Havamızı, suyumuzu, yediğimiz sebzeyi-meyveyi zehirliyorlar
Bildiğimiz gibi yaşamın iki temel unsuru var, üreyim ve üretim. Toplumun ve insanlığın var olması için üremek şart. Üremek için her şeyden önce geçinmek ve yaşamak gerekir. Yaşamak ise, insan için üretimsiz, yani yaşatacak maddeleri yaratmaksızın olmaz.
Her kişi sabah uykusundan gözlerini açtı mı, önce dün yapılmış üretimden kalan bir ürün varsa onunla yaşayabilmesi için gerekli kaloriyi gövdesine indirmek zorundadır. Buna TÜKETİM diyoruz. Sonra, gövde ve beyin makinelerinin aldığı o besin kalorisi, bir çeşit kömür, yağ ve benzin ile o gün akşama dek bir şeyler yaratmak gerekir. Bu yaratışa ÜRETİM diyoruz. Tüketimle üretim yapmaksızın toplum ayakta duramaz. Tüketim yapmak için mutlaka üretim şarttır.
Biz kısaca yaşamak ve toplumun devamlığını sağlamak için gereken tüketimden bahsedeceğiz.
Ne kadar sağlıklı tüketim yapabiliyoruz? Sağlıklı nesiller yetiştirebiliyoruz? Dolayısıyla da toplum ve insanlık ne kadar sağlıklı var olabiliyor?
Geçtiğimiz haftalarda, Sağlık Bakanlığı tarafından 2011-2016 yılları arasında yapılan bir araştırma basında yer aldı.
“Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli İllerinde Çevresel Faktörlerin ve Sağlık Üzerine Etkilerinin Değerlendirilmesi Projesi” adlı araştırmanın konusu, ülkemizde kanserden ölümlerin dünya ortalamasının üstünde olduğu tespit edilen Antalya, Ergene ve Kocaeli Dilovası’nda çevre kirliliğinin etkilerini tespit etmek.
Bu araştırma Bakanlık tarafından yapılıyor ancak araştırma sonuçları sümen altı ediliyor, halktan gizleniyor.
Araştırma ekibinde yer alan gıda mühendisi Bülent Şık, vicdanının sesini dinliyor ve araştırmada dâhil olduğu kısımları kamuoyuyla paylaşıyor.
Dünya Sağlık Örgütü, dünya genelinde kanserden ölüm oranını yüzde 16 olarak açıklıyor. Yani artık dünyada her 6 kişiden biri kanserden hayatını kaybediyor.
Türkiye genelinde bu oran yüzde 13 yani her 8 kişiden biri kanserden hayatını kaybediyor. Bu oran tüm bölgeler için aynı değil, bölgeden bölgeye farklılık gösteriyor. Örneğin, Ergene Nehri Havzasının içinde yer alan Tekirdağ, Kırklareli ve Edirne’de yaklaşık her dört ölümden biri, Kocaeli Dilovası bölgesinde her üç ölümden biri kanser nedeniyle oluyor.
Kanserojen olarak isimlendirilen kanser yapıcı kimyasallara uzun süre maruz kalmak, kanseri tetikleyen önemli nedenlerden biri. Bu noktada kanserojen maddelerin yaşadığımız çevrede ne kadar bulunduğu ve bizim buna ne kadar süre ve ne miktarda maruz kaldığımız önem kazanıyor. Kanserden ölüm oranlarının bölgeden bölgeye farklılık göstermesi de bundan kaynaklanıyor. Yaşadığınız çevrede kanserojen olarak tabir edilen kimyasallar havada, suda, yediğiniz gıdalarda bulunuyor ise kanser hastalığına yakalanma riskiniz artıyor.
Nedir bu kansorejen maddeler ve nerelerde bulunur?
Kanserojen maddeler çoğunlukla endüstriyel faaliyetlerden, fabrikaların çevreye kontrolsüz olarak bıraktıkları atıklardan ya da tarımsal faaliyetler sonucu kontrolsüz olarak kullanılan havayı, toprağı, suyu ve dolayısıyla yediğimiz gıdaları kirleten kimyasallardır. Ya da savaş sırasında kullanılan bizzat kimyasal silahların ortaya çıkardığı kansorejenlerdir.
Biz bunları deriyle, soluma, yeme, içme yoluyla yaşadığımız çevreden, havadan, sudan, gıdalardan vücudumuza alırız.
Kocaeli Dilovası bölgesi, Ergene Nehri Havzası gibi sanayi bölgelerinde doğa kanserojen maddelerle daha fazla kirlenmiştir. Bu yüzden buralarda kanser hastalığı gerek dünya ortalamasının gerekse Türkiye ortalamasının üstündedir.
Yaşamak için, üremek için üretim olacak, üretim için de tüketim olacak dedik. Sanayi üretiminin, sanayileşmenin yoğun olduğu bölgelerde neler oluyor da doğamız kirleniyor?
Ergene Nehri Havzası’nda Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli illeri yer alıyor. Bu illerde yer alan sanayi tesisleri açığa çıkardıkları atık suları herhangi bir kimyasal arıtma yapmadan nehre boşaltıyorlar. Biyolojik arıtma yapmayı tercih ediyorlar, çünkü kimyasal arıtma biyolojik arıtmaya göre daha pahalı. Ama biyolojik arıtma da kimyasal atıkları, zehirleri ayırmıyor. Nehir aşırı yağışlar sonucu taştığında bütün Ergene Ovası zehirli kimyasal maddelerle kirleniyor. Bu zehirli maddeler yeraltı sularına ve yetiştirilen gıda ürünlerine de bulaşıyor. Ergene Nehri Marmara Denizi’ne dökülüyor ve buradaki kabuklu canlılardan balıklara bütün deniz canlılarına zehirli kimyasal maddelerin bulaşmasına neden oluyor.
Kanser hastalığından hayatını kaybedenlerin oranı dünya ve Türkiye ortalamasının üstünde olan bir başka yer de Kocaeli’de bulunan bir sanayi bölgesi olan Dilovası. 2011’de Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Dilovası’ndaki kimyasal kirliliğin anne ve bebeklerin vücutlarına sağlığa zararlı ağır metallerin geçmesine neden olduğunu açıklamış ve bu yüzden hakkında dava açılmıştı. 2016 yılında da üniversitedeki görevinden KHK ile çıkarıldı.
Gördüğümüz gibi, aslında sorun üretim yapmakta değil, asıl sorun içinde yaşadığımız Parababaları düzeninde, Parababalarının doğayı, suyumuzu, toprağımızı, havamızı bile isteye, kârları azalmasın, kârlarına daha fazla kâr katabilsinler diye kirletmesinde.
Sorun, bu kirlilik kaynaklarını tespit etmesi gereken ve caydırıcı cezalarla önlemesi, hatta gerektiğinde kirleticilerin üretimini durdurması gereken kamu kurumlarının yani AKP Hükümetinin görevini yapmamasında. Halkın değil Parababalarının çıkarını savunmasında, onların kâr düzeninin bekçiliğini yapmasında.
Bunun altını çizdikten sonra, Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan ama sonuçları itibarıyla halktan gizlenen araştırmanın sonuçlarına bakalım:
Araştırmada özellikle iki sanayi bölgesi ve bir tarım bölgesi (Antalya) seçilmiş. Kanser vakalarında sanayinin ve tarım faaliyetlerinin etkisini görmek için.1380 gıda ve 1440 su örneği alınarak bu örneklerde çeşitli kanserojen maddeler aranmış.
Gıdalarda 332 farklı pestisitin kalıntısı araştırılmış. Hormonal sistem bozucu olarak nitelenen 106 pestisitin tamamı analiz kapsamındaymış. Pestisitler böcek öldürücü ilaç olarak tarımda kullanılan maddeler. Bunların belli dozlarda kullanımına izin veriliyor. Ancak fazla kullanıldığı ya da kullanımdan sonra hasat için yeterince beklenmediğinde gıda üzerinde kalıntı bırakabiliyor. “TGK Pestisitlerin Maksimum Kalıntı Limitleri Yönetmeliği” ile de en fazla hangi değere kadar kalıntıya izin verildiği belirlenmiş. Yönetmelikte belirtilen limitlerin üzerinde kalıntı var ise, bu ürün sağlığa zararlı olduğu için satışının yapılmaması, tüketilmemesi gerekiyor.
Kocaeli’nden alınan toplam 283 gıda örneğinin yüzde 38’inde, Antalya’dan alınan 572 örneğin yüzde 60’ında ve Ergene bölgesinden alınan 463 örneğin yüzde 14’ünde pestisit kalıntısı tespit ediliyor. Gıdalarda en çok pestisit kalıntısı çıkan il Antalya. Toplamda 1318 gıda örneğinin yüzde 40’ında en az bir pestisit olmak üzere, mevzuatta izin verilen limitin üstünde 73 çeşit pestisit kalıntısı tespit ediliyor. Ayrıca incelenen 524 gıdanın yüzde 51.1’inde birden çok sayıda pestisit kalıntısı çıkıyor. Kanseri tetikleyen pestisitlerin özellikle anne karnındaki bebekler ve çocuklar için büyük tehlike olduğu biliniyor.
En fazla pestisit kalıntısı çıkan gıda ürünleri taze fasulye, biber, marul, salatalık, maydanoz, çilek, erik ve elma olmuş.
Pestisit kalıntılarının incelendiği çalışmada analiz edilen gıda örneklerinin isimlerini ve sayısını gösteren grafik aşağıdadır:
Sadece 5 ilde yapılan çalışmanın sonucu bize ülke genelinde sebze ve meyvelerde ciddi bir pestisit kalıntısı sorunu olduğunu gösteriyor. Ve bu araştırmanın sonucu halkımızdan gizleniyor. Gizlenmekle de kalınmıyor, araştırmanın ortaya çıkardığı sonuçlara ilişkin hiçbir tedbir alınmıyor.
Araştırmanın gıdalardaki diğer kimyasallar ve sudaki kirlilikler hakkındaki bölümünü de sonraki yazımızda değerlendireceğiz.
Halkımızın güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşabilmesi için Pahalı devletin yerine, insanlarımıza iş bulmayı, pahalılık yangınını söndürmeyi birinci görev bilen ucuz devleti geçirmek gerekir. Özelleştirme adı altında yerli-yabancı Parababalarına yeyim ettirilen kamu mallarını sömürgenlerin elinden geri almak gerekir. Ayrıca insanlarımızın mal ve hizmet alanındaki temel ihtiyaçlarını üreten kamu kuruluşları oluşturma gerekir.
Kamuda denetimin arttırılması gerekir. Özel şirketlerin değil, halkın çıkarını korumak gerekir. Suyumuzu, gıdalarımızı, havamızı zehirleyen Parababalarına caydırıcı cezalar vererek yaptıkları insanlık düşmanlığını önlemek gerekir.
Örgütlü bir toplum olmak gerekir. Köylümüz kooperatifinde, İşçi Sınıfımız sendikasında, mühendis-mimarımız Oda’sında örgütlenecek. Ve tüm halkımız, halkımızın biricik gerçek dostu ve önderi olan Halkın Kurtuluş Partisi’nde örgütlenecek. Çünkü örgütsüz toplum hiçtir, örgütlü toplum heptir. 26.04.2018