Bu topraklarda bir destan daha; İkinci Kurtuluş Savaşı Destanı yazılacak. Ve bu destanın kahramanlarının yarısı, İkinci Kurtuluş Bayrağını ellerinden hiç bırakmadan mücadele eden, insanlığın yarısı olan Kadınlar olacak!
Prof. Dr. Özler Çakır
Değerli Kadınlarımız, Analarımız, Bacılarımız;
100 yıl önce bu topraklarda, Mustafa Kemal ve Silah Arkadaşlarının önderliğinde bir destan, Antiemperyalist Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı destanını yazdı Anadolu’nun mazlum halkları. Ve bu destanın kahramanlarının yarısı, insanlığın da yarısı olan Kadınlardı!
Osmanlı Derebeyliğinin egemenleri olan Tefeci-Bezirgân Sermayenin sömürü düzeninin ideolojisi Muaviye-Yezid dinciliğinin sultası altında yok sayılan, hiç sayılan, köleleştirilen, her gün, her saat şeytanlaştırılıp taşa tutulan, bedeni ve ruhu onmaz acılarla kan revan içinde bırakılan, ama Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın tanımladığı gibi “bütün yasak edilmiş güçler gibi, yeraltında, gizli, sağır, derinden derine işleyen bir güç”[1] olan cesur Anadolu kadınlarıydı.
Anadolu kadınının yüreğindeki bu özgürlük, bağımsızlık aşkı, bir zırh gibi kuşandığı cesareti ve onuru, kadın atalarından mirastı onlara. İnsanlığın sömürüsüz, eşit, kankardeşler olarak yaşadığı Kadıncıl düzenin Ana Tanrıçalarından, Kibele’lerden mirastı. Ruhlarının, benliklerinin en derinlerinde hep saklı olan bu miras, vatanlarını işgal eden emperyalist çakallara karşı alev alev yanan başkaldırı ateşi oldu.
Önce, “Çanakkale Geçilmez!” dediler. Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde yer alan asker mektuplarında anlatılan “Keskin nişancı Türk kadın savaşçıları” oldular:
“(…) Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avustralyalı tarafından vurulmasına gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19-21 yaşlarında genç bir kızdı. Ölü olarak ele geçirdiğimizde, yanında başka bir Türk’ün ölüsünü de bulduk. Genç kızın bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı… Bu savaş korkutucu.”
“(…) 15 Ağustos 1915 Pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları, makineli tüfek mermileri yanısıra, pusuda ateş eden keskin nişancı kadın savaşçıların ateşi altında, adeta cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada, pusuya yatıp çarpışan keskin nişancıların çoğu kadın veya kız. Kendilerini yeşile boyayıp ağaçlar ve bodur bitkilerle uyum sağlamışlar.”[2]
Ve ardından tüm cephelerde Emperyalist Yedi Düvele ve onların yerli işbirlikçilerine karşı, hiç tereddütsüz bedenlerini siper eden Kuvayimilliyeci Kara Fatma’lar, Nezahat Onbaşı’lar, Tayyar Rahmiye’ler, Şerife Bacı’lar, Gördesli Makbule’ler ve daha niceleri oldular…
İşte Mustafa Kemal’in önderlik ettiği bu kutsal, bu onurlu, bu başeğmez bağımsızlık savaşının zaferi üzerine kuruldu Laik Cumhuriyet.
Partimizin İlk Genel Başkanı, Türkiye Devrimi’nin Önderi Hikmet Kıvılcımlı Usta’nın anlatımıyla “Cumhuriyet emperyalizme, yani Cihan Finans-Kapitalizmine ve Saltanat’a, yani Osmanlı Tefeci-Bezirgânlığına karşı savaşarak doğdu.”[3]
Sosyal devrimler çağında, her sosyal devrimin bir sınıf temeli olur. Bizde olagelen neydi?
Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleşen bir Burjuva Demokratik Devrimi idi.
Bu ileri bir adım mıydı?
Evet!
Ama bizdeki Burjuva Devrimi çok geç oldu. Uluslararası kapitalizm, tekelci aşamaya yani emperyalizm aşamasına geldiği, burjuvazi devrimci barutunu yitirip gericileştiği için Türkiye’deki cılız Anadolu Burjuvazisinin devrimciliği de çok cılız oldu. Bu nedenle Batı’daki gibi bir Burjuva Demokratik Devrimi olamadı bizdeki devrim, tamamlanamadı, yarım kaldı.
O yüzden daha devrimini başarmadan Antika Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfıyla anlaştı. Onun kökünü kazımak şöyle dursun, onunla ittifaka girdi. İşte o yüzden çok kısa süre içinde karşıdevrim önce ekonomiyi sonra da siyaseti ele geçirmeye başladı.
Biri Modern diğeri Antika iki gerici sermayenin, Finans Kapital Zümresinin ve Tefeci-Bezirgân Sermaye Sınıfının ittifakı halkımızın tepesine çöreklendi. İşçi-emekçi halkımıza, yoksul köylülüğümüze soluk aldırtmadı. Onların örgütlenip, en küçük demokratik hak arama mücadelesi vermesine izin vermedi. İşçi emekçi halkımızın ideolojisi olan sosyalist düşünceye, onun örgütlü mücadele yürütmesine baskılar, yasaklar koydu.
HKP Genel Başkanı Nurullah Efe Ankut’un çok netçe vurguladığı gibi[4] sol, sosyalist düşünceye nefes aldırtmama, 10 Eylül 1920’de Azerbaycan Bakü’de kurulan Gerçek Türkiye Komünist Partisi’nin lideri Mustafa Suphi ve Ethem Nejat Yoldaşlar’ın diğer 13 Yoldaşlarıyla birlikte Anadolu’da Kuvayimilliye’ye katılmak üzere gelmeleri sürecinde, 29 Ocak 1921’de Karadeniz’de tuzağa düşürülüp, kalleşçe, zalimce boğdurularak katledilmeleriyle başladı. Sonrasında ise gün yüzü görmedi bu ülkenin Gerçek Devrimcileri, Komünistleri. İşkenceler, hapislikler, yasaklar, acılar, ölümler oldu onların payına düşen hep. Daha 17 yaşında Yörük Ali Efe Çetesi’nde elde silah Kuvayimilliye’ye katılan, Köyceğiz Kuvayimilliye Askeri Komutanı Hikmet Kıvılcımlı Usta’mız da gün yüzü görmeden işkencelere uğratıldı, ömrünün 22 buçuk yılını Burjuvazinin zindanlarında geçirdi. Zaten yeniden geriye gidişimizin, Ortaçağcı gericiliğin önünün açılmasının, bu kara günlere gelişimizin temel nedeni solun, sosyalist düşüncenin önünün kesilmesi, sosyalistlere soluk aldırtılmamasıdır.
Değerli Kadınlarımız;
Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’mız sonucunda, Osmanlı Derebeyliğinin yıkılarak, yerine kurulan Laik Cumhuriyet, toplum açısından ileri bir adımdı.
O nedenle, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Cumhuriyet devrimcileri, devrimin itkisi ile özellikle de kadınlarımıza çok önemli kazanımlar getirecek olan ileri hamleler yaptılar. Osmanlı Derebeyliğine hâkim olan din bezirgânı Ortaçağcı ideolojinin kadına getirdiği yasakları, baskıları ortadan kaldıracak, daha özgüvenli ve özgür bireyler olmalarının önünü açacak yasalar, düzenlemeler yaptılar.
Laik Cumhuriyet’i teminat altına alan Üç Devrim Yasası ve Medeni Kanunun kabulü, kadınlarımızın ekonomik, sosyal, aile yaşamlarında, eğitim süreçlerinde soludukları hava, içtikleri su kadar elzem olan Laikliğin eksik-gedik de olsa yaşam bulmasını olanaklı kıldı. Laik ve Bilimsel eğitimin temelini atan Öğretim Birliği Yasası, kız çocuklarının eğitim almalarını, bu yolla çeşitli meslekler edinerek çalışma hayatına katılabilmelerini, toplumsal yaşamda önemli roller üstlenebilmelerini sağladı.
Ama Laik Cumhuriyet de ezen ve ezilenin, sömüren ve sömürülenin olduğu sınıflı bir toplum oldu. Bu nedenle, Devrim Yasalarıyla, Medeni Kanun ile kadınlarımız bir yandan önemli haklar elde ederlerken, kurulan düzen kapitalist düzen olduğu için, işçi-emekçi kadınlar olarak kaçınılmazca çifte sömürüye uğramaya devam ettiler. Bir yandan Parababaları tarafından sömürülürken, bir yandan da süregelen erkek egemen toplumda ezilen cinsiyet oldular.
İşte bu nedenle, bu süreçte de en çok acılar çeken, zulme ve baskılara uğrayan, işçi emekçi kadınlarımız oldu. Ve işte tam da bu nedenlerle, sömürüye başkaldıran, örgütlü mücadeleye kararlıca en ön saflarda katılan, yine insanlığın yarısı olan devrimci kadınlar oldular.
Onlar, Gerçek TKP’nin, Partimizin şanlı mücadele tarihinde yer alan kahraman kadınlarımızdı.
İşte Münire Kıvılcımlı Anne’miz!
Yokluk, yoksulluk, acılar içinde yaşamış, işçi bir anne! Yaşamını, kendisini insanlığın kurtuluş davasına adayan oğlu Hikmet Kıvılcımlı’nın insani ve siyasi yaşamıyla birleştirmiş; her zaman onun yanında, dava yoldaşı olmuş bir anne!
1925 yılından başlayarak, Oğluna olan inançla, Partiye olan inançla, Devrime olan inançla ve nihayetinde Halkın Kurtuluşuna, İnsanlık Davasına dönüşen inancıyla TKP ve Enternasyonal belgelerinde yer alan bir anne!
Ülkenin dört bir yanına, kışta kıyamette, oğlunun onlarca yıl süren mahpusluk zindanlarına hep en zor şartlarda, en olumsuz şartlarda yolculuk yapan, kendi de davası uğruna o mahpuslarda yatan bir anne!
1930’lu yıllarda, TKP’nin matbaayı emanet ettiği, kendisinin de o matbaayı saklayarak, gereklerini yerine getirdiği militan Münire Anne!
Kısacası, devrimci bir evladın annesi olmaktan çıkıp bu mücadele içinde Devrimci bir kadına dönüşen, HKP Başkanlık Kurulu Üyesi M. Gürdal Çıngı Yoldaş’a “Devrimci Bir Ana Oğul Hikâyesi”[5] kitabını yazdıran Münire Anne!
Ve işte Fatma Nudiye Yalçı!
Yaşamını İşçi Sınıfı’nın kurtuluşuna adayan, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın yoldaşı olan kadın. Tutuklamaların, cezaevlerinin yıldıramadığı, örgütlü mücadeleden ödün vermeyen Marksist-Leninist bir kadın!
“1931 Beyoğlu” adlı eseri ile Cumhuriyet dönemindeki ilk kadın oyun yazarı; Lâtin alfabesine geçilmeden 1927 yılında “Çabuk öğreten Elifba”, 1928 yılında yapılan Harf Devriminin ardından, 1929 yılında “Millet Mektepleri için Milli Alfabe” kitaplarının yazarı; Marksizm Bibliyoteği tarafından yayınlanan “Engels’ten Marksizmin Prensipleri”, “Marks’ın “Enternasyonal İşçiler Cemiyetinin Açış Hitabesi” eserlerinin çevirmeni olan devrimci aydın kadın!
1938 Donanma Davası’nda yargılanarak 10 yıl hüküm giyen, Vatan Partisi davasından 1957-1959 yılları arasında iki yıl hapislik yatan partili militan!
Bir yiğit kadın daha, önder devrimci kadın, Tütün İşçisi Zehra Kosova!
TKP üyesi, ilk kadın sendikacı. Yıllarca Tütün İşçilerinin örgütlenme mücadelesine önderlik etmiş kadınımız. O da 1951 TKP tevkifatında, 1957 Vatan Partisi Tevkifatında tutsaklıklardan, işkencelerden geçmiş, ser vermiş sır vermemiş devrimci kadın.
Ve bugün yalnızca bedence aramızda olmayan ama halkların kurtuluş davasına olan inançları, kararlılıkları, sımsıcak Yoldaş solukları ile hep yanımızda olan Kurtuluş Partili Kadınlarımız!
Saadet Bayyar’lar, Necla Kıran’lar, Perihan ve Semiha Güldemir’ler ve daha niceleri…
Adlı, adsız nice kahraman kadınlarımız vardır 1920’lerden bu yana, hiç kesintiye uğramadan mücadelesini sürdüren şanlı Parti tarihimizde!
O kadınlar, insanın insanı sömürdüğü bu hayâsız, bu acımasız, bu aşağılık Parababaları düzenine karşı mücadeleyi, canları pahasına hiç elden bırakmadılar.
Nasıl bıraksınlardı ki? Bu mümkün müydü?
Bu ülkenin Gerçek Devrimcileri, Gerçek Vatanseverleri, Gerçek Halkseverleri olarak, özellikle de 1950’lerden sonra ülkemizin yeniden ABD-AB Emperyalist çakallarının ellerine teslim edilerek yarısömürge haline getirilmesine, kadınlarımızın halihazırda çektiği acılara yenilerinin eklenmesine isyan etmemeleri mümkün müydü?
ABD Emperyalistlerinin “Ilımlı İslam”, “Yeşil Kuşak” projelerinin gereği olarak iktidara getirilen satılmış işbirlikçiler eliyle Laik Cumhuriyet’in kazanımlarının kerte kerte yok edilmesine izin vermeleri mümkün müydü?
Bugün o kahraman, o yiğit kadınların Tam Bağımsızlık bayrağını taşıyan biz Kurtuluş Partili Kadınlar için, ABD Emperyalistlerinin hain “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)”unun Türkiye ayağı olan Yeni Sevr ile ülkemize “Sıra Sende Türkiye” dendiği şu kara günlerde, devraldığımız mirasa yaraşır biçimde, tüm cesaretimiz, inancımız ve kararlılığımızla en ön saflarda mücadeleyi sürdürmemek mümkün mü?
Emperyalist çakalların Yeni Sevr hain amaçları doğrultusunda 22 yıl önce iktidara getirdikleri vatan satıcı AKP’giller’in, sınıf karakterleri gereği kadın düşmanı olan bu Muaviye-Yezid, CIA-Pentagon-Washington Dincilerinin; bizleri 1400 yıl öncesinin Medine Köleci Toplum Düzenine götürmek isteyenlerin, kadını bir köle, alınıp-satılır cinsel bir meta olarak görenlerin, halkımızı, kadınlarımızı hilafet naraları atarak Şeriatın, Ortaçağcı gericiliğin karanlık dehlizlerine sürüklemelerine her ne pahasına olursa olsun karşı koymamamız mümkün mü?
En sağından en solcu görünenine kadar, ABD Emperyalistlerinin Büyük Ortadoğu Projesi’nin yerli enstrümanları olan hainler eliyle;
Yani Taliban ile bir anlayış farkı bulunmadığını açıkça söyleyen, en dinciyi oynayan kukla iktidar AKP’giller eliyle;
Muhalefette ise milliyetçiliği oynayan, sosyal demokratlığı oynayan, solculuğu oynayan ama “Katil ABD Ortadoğu’dan ve Ülkemizden Defol”, “NATO’ya Hayır” diyemeyenler eliyle;
Hangi rolü oynuyor olurlarsa olsunlar, Amerikancılık ortak paydasında buluşan yerli satılmışlar cephesi eliyle;
Kısacası Emperyalizm Cephesi eliyle, en çok kadınlarımız için bir savunma kalesi olan Laik Cumhuriyet’in çökertilip adım adım Ortaçağcı Faşist Din Devletinin inşa edilmesine karşı “Şeriat Ortaçağdır”, “Laiklik Kadının Özgürlüğüdür” haykırışlarıyla, bedenimizi siper etmemek mümkün mü?
Elbette mümkün değil!
Değerli Kadınlarımız,
Bu topraklarda bir destan daha, İkinci Kurtuluş Savaşı Destanı yazılacak. Ve bu destanın kahramanlarının yarısı, tıpkı Birinci Kurtuluş Savaşı’mızda olduğu gibi insanlığın yarısı olan;
Tüm kararlılıklarıyla devrimci sınıf sendikacılığının önderleri olarak işgaller, direnişler örgütleyen;
Kamu emekçilerinin sendikal örgütlenme mücadelesinde Kızılay Meydan Savaşları’nda polislerin coplu, köpekli azgın saldırılarına karşı direnen,
1 Mayıs’larda “Taksim İşçi Sınıfının Vatanıdır” diyerek, Taksim mücadelesinden asla vazgeçmeyen,
Şanlı Gezi İsyanı’mızda “Örgütlü Halk Yenilmez” inancıyla, polis barikatlarına, TOMA’larına, gaz bombalarına en ön saflarda göğüs geren,
“Kadının Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir” şiarı ile Antiemperyalizm Cephesinde, İkinci Kurtuluş Bayrağını ellerinden hiç bırakmadan mücadele eden Kadınlar olacak.
Ve o destanda, Laik, Devrimci, Demokratik Halk İktidarının Sosyal Kurtuluş ile taçlandırılan zaferi yazacak.
Sonnotlar:
[1] Nurullah Efe Ankut, Kadınların Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir, Derleniş Yayınları, 2. Baskı, 2013.
[2] A. Mete Tunçoku, Çanakkale 1915 Buzdağının Altı Ankara: TBMM Basımevi, 2005. Erişim tarihi: 17 Ocak 2024, https://acikerisim.tbmm.gov.tr/items/d128024d-626f-446e-8f74-25df35382288.
[3] Hikmet Kıvılcımlı, “Cumhuriyet Bayramı Nedir?,” 1968. https://www.hkp.org.tr/cumhuriyet-bayrami-nedir/.
[4] https://www.hkp.org.tr/genel-baskanimiz-nurullah-efe-ankut-bugunun-turkiyesinin-en-can-alici-sorusunu-yanitliyor-turkiyede-karsidevrim-neden-ve-nasil-iktidara-geldi/
[5] M. Gürdal Çıngı, Devrimci Bir Ana-Oğul Hikâyesi, Derleniş Yayınları, 1. Baskı, 2022.