ABD-Biden daha ne desin, nasıl desin? İsrail=ABD’dir!
M. Gürdal Çıngı
Hikmet Kıvılcımlı, “Sürtük Yahudi’nin Çilesi”, “Filistin Olaylarının Düşündürdükleri” ve “Filistin; Kaynayan Petrol Kazanı” başlıklı yazılarında bu konuyu detaylıca işler, sorunu çözüme kavuşturur ve gerçek çözümün ne olduğunu ortaya koyar.
Buna göre; İsrail=ABD’dir.
Yani, İsrail’e dokunmak demek, ona karşı tavır almak demek, ABD’ye tavır almak, demektir.
Niye?
Çünkü İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki bekçi köpeğidir. Petrolün güvenli bir şekilde taşınmasıyla görevlidir. Ve aynı zamanda Arap Ulusu’nun böğrüne saplanmış bir kamadır. Sürekli olarak kanırtır yarayı. Ve Arap Ulusu’nun bölünmesinde, birlikte davranamamasında da etkin bir rol oynar.
İsrail, gerçek bir devlet değildir, yapay şekilde oluşturulmuş ve devlet süsü, görünümü verilmiş bir Mafya çetesidir.
İsrail’in Ortadoğu’daki varlığı tümüyle teröre, şiddete, suikastlara, kanlı katliamlara dayanır.
Bunun somut örneklerini netçe, açıkça görmek için, İsrailli bir yazar olan Ronen Bergman’ın 2018’de yayımlanan (Türkçe baskısı Şubat 2021), “Kalk ve Önce Sen Öldür-İsrail Suikastlarının Gizli Tarihi” adlı kitabını öneririz. Kitabı okuyunca, yukarıda söylediklerimizin nasıl ete kemiğe büründüğünü, somut ve ne yazık ki kanlı örnekleriyle belgelendiğini görürüz.
İşte böyle bir “Devlet”i yaratanlar önce başta İngiliz Emperyalistleri olmak üzere Batılı Emperyalistlerdir. Bu “devletin” kurucusu, koruyucusu, kollayıcısı, hamisi, ağababası başlangıçta İngiliz Emperyalizmiydi. O, Emperyalist dünyanın jandarmalığı görevini ve İsrail’in-İsrail Siyonizminin koruyuculuğu görevini İkinci Emperyalist Evren Savaşı sonrası ABD’ye terk etmek zorunda kaldı. Ve Emperyalist dünyanın jandarmalığını, başhaydutluğunu, Kanlı Zalim ABD Emperyalistleri üstlendi. Ve o günden bu yana da bu görevlerini başarıyla yerine getiriyorlar.
İsrail, geçtiğimiz günlerde yaptığı gibi, aralıklarla başta mazlum Filistin Halkı olmak üzere Arap Ulusu’na savaşlar açıyor, katliamlar düzenliyor. Yüzlerce, binlerce, on binlerce masum Filistinlinin kanına girdi İsrail çetesi şimdiye kadar. Filistin Halkının liderlerine, siyasi ve askeri önderlerine, insan aklının almayacağı şekilde suikastlar düzenledi-düzenliyor-düzenleyecek. Çünkü sürekli korku içinde. Çünkü biliyor ki meşru bir “devlet” değil, meşru bir yapılanma değil. Var olmaması gereken bir “devlet” olduğunu biliyor. Masum ve mazlum İsrail vatandaşları bu söylediklerimizin kapsamı içinde değil tabiî ki. Ama bu “devlet”in yürütmesinde, sürdürülmesinde şu ya da bu şekilde görev alanlar, yer tutanlar Batılı Emperyalistlerin çıkarları için bu aşağılık işi-işleri yapıyorlar. Hem de acımaksızın. Hem de hiç tereddüt etmeksizin:
“Hedefli öldürme eylemlerini koordine eden Mossad ve AMAN personelleri her bir operasyonu etik açıdan değerlendirmek için hatırı sayılır ölçüde zaman harcıyorlar, her birinin üzerinde düşünüyorlardı. En azından katilin kendi gözünde bu tür eylemlerin ahlâki sayılması önemliydi. Harari ve elemanları kırk yıl sonra bile amaç ve araçlar konusundaki derin inançlarını tanımlıyorlardı. Harari bana, “Kaserya’da doğuştan katil yoktu. Onlar da senin benim gibi normal insanlardı” dedi. “Eğer Kaserya’ya gelmemiş olsalardı, onları yeraltı dünyasında sözleşmeli katiller olarak çalışırken bulmayacaktınız. Kaserya’daki savaşçılarımın devlet adına bir misyonları vardı. Birilerinin Yahudileri öldürmüş oldukları için ölmeleri gerektiğini biliyorlardı ve o birileri yaşamaya devam ederse daha fazla Yahudi öldürecekti. Bu yüzden bu işi inançları gereği yapıyorlardı. Bir tanesi bile bu işin yapılıp yapılmaması gerektiği noktasında şüpheye düşmüyordu; en ufak bir tereddüt dahi yoktu” (age, s. 183)
“(…) Mossad Avrupa’daki FKÖ personelini hedef aldığında sıkı bir şekilde masum sivillere zarar vermekten kaçınma politikası izlemişti. Sivillere zarar verme ihtimali söz konusu olduğu için birkaç taneden fazla plandan vazgeçilmişti. Ama hedefler düşman ülkelerde olduğunda veya masum siviller Araplar olduğunda tetiğin üzerindeki parmak daha hızlı işliyordu. Dahası, Mossad operasyonlarının, uygulanan politikaların sorumluluğunu taşıyan, genellikle de operasyonların planlanmasında bir yere kadar dahil olan sivil başbakan tarafından onaylanması gerekiyordu. Diğer taraftan, IDF operasyonlarının sadece bir kısmı için politik düzeyde onay gerekiyordu, o da ancak ordu içerisinde zaten şekillendirildikten sonra oluyordu. Lübnan’a yapılan baskınlar savaş kapsamındaki eylemler olarak değerlendiriliyordu ve savaşta, hele hele Arap topraklarındaki savaşta çok daha fazlasına müsaade edilir. İkincil zayiat meselesi daha önemsiz hale gelir.
“Yozlaşmış ve iç savaş yorgunu Lübnan’da geçerli olan yönetim standartları, oraya kendi vatandaşlarını korumak üzere öldürmek için giren İsraillilere de sirayet etmeye başlamıştı. Eitan bu eğilime bizzat öncülük ediyor, hatta özendiriyordu. O zamanlar Flottilla 13’ün komutan yardımcısı olan David Shiek, ‘Raul’un mantığına göre Lübnan’da hangi Filistinliyi öldürdüğümüzün bir önemi yoktu; terörist olanlar, terörist olacak olanlar ya da terörist doğuracak olanlar’ diyordu.” (age, s. 257)
“(İsrail Başbakanı, Savunma Bakanı, Sabra ve Şatilla Katliamlarının uygulayıcısı, “Beyrut Kasabı” Ariel] Şaron’la birlikte İsrail savunma kuruluşu ve istihbarat topluluğundaki çok sayıda meslektaşının yanı sıra [Mossad Başkanı] Dagan da yıllar boyu gücün her şeyi çözebileceğine, İsrail-Arap çatışmasını göğüsleyebilmenin doğru yolunun “Arabın başını gövdesinden ayırmak” olduğuna inanmıştı.” (age, s. 661)
İşte bir iki istisna hariç tümü bu anlayıştadır İsrail yöneticilerinin. Böyle eğitilmişlerdir, böyle eğitmişlerdir insanlarını. Çünkü Yahudi Dininin kutsal kitabı Tevrat, bunu emretmektedir onlara. Ayrıntılarına girmeyelim…
İşte bu “devlet”in Filistin topraklarında, Arap Ulusu’nun bağrında yaşaması, güvenliğinin sağlanması gerektiği konusunda hiçbir Batılı Emperyalist devletin şüphesi yoktur. Tereddütleri de yoktur. Onlar, eli kanlı katiller sürüsünün yönettiği İsrail’in bir “devlet” olarak tanınması için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. İsrail’in kanlı katliamlarına her zaman, en net bir şekilde sahip çıkıyorlar. Her uluslararası platformda onları savunuyorlar, onların taleplerini dile getiriyorlar.
İşte ABD’nin “yeni” Başkanı Joe Biden da aynı anlayışın sürdürücüsü olarak, İsrail’in geçtiğimiz günlerde, Ramazan ayı boyunca sürdürdüğü saldırılarına ve katliamlarına sonuna kadar arka çıktı. Onu savundu cansiperane.
Biden, 22 Mayıs’ta aynen şu açıklamayı yaptı:
“Biden: Bölge ülkeleri İsrail’in bağımsız Yahudi bir devlet olarak var olma hakkını tanıyana kadar barış olmayacak
“(…)
“ABD Başkanı Joe Biden, Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in ile yaptığı ikili görüşme sonrası düzenledikleri basın toplantısında gazetecilerin sorularını yanıtladı.
“Son olaylarda ABD’nin İsrail’e verdiği destek ve 735 milyon dolarlık silah satışının bazı Demokrat çevrelerce eleştirilmesine yanıt veren Biden, ‘İsrail’in güvenliği için verdiğim taahhütlerde bir değişiklik yok. Bölgede iki devletli çözüme hâlâ ihtiyacımız var, sorunlara tek çözüm bu olacaktır.’ diye konuştu.
“(…)
“Gazze’nin yeniden inşası için diğer ülkelerle ekonomik bir paket oluşturulması konusunda çalışmalarda bulunacaklarını bildiren Biden, ‘Bölge ülkeleri İsrail’in bağımsız Yahudi bir devlet olarak var olma hakkını tanıyana kadar barış olmayacak.’ dedi.” (https://www.aa.com.tr/tr/dunya/biden-bolge-ulkeleri-israil-in-bagimsiz-yahudi-bir-devlet-olarak-var-olma-hakkini-taniyana-kadar-baris-olmayacak/2250677)
Yani, ABD bir kez daha, yeni Başkanlarının ağzından, başta Arap Halkı olmak üzere tüm dünyaya duyurdu ki:
İsrail=ABD’dir! Dokunan yanar!
Tabiî yukarıda da söylediğimiz gibi diğer Batılı Emperyalistler; AB Emperyalistleri, İngiltere, Japonya, Kanada vd.leri ve uydu devletler de aynı anlayışta, aynı tutumda oldular bu son saldırı ve katliam esnasında da. Başka türlüsü de aktardığımız gibi söz konusu olamaz. Onların “Hukuk”tan anladıkları, “Demokratlıkları”, “İnsan Hakları Savunucuları” olmaları, başta kendi halkları olmak üzere, halkları kandırmak için kullandıkları tülden başka bir şey değildir.
Ve mazlum Filistin Halkının gerçek savunucuları bu son olaylarda da gördüğümüz, tanık olduğumuz gibi Küba, Venezuela ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti olmuştur devlet düzeyinde onların haklı mücadelelerine sahip çıkan, İsrail’in kanlı katliamlarını lanetleyen… Yurtsever liderler olmuştur. Demokratik Dünya Kamuoyu olmuştur. Dünya Sendikalar Federasyonu (DSF) olmuştur İşçi Sınıfının temsilcisi olarak.
Ya Tayyipgiller ne yapmışlardır?
“Hüloogg”cularını kandırmaya, aldatmaya yönelik bir iki hamasi nutuk dışında hiçbir şey!
Tayyip, ABD’de kendisine verilen “Yahudi Cesaret Madalyası”nı boynunda taşımaya devam etmektedir.
Ve bunu soran Halkın Kurtuluş Partisi’nin İstanbul İl binasında asılı pankartını, kolluk kuvvetleri aracılığıyla ve bir gece yarısı operasyonuyla, gece saat 23’te vinç yardımıyla sökerek hırsız gibi çaldırmıştır.
Ekonomik ilişkiler katlanarak artmıştır İsrail’le ve giderek de çoğalmaktadır bu ilişkiler AKP döneminde:
“Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi rekor kırdı
“Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2020 yılında Türkiye ile İsrail arasındaki ticaret hacmi 6.2 milyar dolara ulaşarak rekor kırdı. İki ülke arasında bir yandan ticaret hacmi, bir yandan da karşılıklı doğrudan yatırımlar artıyor.” (https://sptnkne.ws/Gr5t)
Yani AKP’giller Allah’la aldatıcıdırlar halkımızı.
Konumuza dönersek;
Ha bir de ne diyor başhaydut?
“Gazze’nin yeniden inşası için diğer ülkelerle ekonomik bir paket oluşturulması konusunda çalışmalarda bulunacaklar”mış!
Eyy şerefsiz, eyy alçak, eyy namussuz!
Önce kadın çocuk demeden yüzlercesinin öldürülmesini, binlercesinin yaralanmasını, sakat bırakılmasını, evlerinin, işyerlerinin bombalarla yerle bir edilmesini, yakılıp yıkılmasını onayla, İsrail’e her türlü desteği sun, sonra da; “Gazze’nin yeniden inşası için diğer ülkelerle ekonomik bir paket oluşturulması konusunda çalışmalarda bulun” öyle mi?..
Öfkemizden daha fazlasını yazamayacağız…
Soracağız bu katliamlarınızın hesabını!
İsrail diye bir devleti tanımıyoruz! Tanımayacağız!
Yaşasın Filistin Halkının Haklı Mücadelesi!