laik Cumhuriyet’i savunmak için, Laik ve Bilimsel Eğitimi savunmak için, Öğretmenlik meslek onuruna sahip çıkmak için, bu doğrultuda sendikal mücadeleyi yükseltebilmek için ün, makam, post derdinde olmayan, Devrimci Sınıf Sendikacılığını mihver edinen Gerçek Devrimciler olmak gerekir.

Ve ne acıdır ki bugün gelinen noktada, Laik Cumhuriyet’in tüm kurumlarının çürütüldüğü gibi öğretmen yetiştirme sistemimiz de iyice çürütülmüş, ABD-AB Emperyalizminin beslediği CIA-Pentagon İslamı’na teslim edilmiş durumda.

Ama bizler için, bu ülkenin Gerçek Devrimcileri için asla pes etmek yok! Ne ülkemizi ne çocuklarımızı ne de onları yetiştirecek öğretmenlerimizi ABD-AB Emperyalistlerine ve onların besleyip iktidara getirdiği Muaviye-Yezid, CIA-Pentagon dincilerine teslim edeceğiz! Biz kazanacağız, hiç kuşkumuz yok! Çünkü biz biliyoruz ki “onur yaşamdan üstündür”, diyenler asla yenilmediler ve yenilmeyecekler!

[1] Hürrem Arman, Piramidin Tabanı, YKKED yay. 2016, s. 521

[2]Chrome extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/file:///C:/Users/user/Downloads/niyazi%20altunya.pdf

[3],[4]  chrome-extension://efaidnbmnnnibpcajpcglclefindmkaj/https://acikerisim.tbmm.gov.tr/server/api/core/bitstreams/ca72861a-6254-4d09-88a2-dab82e7c533e/content

[5] https://kurtulusyolu.org/ogretmen-niteligi-diye-diye/

[6] file:///C:/Users/user/Desktop/%C3%96MK%20resmi%20gazete.html