24 Haziran: AKP’gillerin “Reis”i için sonun başlangıcı
Ülkemiz son 15 yıldır, AKP’giller eliyle Ortaçağ karanlığı yaşıyor. Siyasetten eğitime toplumsal her alanda sistematik bir geriye gidiş süreci söz konusu. AB-D Emperyalistleri tarafından senaryosu yazılan ve AKP’giller İktidarı tarafından yürütülen bu dönüşümün yansımaları aşama aşama gerçekleştirilse de yaptıkları her hamle, ülkemizi bir adım daha karanlığa yaklaştırıyor.
OHAL bataklığında anayasa, parlamento, kanunlar, kurumlar, “merkez medya” her türlü işlevini yitirmişken, seçim bürolarına dönüştürdükleri YSK’nin kanunsuzluğu sayesinde gerçekte kaybettikleri 16 Nisan Referandumu sonrası fiili olarak da Başkanlığa adım atan Kaçak Saraylı için geri sayım başladı.
Bu nedenle 24 Haziran seçimini, aslında iktidarsız bir iktidarın, AB-D Emperyalistleri tarafından adım adım yok olmaya sürüklenirken, tükenmişliğinin ve çaresizliğinin son çırpınışları olarak okumak gerekir.
16 Nisan’da hileyle ilan ettikleri “Tek Adam” rejimine geçişin son hamlesini gerçekleştirmek tüm dertleri. Bu denli aceleye getirmelerinin sebeplerine gelince: Ülkemizi sefalete sürükleyişlerini örtbas edemiyorlar artık. Dış politikadan ekonomiye kamusal alanların her biri bataklığın içinden çıkılamaz olduğunu göstermekte.
Her fırsatta zaten bozuk olan konuşma üslubunu biraz daha bozarak toplumu geren AKP’nin Reisi karşısında güçlü ses çıkaranların sayısı ne yazık ki çok az. Daha doğrusu HKP dışında örgütlü bir ses çıkaran başka bir parti, başka bir kurum yok. Dolayısıyla tek ses kuralına uygun Saraydan yapılan açıklamalarla güne başlamadığımız bir gün yok neredeyse. Bugün de herkes 25 Haziran’da nasıl bir sabaha uyanacağımızı konuşuyor. Oysa sonuçtan ziyade bizim gidişatı iyi değerlendirmemiz gerekir. Gelin hep birlikte OHAL Türkiye’sinde son birkaç yıldır yaşananlara göz atalım.
15 Temmuz sonrası 4 aşamalı bir yargı tiyatrosu sergilendi.
İlk olarak muhalifseniz önce medyanın silahşorları tarafından itibarsızlaştırılma propagandasıyla karşı karşıya kaldınız demektir. Anında terör örgütü üyeliği devreye girer. Bir anda kendinizi terör örgütüne yardım ve yataklık etmekten savunur durumda bulursunuz.
İkinci aşama daha serttir. Linç kampanyasıyla karşı karşıyasınızdır. Çalıştığınız kurumda, işyerinde her neredeyseniz üzerinize yapışmış “terör örgütü” yaftasından kurtulmaya çalışırsınız. Siz artık düzen için çok tehlikelisinizdir. En üst ağızlardan yuhalatmalara maruz kalır ölüm tehditleri alırsınız.
Üçüncü aşama suçunuz artık kesinleşmiş ve yargı gereğini yapacak düzeye gelmiştir. Sarayın tek açıklaması “bedelini ödeyecekler” sözüyle idam fermanınız imzalanmış olur. Artık tescilli vatan hainisinizdir! Sivil ölümlerden ölüm beğenecek düzeye geldiniz demektir.
Dördüncü ve son aşama ülkede hukuk varmış gibi yargı tiyatrosunda size başrol verilir. Hakkınızda kesinleşmiş ne bir iddia ve suçunuz yokken aylarca hatta yıllarca sürecek hapishane ve tecride merhaba dersiniz.
KHK ve OHAL döngüsünde düşünce ve ifade özgürlüğünün askıya alınması, demokratik hak ve özgürlüklerin hiç olmadığı kadar yerle yeksan edilmesi, Türkiye’nin üzerine alacakaranlık kuşağı gibi çöken AKP’giller’in en çok başvurduğu yöntemlerin başında geliyor. Sürekli uzatılarak normalleştirilmeye çalışılan OHAL kıskacında Türkiye’nin geldiği son nokta bu. AKP’giller’in “Reis”i hiç olmadığı kadar kin ve nefrete bürünmüş durumda. Faşizmin mayasında var olan yok etme durumu hınçla birleşince şiddet normalleşiyor ve herkes potansiyel düşmana dönüşüyor.
Nerede kime patlayacağı belli olmayan tahrik ve tahrip gücü yüksek bir iktidarla karşı karşıyayız. “Yerli ve Milli” söylemiyle işledikleri tüm “Yerli ve Milli” suçlarını örtmeye çalışan “Reis”, tüm yetkileri kesinkes eline almak için tıpkı 17 Nisan öncesi yaptığı gibi yalan üzerine kurulu propaganda yoluyla 24 Haziran’da padişahlığını ilan etmek istiyor.
Peki, soralım kendisine:
Güçlü Türkiye ancak başkanlık sistemiyle olur, diyorsun. Bunun için yargının bypass edildiği, tüm yetkilerin bir kişiye devredildiği bir yönetimle mi güçlü olunacak?
Ağzından düşürmediği istikrara gelince sanki 15 yıldır iktidarda kendisi yokmuş gibi istikrar vaat ediyor. Canlı bombaların peş peşe onlarca masumun canına kıydığı kitlesel katliamlar senin iktidarın döneminde yaşanmadı mı? Sürekli gerginlik ve kaos üreten Ortaçağcı bir partinin Ortaçağcı “Reis”inin dinci faşist diktatörlüğünde mi istikrar gelecek?
Türkiye özellikle 15 Temmuz Ganimet Paylaşım Savaşı sonrası Faşist Din Devletine doğru hızla yol alırken, AKP’giller’in “Reis”ine karşı Emekçi Halkımızın ve Yurtseverlerin öfkesi de katlanarak artıyor. Faşizan baskıların artarak devam etmesi de yaklaşan sonlarını geciktirme çabalarından başka bir şey değil. Hırçınlaşıyorlar kendilerini iktidara taşıyan AB-D Emperyalist ağababaları tarafından iplerinin çekildiğini görünce. İktidara getirilince dünyalar AKP’giller’in olmuştu, iktidara taşıyanlar tarafından götürüleceklerini görünce o dünyaları yıkılıyor. Yıkılan aslında edinecekleri dünyalıklardan yoksun kalma ihtimalleri. İşte ona çok bozuluyorlar.
Binlerce yıldır adaletsizliğe, haksızlığa, zulme uğrayan insanların vicdanlarında uyanan isyan duygusu toplumsal öfkeyle birleşince önlerinde nice kudretli iktidarlar kum tanesi gibi dağılmışlardı. Tarih bunun örnekleriyle dolu. Köleliğe ve Roma Tiranlarına karşı başkaldıran Spartaküs’ün isyanını hatırlayalım. İktidara karşı devrimci öfkesi olmasaydı kılıcı yine de keskin olur muydu acaba?
Evet, gün AKP’giller’in hıncına karşı devrimci öfkeyi kuşanma günüdür. Ortada en yakında yaşanmış bir eylem pratiği olarak Gezi Öfkesi varsa, onu bir adım daha ileriye götürecek devrimci bilinç de Hikmet Kıvılcımlı’nın düşünce oğulları ve kızlarında mevcuttur. Korkunun cesarete evrilme günlerini yaşıyoruz.
Memleket sorunlarını kendi derdi olarak görüp vicdanına kilit vurmayan, yüreğindeki devrim ve halk ezgileri coşkusuyla direnç ve kavga çağrıları yapan Büyük Ozanımız Ruhi Su dizelerinde öfkenin, isyanın resmini çizerken bizlere de umut olmaya devam ediyor.
Mahsus Mahal
Mahsusu mahal derler kaldım zindanda
Kalırım kalırım dostlar yandadır
İk’elleri kızıl kandadır kanda
Ölürüm ölürüm aklım sendedir
Artar eksilmeyiz zindanlarında
Kolay değil derdin ucu derinde
Kumhan Irmağı’nda Karaburun’da
Bulurum bulurum öfkem kındadır
Dirliğim düzenim dermanım canım
Solum sol tarafım imanım dinim
Benim beyaz unum ak güvercinim
Bilirim bilirim gelen gündedir.
Ruhi Su
Ankara’dan Eğitim Emekçisi bir Yoldaş