Site rengi

Tasarım

17 Ağustos Depremi’nin gösterdiği gerçeklik:Bize Devrim gerekir!

05.09.2016
1.113
A+
A-

 Deprem ve Bilim

Bildiğimiz gibi, 17 Ağustos 1999’da meydana gelen Marmara Depremi’nin üzerinden 17 yıl geçti.

Bu depremde resmi rakamlara göre 18.373 insanımız yaşamını yitirdi ve 48.901 kişi yaralandı. On binlercesi de ruhsal olarak yaralandı.

Binlerce konut ve işyeri yıkıldı, kullanılmaz hale geldi. Ekonomik ve askeri tesisler zarar gördü. Büyük bir ekonomik kayıp yaşandı.

Tabiî burada esas olan can kayıplarıdır. Diğerleri telafi edilebilir ama yitirilen canlar geri getirilemez.

Peki, böylesine hayati bir konuda devlet ne yaptı aradan geçen süre içinde? Yeni bir depreme karşı gerekli önlemleri aldık mı? Alabildik mi?

Ne gezer?..

Aksine, yeni bir depremde can ve mal kayıplarının artması için her şeyi yaptık. Haa, sakın yanlış anlaşılmasın. Yaptık, derken, biz yani halkımız yapmadık. Devleti yönetenler yaptı.

Kim mi bunlar?

Açgözlü, doymak bilmez, vurgun ve talandan başka bir şey düşünmez-düşünemez ülkenin hâkimi yerli-yabancı Parababaları ve onların bir dediklerini iki etmeyen-edemeyen siyasi iktidarlar ve devlet katlarındaki büyük bürokratlar.

Konu; vurgun ve talan, alınacak yüksek komisyonlar olunca şu ya da bu siyasi iktidar fark etmiyor. Hepsi aynı acımasızlıkla insan hayatını, doğayı ve Tarihi bir kalemde yok sayıyor. Ama bu konuda AKP’giller iktidarının ellerine başka hiçbir iktidar su bile dökemez.

Ve hepsi; Parababası da, siyasi iktidarı da, bürokratı da “Allah Allah” çekerek vahşice saldırıyor…

Peki bizim yani halkımızın durumu ne bu olayda?

Kurbanlık koyun!

Aynen öyle. Hiçbir abartısı yok. Kurbanlık koyun gibi bekliyoruz.

Tabiî ki daha da acısı var. Biz başımıza geleceği bile bile, çaresizce bekliyoruz ne zaman olacak ve sağ kalacak mıyız endişe ve korkusu içinde yaşayarak.

Deprem olacak. Bu kesin! Bilim insanları, eldeki bilimsel ve Tarihsel verilere bakarak bunu netçe söylüyorlar. Depremin 17’nci yılı dolayısıyla Odatv’nin sorularını yanıtlayan “Dünyanın önde gelen jeolojik araştırma kurumlarından Potsdam Jeoloji Araştırmaları Merkezi (GFZ) (…) adına Prof. Dr. Marco Bohnhoff” şunları söylüyor:

“İstanbul’un uzun iskan tarihi üzerinden baktığımızda, bu bölgedeki çok iyi tutulmuş olan son 2300 yılın kayıtlarından hareket edebiliyoruz. Buna göre, ortalama her 250 yılda bir büyük bir deprem yaşanmış. Bölgedeki son büyük deprem 1766 yılındaydı. Yani 250 yıl dolmuş bulunuyor. Bu, hemen yarın İstanbul ve çevresinde bir büyük deprem olacağı anlamına gelmiyor. Olabilir de. Ama bunu önceden söyleyemeyiz. Deprem olasılığı yine de yüksek. Muhtemelen 7’den büyük güçte bir büyük depremin İstanbul çevresinde yaşanması, önümüzdeki 30 yıllık dönemde yüzde 35-60 arası bir olasılık. Kesin tarih veremiyoruz, çünkü depremlerin ne zaman olacağını tam bir kesinlikle öngöremiyoruz.”

İşte bilim bunu söylüyor. Ki bu gerçekleri bizim bilim insanlarımız da yıllardır feryat ederek söylüyorlar. Ama dinleyen kim?..

Söz konusu olan vurgun olunca tüm bu gerçekler hiçbir önem taşımıyor yukarıda söz ettiğimiz kesimler açısından. Onlar için tek gerçek: Şu an için vurgun var mı, komisyon var mı? Dünyalıklarına dünyalık katabilecekler mi? Onlar bunun, sadece bunun peşindeler.

 

Uluslararası Finans-Kapital çetesi ve “Felaket Kapitalizmi”

Depremin olduğu yıl, iktidarda ANAP-DSP-MHP koalisyon hükümeti vardı. Yani “Halkçı” B. Ecevit, “Milliyetçi” D. Bahçeli ve M. Yılmaz’dan oluşan koalisyon.

Bu koalisyonun ilk işi (halkımız daha can derdindeyken) ne oldu depremden sonra?

1- İşçi Sınıfımız için Mezarda Emeklilik Yasası olan Sosyal Güvenlik Yasasını çıkartmak,

2- Deprem Vergileri adı altında halkımızın cebindekinin bir kısmını daha çalmak.

26 Kasım 1999’da “deprem yaralarını sarmak ve depreme dönük çalışmalar”(!) için çıkarılan 4481 sayılı kanun ile Ek Gelir, Ek Kurumlar, Ek Emlak ve Ek Motorlu Taşıtlar vergisi getirildi. Ayrıca Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisi adı altında iki yeni vergi uygulamaya girdi. Özel İletişim ve Özel İşlem Vergisi uygulamaları önce bazı kanunlarla uzatıldı. 2003 yılı sonunda özel işlem vergisi kaldırılarak; özel iletişim vergisi kalıcı hale getirildi.

2009 yılında yapılan hesaplamalara göre uluslararası yardımlar, hibeler ve deprem vergilerinden 20 milyar dolar toplandı. Ancak topu topu 6 milyar dolara yakın kısmı depremzedeler için kullanıldı. Geriye kalan 14 milyar dolar ise yerli-yabancı Parababalarına yeyim edildi, peşkeş çekildi.

Bakın bunu AKP’giller’in Maliye Bakanı Mehmet Şimşek nasıl itiraf ediyor bir soru üzerine 27 Ekim 2011’de:

“74 MİLYONUN İHTİYACI İÇİN HARCANDI

 Şimşek, toplanan vergilerin sağlık, eğitim, duble yollar gibi 74 milyonun ihtiyacını karşılamak için kullanıldığını söyledi.” (http://www.hurriyet.com.tr/maliye-bakanindan-deprem-vergisi-cevabi-19098600)

Tabiî burada bir gerçeğe daha dikkat etmemiz gerekiyor. Dünyada ekonomiyi, dolayısıyla politikayı, kültürü, ahlâkı, dini vb.lerini hâkimiyetleri altında tutanlar bir avuç Parababasıdır. Ve bunların tümü aynı sınıfın daha da doğrusu aynı zümrenin elamanlarıdır, bileşenleridir. Anlayışları, eğilimleri, ruhiyatları aynıdır: Kâr, vurgun, talan… Dolayısıyla dünyanın hangi noktasında bunlar varsa onlar da oradadır. İster Amerika’da, ister Avrupa’da, ister Asya’da. Afrika’da. Hangi çokuluslu şirketin gücü yeterse o bunları gerçekleştirir.

Bunun örnekleri o kadar çoktur ki. Gazetemizin geçen ayki 102’nci sayısında da aktardığımız gibi, insan soyunun düşmanları olan Finans-Kapitalistler depremlerden sellere, kasırgalardan yangınlara, savaşlara kadar her felaketten kendileri için vurgun çıkarmaya, kâr elde etmeye bakarlar.

 

Deprem gerçeği ve önlemler

Depremler bugünkü bilgilerimizle ve teknolojilerle önlenemez. Ne zaman gerçekleşeceği konusunda da kesin bir tarih verilemez. Ama depremin meydana getireceği yıkıcı hasarlar en aza indirilebilir. Üstelik de bu; hem bilimsel verilerle hem de pratikte yaşananlarla kanıtlanmıştır. O zaman yapılması gereken bu önlemleri almaktır.

Nedir bu önlemler?

Öncelikli olarak yapılacak işler, depremin yaratacağı hasarları en aza indirmek için önlemler almaktadır.

Şimdi yapıldığı gibi depremden sonra yapılacak olanlar en öncelikli işler değildir. Yani enkaz altında kalanları çıkartmak, onları sağlık durumlarına göre hastanelere ya da morglara kaldırmak gelmez. Sağ kalanlara su, yemek vermek, barınmalarını sağlamak için çadırlar kurmak değildir önlemler. Onlar artık zorunlu olarak yapılması gerekenlerdir ve bir bakıma iş işten geçtikten sonra yapılanlardır, yapılacak olanlardır.

Önlemlerin en başında, depreme dayanıklı binalar (evler, okullar, işyerleri vb.leri) yapmak gelir.

Sonra insanları olası bir depremde nasıl davranacakları konusunda eğitmek gerekir. Ve bu eğitimi sürekli, çocukluktan itibaren vermek gerekir.

Depremlerin gelişini, en azından saniyeler önce anlayabilecek teknolojileri üretmek, temin etmek ve yeraltı ve yerüstü deprem istasyonları kurmaktır. Ki bir depremde saniyelerin önemi çok büyüktür. Deprem istasyonlarından alınan verilerle ulaşımı (metroları, tramvayları, trenleri, uçakları) durdurmak, elektrik ve doğalgazı kapatmak, üretim tesislerini durdurmak, insanları tehlike için uyarmak bugünkü teknolojilerle gerçekleştirilebilecek önlemlerdir.

 

Deprem öldürmez bina öldürür

Yukarıdaki başlık klişe gibi gözükse de, gerçeği, yalnızca gerçeği ifade eder.

“İstanbul Teknik Üniversitesi Afet Yönetimi Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr Mikdat Kadıoğlu, (…) Marmara depreminde aslında 20 bin kişinin değil, bir araba fabrikasında çalışan bekçinin düştüğü fay hattında öldüğünü, geri kalan herkesi binaların öldürdüğüne dikkat çekti.” (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/296328/Tehlike_kapiyi_caldi.html)

Peki tüm bu önlemleri alması gereken devletimiz ve siyasi iktidarlar ne yapıyorlar bu konularda?

Yukarıda, girişte söylediğimiz gibi vurgunlarına bakıyorlar.

Vergiler koyuyorlar var olanlar yetmiyormuş gibi, depremden sonra oluşan tepkiler nedeniyle, oluşturmak zorunda kaldıkları toplanma alanlarını imara açıyorlar. Hem de ne açış…

Küçük, az katlı ve depreme dayanıklı binalar bile değil, çok katlı, hem de gerçekten çok katlı binalar; gökdelenler, rezidanslar, AVM’ler dikiyorlar gökkubeyi tırmalayan. Depremin yıkıcı etkisini arttıran dere yataklarını bile imara açtılar…

1999-2003 yılları arasında İstanbul’da olası bir deprem durumu sonrasında Afet Toplanma Alanı olarak 470 yer belirlenmişti. Ancak bugün bu alanlardan sadece 170’i kalmış durumda.

Bu konuda sadece birkaç örnek verelim:

Ali Sami Yen (Şişli), Anthill (Şişli), Starcity Outlet Center (Bahçelievler) Zaman Gazetesi (Bahçelievler), Ağaoğlu MyCity (Bahçelievler), Meydan AVM (Bahçelievler), Sahilpark Veliefendi (Zeytinburnu), Onaltı Dokuz (Zeytinburnu), Ora AVM (Bayrampaşa), Forum İstanbul (Zeytinburnu), Kiptaş Ünalan Evleri (Üsküdar), Kiptaş Tuzla 2-3 Etap Konutları (Tuzla), DAP Royal Center (Maltepe), TOKİ Avrupa Konutları (GOP), Kemalpark evleri (Esenler), Çınar Olimpia Park Sitesi (Bağcılar), Ataköy Konakları (Bakırköy), Capacity AVM (Bakırköy), Selenium Plaza (Beşiktaş), Ortaköy Ermeni Vakfı Arazisi (Beşiktaş), Bugün üzerinde Zorlu AVM’nin yer aldığı Zincirlikuyu’daki Karayolları 17. Bölge Müdürlüğü arazisi, şu an üzerinde Taş Yapı’nın gökdelenlerinin yer aldığı Kadıköy Meteoroloji Bina ve alanı, Akasya AVM’nin yer aldığı Acıbadem’deki eski Otosan Fabrikası arazisi, Bakırköy’deki Marmara ve İstanbul Forum AVM’nin bulunduğu alan, Ortaköy Ermeni Vakfı Arazisi, 2013 yılına kadar Karayolları 1. Bölge Müdürlüğü yerleşkesi olarak kullanılan toplam 132 bin metrekarelik alana sahip olan Karayolları arazisinin niteliği, “İdari Tesis Alanı” iken özelleştirme kapsamına alınmasının ardından yapılan değişiklikle “Konut ve Ticari Alan” olarak değiştirildi. Geçtiğimiz Haziran ayında Emlak Konut GYO tarafından yapılan ihalede ise Tahincioğlu şirketine satıldı. Tahincioğlu şirketi, İhale kapsamındaki arazinin bir bölümüne konut ve ticari alanlar, bir bölümüne ise camii, meydan ve park yapmak istiyor.

İmara açılmaya çalışılan deprem toplanma alanlarının bazıları ise şöyle:

– Kadıköy’deki İl Tarım Müdürlüğü arazisi. Özelleştirildi, satılmaya çalışılıyor.

– Deprem toplanma alanlarına ilişkin Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) 2016 raporunda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Topçu Kışlası yapılmasında ısrar ettiği Gezi Parkı “tahliye ve toplanma alanları” içinde yer aldı.

Bu inşaatların sahiplerinin büyük çoğunluğu AKP’giller’den. Torunlar, Cengizler, Zorlular, Kolinler vd.leri hep AKP’giller’in yetiştirmesi, yol vermesiyle palazlanmışlardır. Ve elbette diyetlerini de, yani komisyonlarını da ödemişlerdir.

AKP iktidarı, bir anlamda inşaat iktidarı demektir. Çünkü büyük vurgun vardır. Ve zaten de ekonomi yabancı Parababalarının elindedir.

Alınan sözde önlemler arasında bir de; cadde 1. Derece Acil Ulaşım Yolları vardı. Ama heyhat! Artık onların yerinde de yeller esiyor, pardon İspark’ın ve çetelerin işlettiği otoparklar yer alıyor.

Örneğin; “Beşiktaş‘taki Süleyman Seba Caddesi. (…) Caddede 30’ar metre aralıklarla dizili bulunan ‘1. Derece Acil Ulaşım Yolu’ tabelalarına rağmen araçlar sağlı sollu park halinde. Beşiktaş’taki Hüsrev Gerede Caddesi’nde de durum farklı değil. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait İSPARK, caddede otopark işletmesi yapıyor. Yine Zeytinburnu‘nun en işlek caddesi olan 58. Bulvar Caddesi’nde de durum aynı.

“(…)

“Bu durumu eleştiren şehir plancısı Mehmet Murat Çalık ise şunları söylüyor; “Parklanmanın yasak olduğu caddeler otoparkı andırıyor. 2 şeritli yollar araçlarını park edenler yüzünden tek şerite düşmüş durumda. Olası senaryolarda 100 bin yaralının olacağı konuşuluyor. 100 bin yaralı hastanelere nasıl ulaştırılacak?” (http://www.milliyet.com.tr/deprem-toplanma-alanlari-buhar-oldu-gundem-1927059/)

İstanbul’un her ilçesinden, her caddesinden, sokağından bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Yazmaya kalksak sayfalar etmez.

“Ataköy’ün deprem toplanma alanı külliye oluyor

“İstanbul’da Ataköy 7-8 kısımdaki Orman Yolu, ‘cami yapılacak’ denilerek imara açıldı. Proje, Kuran kursu, lojman ve yatakhaneleriyle külliye halini aldı. Külliye projesi tamamlandığında Ataköy’ün deprem sonrası toplanma alanı ilan edilen bölgede hemen hemen hiç yeşil alan kalmayacak.

“(…)

“Radikal’den İdris Emen’in haberine göre; imar sonrasında 4 bin 80 metrekarelik Orman Yolu’nun çok az bir kısmı yeşil alan olarak kalacak. Tamamı imara açılacak olan alanın 2 bin 925 metrekaresi yatakhane, 311 metrekaresi ise lojman ve oturma alanı olacak. Projeye göre külliyenin içinde 28 adet yatakhane, bir lojman ve 28 araçlık otopark da yer alacak. Projeye tepkili olan Bakırköy Halk Meclisi üyeleri Orman Yolu’nun botanik park olmasını istiyor.” (http://www.posta.com.tr/atakoyun-deprem-toplanma-alani-kulliye-oluyor-haberi-232498)

Haa, bu inşaatlara ruhsatı, izni kim veriyor?

Kimisini AKP’giller’in Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyeleri; kimisini de CHP’li ilçe belediyeleri.

Yani vurgun olunca AKP’lisi CHP’lisi fark etmiyor. Hepsi aynı davranışı sergiliyor. Kente ve insanlara karşı aynı duyarsızlığı sergiliyor. Aynı acımasızlığı gösteriyor. Çünkü bunların Dini, İmanı Para. Taptıkları, inandıkları tek Tanrı Para Tanrısı.

 

Kentsel Dönüşüm Aldatmacası

2012 yılında çıkarılan ve Kentsel Dönüşüm Yasası diye bilinen “6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ise vurgunlara yasal kılıf hazırlamaktan öte bir şey değildi. Ve şimdi  rant odaklı projecilerin yani Parababalarının en sevdiği kanun oldu.

Bütün Parababaları, herhangi bir yerde “Geri Dönüşüm-Kentsel Dönüşüm” sözünü duyar duymaz birbirlerine; “Rant ne kadar? Az mı çok mu?” diye soruyorlar…

“Riskli alanlar bekliyor

“Hükümetin 2011 yılında 10 yılda 10 milyon konutun yapılması amacıyla başlattığı kentsel dönüşüm altında, 1’inci derece deprem kuşağında bulunan bölgeler es geçilirken, riski az, rantı çok 2’inci derece riskli bölgelerde çalışma yürütüldü. Bu durumu en güzel İstanbul’un deprem riski üzerine çalışma yapan Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı, (JICA) geçen yıl tespit ettiği riskli bölgeler haritasıyla ortaya koydu. Bakanlığın ve JICA kentsel dönüşüm temel deprem risk haritası yüzde 72.9 oranında farklıydı. Bakanlığın raporunda, en riskli tespit edilen yerlerin değil, az riskli ilan edilen alanların dönüşümünün başlatıldığı görüldü.

“1. derece deprem kuşağında yer alan ilçelerde riskli alan çalışmasının yok ya da yok denecek kadar az olduğu belirtildi. Riskli alan ilan edilen ilçelerin ise şehrin merkezinde, konut değeri yüksek bölgeler olması dikkat çekti. Raporda, olası bir depremde yaklaşık 750 bin bina, 3 milyon 40 bin hane ve 9 milyon nüfus üzerinden yapılan analizlere göre, İstanbul’da 7.5 veya 7.7 büyüklüğünde bir deprem olması halinde, şu ifadelere yer verildi: “50-60 bin aralığında ağır hasarlı bina, 500-600 bin civarında evsiz aile, 70-90 bin civarında ölü, 120-130 bin ağır, 400 bin hafif yaralı, bin iki bin noktada su sızıntısı, 30 bin doğalgaz kutusunda gaz çıkışı, elektrik kablolarının yüzde 3’ünde kopma, 50 milyon ton enkaz, 40 milyar ABD Doları civarında maddi kayıp, 1 milyon kişi için kurtarma operasyonu söz konusu olacaktır.

“Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sitesinde bulunan riskli alan haritasında 2. derece deprem kuşağında yer alan Esenler, Gaziosmanpaşa Bağcılar ile 3. derece deprem kuşağında yer alan Sarıyer’de riskli alanlar belirleyip ilan ederken; 1. derece deprem kuşağında yer alan, Beylikdüzü, Bakırköy, Bahçelievler, Zeytinburnu, Fatih, Ümraniye, Ataşehir, Maltepe, Sancaktepe, Tuzla, Pendik gibi ilçelerde riskli alan çalışması ya yok ya da yok denecek kadar azınlıkta bırakılması dikkat çekiyor. Bakanlığın sitesinde yer alan haritada riskli alan ilan edilen en dikkat çekici mahalleler ise devletin ötekileştirdiği Sarıyer Derbent ve Armutlu, Okmeydanı, Fikirtepe, Kanarya mahalleri yer alıyor. Şehrin merkezinde bulunan ve değeri yüksek bu mahallerde insanlar evlerini kaybetmemek için yıllardır mücadele veriyor, açtıkları davaları kazanıyor fakat sermaye peşlerini bırakmıyor. Bakanlığın haritasında diğer dikkat çeken mahaller Beşiktaş’ta sadece Etiler’in, Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nin riskli ilan edilmesi.” (http://www.emlakadresi.com/haber/istanbulda-kentsel-donusum-nerelerde-basladi-23389.html)

İşte Kentsel Dönüşüm geçeği ya da aldatmacası budur. Japon uzmanlar sadece işlerinin gereğini yerine getiriyorlar. Rant, talan, vurgun peşinde değiller. Zaten dünyada depreme en hazırlıklı ülke Japonya’dır bildiğimiz gibi. Orada depremlerde çok az insan ölür. Eğer çok insan ölmüşse, deprem çok büyük şiddette gerçekleşmiş, alınan önlemler yetersiz kalmış demektir.

Japonya da bizim gibi kapitalist bir ülke midir? Orada da Parababaları vurgun peşinde midir?

Evet öyledir. Hatta Emperyalist ülkelerin önde gelenlerindendir. Ama bizim satılmış Parababaları ya da onların hizmetkarları siyasileri gibi burunlarının ucunu görmekten aciz değillerdir. Uzun vadeli düşünürler. Ve halkını da en azından kendi çıkarları açısından korumak isterler. O yüzden de gerekli önlemleri almaya çalışırlar. Yaşanan gerçeklik budur bugün.

Ama bizim satılmışlar, kısa vadede kâr, vurgun, talan peşindedirler. O yüzden en kısa sürede, en çok vurgunu vurmak isterler.

Bakın Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, bu gerçekliği nasıl itiraf ediyor:

“(…) Kentsel dönüşümü yerinde yapmak için basit bir formül işliyor; ver müteahhide iki misli yoğunlukla, dönüşsün. Her yerde inşaat yoğunluğu iki misline çıkıyor. O bölgenin altyapısı, trafiği iki kat yoğunluğu kaldırır mı kaldırmaz mı hesaplanmıyor. Son dönemde belediye meclislerine gelen imar planı tadil miktarında büyük artış var. İnsanlar rant peşinde. Verilen yoğunluk artışlarıyla şehirlerde adeta cinayet işleniyor.”

“ (…)

“Bir başka suçun da kendi bakanlıklarında işlendiğini söyleyen Özhaseki, “Bizim bakanlık ‘paralel belediye meclisi’ gibi çalışmış. İnsanlar ellerine almış parsellerini, ‘plan tadilatı istiyoruz’ diye gelmişler. Yoğunluk artıran onlarca plan yapılmış.”

Yani biz işledik bu cinayetleri, diyor Özhaseki. Çünkü Kentsel Dönüşüm Yasasını siz çıkardınız. Bu yasanın verdiği imkanlarla rant peşinde siz koştunuz. Rantı kasalarınıza siz aktardınız. Senin de söylediğin gibi senin bakanlığın, senin belediyelerin verdi bu izinleri.

Şimdi kendisi buna asla izin vermiyormuş:

Ben bu makama oturduğum günden itibaren ilan ettim, ‘burası belediye meclisi değil, yoğunluk artışıyla bana gelmeyin’ dedim.” (http://www.hurriyet.com.tr/belediyeler-artik-daha-cevreci-40198464)

Breh! Breh! Breh!

Peki bir “kupon arsa”yla Büyük Reis’in kendisi ya da oğlu ya da kızı ya da damadı geldiğinde de aynı yiğitliği gösterebileceğine inanabilir miyiz? Hatta vazgeçtik Büyük Reis’ten, Küçük Reis hatta daha Küçük Reis hatta ondan da daha Küçük Reis aynı şekilde kapını çaldığında direnebileceğine bizi bırakılım bir kenara sen inanabiliyor musun? Senin Kayseri Belediye Başkanı olarak neler yaptığını hadi burada konu etmeyelim…

Başka ne diyelim…

 

Kurtuluş Demokratik Halk İktidarında

Bütün söylediklerimizin özeti;

İnsana, Tarihe, doğaya saygılı bir iktidarın varlığı gereklidir ülkemiz için. Bu da yerli-yabancı Parababalarının değil, halkının hizmetinde olan bir hükümeti ve kendini halka hizmete vakfetmiş yöneticiler gerektirir.

Kâr peşinde, vurgun peşinde, rant peşinde koşan yöneticileri değil insanca yaşanacak bir ülke için hizmet edecek iktidarları, yöneticileri gerektirir.

Bununu için de yerli-yabancı Parababaları düzenine, onların egemenliklerine son vermek gerekir.

Demokratik Halk İktidarı gerekir.

Bu iktidarı sağlayacak Parti gerekir, Önder gerekir, Kadrolar gerekir.

Var mı bunlar?

Var elbette!

Kurtuluş Partisi var, Önderliği var, kadroları var!