Trump’un mektubu ikinci çuval vakasıdır
Av.Tacettin Çolak
Hatta çuvaldan da vahimdir.
Hakarettir, aşağılayıcıdır, onur kırıcıdır.
On altı yıl önce (4 Temmuz 2003’de), Süleymaniye’de zamanın Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e; “mukavemet etmesinler” emrini verdirerek, askerlerimizin başına çuval geçirmekle TSK’ye diz çöktürmüşlerdi.
Şimdi de mektupla çizdiler Kaçak Saraylı’yı.
Dünya âlem önünde madara ettiler.
Daha doğrusu; “seni bu koltuklara biz oturttuk, BOP Eşbaşkanı bile yaptık, büyük bir haksız servet edinmene ve bunları dışarılara kaçırmana yardım ettik, ama sen bizim Suriye’deki kara gücümüze savaş açmakla aptallık ediyorsun, binlerce kişinin katledilmesinden sorumlu olursun ve şeytanlaşırsın”, demekteler.
Devamında da “SDG komutanı General Mazlum’la iyi bir anlaşma yapabilirsiniz, onun gönderdiği mektubun bir örneğini sana gönderiyorum” diyerek, benim hamiliğimde Kürt’lerle anlaşmazsan “geçmişte senin için neler yaptığımı biliyorsun”, ama bu kez “ekonomini batırırım”, diyor.
Sen, istediğin kadar “ABD bizim stratejik müttefikimiz”, “Sayın Trump’a yanlış bilgiler veriyorlar” de, adam bal gibi ne dediğini biliyor ve gerçekte kiminle müttefik olduğunu da saklamıyor.
Trump’un kısa günde kırk kere attığı twitlerin hiçbirisi aklına esince yazıya dökülen metinler değil.
Seçilen sözcükler bile tesadüf değil…
Emperyalist haydutların literatüründe “şeytanlaşma”nın ne olduğu malum…
Şeytanlaştırma; geçmişte, bizzat kendilerinin yönetim ve yönlendirmesi ile halkına zulmeden, halkının sırtından kendisini ve yakınlarını zengin eden geri ülke liderlerinin tüm kirli çamaşırlarının bir anda ortaya dökülüvermesidir. Önceki tam teslimiyetlerin/hizmetlerin hiçbirine bakmadan, anında satışa getirmektir.
Hatta fiziken ortadan kaldırılmaktır.
Trump, işte bu nedenle Kaçak Saraylı’ya; “Don’t be a fool” diyor.
Emperyalistler; “Çuval”dan sonra, senaryosunu CIA ve Pentagon’da yazdıkları, oyunculuğunu da AKP’giller ile Pensilvanyalı İblis’in polis ve yargıdaki adamlarına yaptırdıkları Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Odatv, Zirve Yayınevi vb. operasyon ve davalarını devreye sokarak TSK’deki, Yüksek Yargı’daki, Üniversitelerdeki Mustafa Kemal’ci, antiemperyalist, laik unsurları tasfiye etmişlerdi.
Kalanlara da büyük bir gözdağı vermiş ve sindirmişlerdi.
Mektuptan sonra da (Sebahattin Önkibar’ın açıkladığına göre); “CIA’nın elindeki verileri devlet bilgisine dönüştürmek için İsviçre, İtalya, Macaristan, Katar, Singapur, Malezya, Çin” gibi yedi ayrı ülkeden Tayyip Erdoğan ve ailesinin mal varlığı ile ilgili belge toplamaktalar.
Yine Birleşmiş Milletler Uluslararası Ceza Hukuku Mahkemesi eski Başsavcısı Carla del Ponte aracılığıyla, Tayyip Erdoğan’ın; Suriye’nin kuzeydoğusunda yaptığı askeri harekâtta savaş suçu işlediği iddiasını gündeme getirip, “Erdoğan bu yaptıklarından cezasız kurtulmamalı” demeye başladılar bile…
Bunların karşısında, önüne gelene “Eyyy” çeken bizim Kaçak Saraylı Reiz ne yapıyor dersiniz?
Tam bir teslimiyet…
Trump’un mektubunu dokuz gün sakladı. ABD tarafından basına servis edilince kabullendi.
Çuval olayından sonra kendisine; “Amerika’ya bir nota verecek misiniz?” diye soru soran gazeteciyi; “ne notası müzik notası mı? Bu işler öyle kolay değil.” diye azarlayan Tayyip efendi, aradan geçen 16 yılda kendisine danışıklı olmayan sorular sorabilecek gazeteci bırakmadığından (ya da kalan bir avuç gazeteciyi de yanına yaklaştırmadığından) ancak yabancı gazetecilerin sorabildiği mektup sorusuna; “mektubu unutmadık ama karşılıklı sevgi ve saygımızdan bunları sürekli gündemde tutmuyoruz” diye işi geçiştirmekte.
Yani adam sana (hem de ordunun savaş halinde olduğu bir anda) “aptal olma, git Mazlum Kobani ile anlaş” diyor, sen ise hemen savaşı durdurup “sevgi ve saygı”dan dem vuruyorsun.
Daha sonra çıktığın TRT’de, çanak sorulara verdiğin yanıtta; hiç Trump’un mektubundaki hakaretlere girmeden,“kapak yazısı” diye önemsizleştirdiğin aşağılamaların ekinde gönderilen Mazlum Kobani’nin mektubuna değiniyorsun.
“Trump benimle olan münasebetlerinde samimi. Kapak yazısıyla teröristin ona gönderdiği mektubu bana gönderdi. Kendisiyle yaptığımız telefon görüşmesinde ‘Amerika gibi bir devletin başkanına, bir teröristin mektubunu kendi kapak yazısına ek yapması hiç uygun düşmemiştir, bu tavrı kınıyorum’ dedim. 13 Kasım’daki davete icabet edeceğiz. Bir heyet olarak gideceğiz. Bu mektubu da yanımızda götürüp, kendisine vereceğiz. Ben bir teröristle masaya oturmam.” diyorsun. (http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1645667/_Mektubu_yanimizda_goturup_Trump_a_verecegiz_.html)
Neymiş?
Trump, Tayyip’le olan “münasebetlerinde samimi” imiş…
Yahu buna kargalar bile gülmez be…
Adamın yazdıkları ve yaptıkları ortada. Adam sana ağzına geleni söylüyor, sen hâlâ samimiyetten bahsediyorsun.
Kasım’ın 13’ünde ise (eğer gidebilirsen) adamın hakaretlerini değil, ekindeki mektubu konuşacağım diyorsun.
Korku dağları sardı değil mi?
Evet.
Tekraren belirtelim ki bu mektup; 2003’teki çuval olayından bile vahimdir.
Peki, Trump’un Mazlum Kobani aşkı nereden gelmekte dersiniz?
Çünkü AB-D Emperyalizmi Ortadoğu’da yeni bir petrol bekçisi, yani Müslüman bir İsrail kurma peşinde de ondan. Yine BOP’un Suriye ayağının taşeronluğunu bunlara vermişlerdi, ancak Rusya, Çin ve İran’ın sürece müdahalesi sonrasında bu hevesleri kursaklarında kaldı.
İşte bu nedenle bizimkilerin “stratejik müttefiklik” mızıldanmaları, “saygı, sevgi ve dostluk” ifadeleriyle “onu alma beni al” yakarışları, emperyalistlerin Mazlum Kobani aşkının önüne geçemiyor.
Zira bizimkilerin kullanım süresi doldu. Uzatmaları oynuyorlar.
Biliniyor, Emperyalistler için vazgeçilmez yoktur.
Bakın, sekiz yıl önce dünyanın dört bir yanından topladıkları katil sürülerini eğitip donatarak oluşturdukları IŞİD ve lideri de “şeytan”laştırıldı.
Ne diyelim; Allah sizi şeytanlaştırılmaktan korusun!!!
Çözüm mü?
HKP’li Dayı ve Yoldaşlarının ısrarla ve inatla yürüttüğü teorik-pratik mücadeleye katılmaktadır…