Türkiye’yi düşürdükleri duruma bak!
13 yıldır iktidarda olan AKP ve onun büyük Reis’i, ülkemizi sınırlarındaki bütün komşularıyla kanlı bıçaklı hale getirdi. Devletler arasında düşmanlık tohumları ekmekle kalmadı o ülkelerin halklarıyla da aramıza yüzlerce yıl sürecek kan davaları soktu. Çünkü halklar, kendilerine yapılan düşmanlıkları, haksızlıkları kolay kolay unutmazlar. Nasıl dostluklar yüzlerce yıl sürerse ne yazık ki düşmanlıklar da sürer…
Dünyanın başhaydut devleti ABD, bir büyük amaç peşinde İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bu yana. Yani İngiltere’nin ekonomice ve politikaca artık taşıyamaz olduğu Emperyalist Dünyanın jandarmalığı görevini devraldığından bu yana.
Nedir bu amaç?
Dünya Halklarını sömürebilmek, soyabilmek için o halkların ülkelerinin yeraltı ve yerüstü servetlerinin tamamını ele geçirmek, onların zenginliklerini alıp kendi ülkesine ve diğer emperyalist devletlere götürüp gitmek istiyor. Bunun için de dünyayı “bin devletli” bir dünya haline getirmek istiyor. “Bin devletli” bir dünyada sadece kendi ordusunun dünyaya hakimiyet sağlamasını istiyor. Diğer devletlerin ordularınınsa sadece kendi halklarını kontrol altında tutma işlevi görmesini istiyor, yani aynen bir site bekçisi durumuna düşürmek istiyor bu orduları.
Bu aşağılık amacına ulaşmak için de Sosyalist Kamp’ın varlığında geliştirdiği, oluşturduğu “Yeşil Kuşak Projesi”yle Sovyetler’i yumuşak alt karnından kuşatmak, Sovyetler Birliği’ne komşu ülkeleri Ortaçağcı iktidarlar eliyle yönetmek ve İslamı, ama Ilımlı İslamı ya da CIA-Pentagon İslamını kullanarak, hem o ülkeleri hem de Sovyetler Birliği içinde bulunan Müslüman ülkeleri, halkları kendi amacı doğrultusunda kandırmak, aldatmak ve kullanmak istiyordu. Sosyalist Kamp’ı yıkmak, sosyalizmi yenmek istiyordu. İdeolojice ve siyasetçe, ekenomice dünyanın tek gücü haline gelmek istiyordu.
ABD Emperyalistleri bu emellerine 1990’lı yılların başında kavuştular. Sosyalist Kamp, ne yazık ki, çürümüş, ideolojice Marksist-Lenininst ilkeleri terk etmiş yöneticileri nedeniyle iskambilden şatolar gibi birbiri ardına devrildiler, yıkıldılar ve şimdilik Tarih sahnesinden çekildiler.
Geride kalan Küba, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti gibi birkaç ülke ise, insanlığın kurtuluşu yolundaki yürüyüşlerine kararlıca devam ettiler.
ABD, “Yeşil kuşak Projesi”yle ana hedefi doğrultusundaki ilk amacına ulaşmıştı. Şimdi sıra ikinci aşamaya, başta Sosyalist Kamp ülkeleri olmak üzere, çevre ülkeleri ve İslam ülkelerini atomlarına kadar parçalamaya gelmişti…
Bu yolda ilk adım Yugoslavya’da atıldı. Ve bir tek devletten 7 devlet çıkartıldı. Gözleri kamaştı ABD Emperyalistlerinin; oluyordu bu iş, demek ki kararlıca devam etmeliydi…
O zaman yeni bir plan, proje devreye sokuldu Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri için: “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” ya da daha geniş kapsamlı adıyla “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi (GOP)”.
Neydi bu Proje’nin amacı?
ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’in, Washington Post Gazetesi’nin 7 Haziran 2003 tarihli nüshasında söylediği gibi:
“Fas’tan, Basra Körfezi’ne kadar, Türkiye de dahil, Ortadoğu’da 22 ülkenin sınır ve haritaları değişecek.”ti.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla bir tek Arap Ulusu’nu 22 parçaya, devlete bölmüşlerdi. Şimdi o 22 devlet de atomlarına kadar parçalanmalı, yeni yeni devletçikler ortaya çıkartılmalıydı…
Bu yolda da ilk adım Afganistan’la atıldı. El Kaide’nin 11 Eylül saldırıları bahane edilerek, Afganistan’daki (bizzat kendilerinin yarattıkları, besleyip büyüttükleri ve Afganistan’daki Halkçı İktidarı devirmekte kullandıkları) Ortaçağcı iktidar, Taliban iktidarı yıkıldı, ABD Emperyalistleri, AB Emperyalistleri ve kullandıkları bizim gibi uydu ülkeler marifetiyle. Oluşturulan Koalisyon, kurt dalamış sürüye çevirdi Afganistan’ı.
Ardından sıra Ortadoğu’yu geldi. Orada da ilk hedef, Irak’tı. İktidardaki BAAS ve lideri Saddam, Arap Ulusu’nun birliğini savunuyorlardı, bağırlarına sokulmuş İsrail kamasını çıkarıp atmak istiyorlardı ve siyah altın petrollerine sahip çıkmak istiyorlardı. Tamam, zaman zaman dengesiz davranışları oluyor, kendilerine de hizmet ettiği dönemler olmuyor değildi ama güvenilmiyordu bu iktidara. Çünkü kendi çıkarlarına 180 derece zıt, karşıt o oranda da tehlikeli amaçları vardı yukarıda sıraladığımız gibi. O zaman yıkılmalıydı Irak’taki iktidar, cezalandırılmalıydı halklara gözdağı olacak şekilde Iraklı liderler.
Davrandılar. Kışkırttılar Irak’ı ve Irak, Kuveyt’e girdi Arap Birliği’ni sağlamak amacıyla.
Vay sen misin bu davranışı koyan: Hemen orada da bir Koalisyon oluşturuldu başta gerici Arap ülkeleri olmak üzere bütün emperyalist ülkelerin katıldığı. Üstelik de BM şemsiyesini de üstlerine çektiler. Zaten Irak’ta Kitle İmha Silahları vardı ve bu silahların kullanılması önlenmeliydi insanlığın çıkarı için. Bütün medya araçları devreye sokuldu ve inandırıldı halklar Irak’ta Kitle imha Silahı olduğu yalanına. Yalanına diyoruz çünkü bundan birkaç yıl önce başta ABD yöneticileri olmak üzere İngiliz Emperyalistleri de itiraf ettiler ki böyle silahlara sahip değildi Irak. Ama amaçlarına vasıl olmuşlar; Irak’taki yurtsever, halksever, antiemperyalist BAAS iktidarını ve Saddam yönetimi devirmişlerdi. Kimini kurşunlarla öldürdüler, kimini başta Saddam olmak üzere asarak katlettiler. “Değmişti” yani söyledikleri yalanlara ve milyonlarca masum Iraklının ölmesine, sakat kalmasına, ülkesinde ve dünya çapında mülteci, göçmen durumuna düşmesine ve ülkenin gerçekten paramparça olmasına…
Irak şu anda Sunni, Şii ve Kürt Bölgesi olarak fiilen 3 parça, görünüşte merkezi bir hükümet ve parlamento olmasına rağmen.
Tamam, dediler, başarıyoruz: devam…
Tam bu aşamada beklemedikleri bir durum ortaya çıktı: Arap Baharı.
Tunus, Fas, Mısır, Kuveyt vb. bir dizi Arap ülkesinde halklar, kırk yıllık diktatörlüklere karşı tapayı attılar. Ayaklandılar. Devirdiler o iktidarları. Ama Örgütsüz ve Programsız oldukları için toplumlarını dönüştüremediler. Yeni halkçı iktidarlar kuramadılar. Ve zaman içinde AB-D Emperyalistleri kontrolü tekrar ele aldılar. Arap Baharı’nı olmamışa çevirdiler şimdilik. Ama o halklar, bir kez ayaklanmanın, isyan etmenin ve kazanmanın olanaklı olduğunu gördüler. Bilinçlerine kazıdılar o deneyi. Yani kısa vadede yenilmiş olsalar bile büyük bir kazanım elde ettiler.
Sıra Libya’ya gelmişti. Orada da Kaddafi Yönetimi vardı zikzakları da olsa antiemperyalist bir çizgide olan ve yine esas olarak BAAS ideolojisini savunan.
Libya da çökertilmeli, Kaddafi iktidardan uzaklaştırılmalı ve Libya da parçalanmalıydı atomlarına kadar.
Ve bu aşağılık amaçlarına ulaştılar AB-D Emperyalistleri. Kaddafi insanlık dışı bir şekilde katledildi. Libya kim güçlüyse orada iktidarını ilan ettiği bir aşiretler devletine dönüştürüldü. Küçük küçük devletçikler doğdu Libya’da. “Bin devletli” dünya amacı giderek yaklaşıyordu. Hele şu Ortadoğu’yu bir halletsinlerdi sıra Afrika’nın diğer ülkelerine ve Latin Amerika’ya gelecekti…
Sıra Suriye’ye gelmişti bir direnç anıtı olarak duran. Orada da yurtsever, halksever, antiemperyalist Beşşar Esad yönetimi ve yine BAAS iktidarı vardı ve Irak’la aynı amaçları savunuyorlardı. Laiktiler, halk az çok insani şartlarda yaşıyordu. En azından kimseye muhtaç değillerdi: Ne IMF’ye, ne Dünya Bankası’na ne de NATO’ya…
Suriye’ye, dünyada eşi az görülür bir biçimde saldırdılar. Yeni deney alanları olarak kullandılar Suriye’yi. Bir yandan yeni silahlarını denemek imkanı buldular, bir yandan da onlarca, yüzlerce Ortaçağcı örgütü saldılar Suriye Halkının üzerine. Kimin kime karşı savaştığı bile belli olmuyordu. Bugün dost olanlar, gerçek anlamda yarın, düşman oluyordu. Tam kimin eli kimin cebinde belli değil durumundaydı Suriye. Sonuçta, onlarca, yüzlerce Ortaçağcı örgütün biri, El Kaide’den kopan IŞİD, baskın duruma geldi-getirildi AB-D Emperyalistleri ve bölgedeki gerici, uyduları, işbirlikçileri devletler tarafından.
Ve Suriye de fiilen 3’e bölündü: Kürt bölgesi, IŞİD’in yönetimindeki bölge ve Beşşar Esad Yönetiminin olduğu bölge olarak.
Bereket burada bir direnç noktası oluştu. Suriye’deki Sünniler, Aleviler, Şiiler, Hıristiyanlar vd. halkların büyük çoğunluğu Beşşar Esad yönetimini desteklediler ve merkezi hükümeti, iktidarı deviremedi AB-D Emperyalistleri. İran baştan itibaren yanındaydı Esad’ın. Ve sonra, yeni bir emperyalist güç olarak Rusya devreye girdi. Ve dolaylı olarak Çin…
AB-D Emperyalistleri burada ana amaçlarına, Beşşar Esad yönetimini devirerek merkezi iktidarı yıkmak, liderlerini katlederek direnen halklara gözdağı verme amacına erişemedi, kavuşamadı şimdilik.
Ama orada yeni bir aşamaya ulaştı AB-D Emperyalistleri: Ortadoğu’da yeni bir İsrail, Müslüman İsrail yaratma hedeflerine çok yaklaştılar. Kürt burjuvaları ve feodallerini birleştirme yolunda bir hayli mesafe katettiler. Şimdilik bağımsız bir Kürdistan kurmadılar. Henüz onun şartları oluşmadı. Sırada Türkiye ve İran var. Onları da hallettiklerinde “Bağımsız Kürdistan”, yani “İkinci İsrail” devleti kurulacak. Irak’ta onun nüvelerini oluşturdular. Kürt Federe bölgesini, Parlamentosunu kurdular. Onlar işliyor ve tecrübe kazanıyorlar, hazırlıklarını tamamlıyorlar.
Şimdi diyorlar ki AB-D Emperyalistleri: “Yugoslavya, Irak, Libya, Suriye… Sıra Sende Türkiye”.
Evet sırada Türkiye var ve son yaşadığımız olaylara baktığımızda bu sürecin öyle böyle değil hızla mesafe katettiğini görüyoruz.
AB-D Emperyalistleri bütün bu süreçlerde, olaylarda bizim satılmış, hain yöneticilerimizi kullandılar, onlar da bu kullanıma gönüllü olarak razı oldular. İktidardaki AKP, bütün bu süreçlerin gönüllü taşeronu, maşası oldu. Onlar “Büyük Devlet” olma, Bölgede “Oyun Kurucu” olma, “Bölgesel Güç” olma peşinde ya da ham hayalindeydiler. Irak’ta Musul’u alacaklar, Suriye’de Şam’daki tarihi Emeviye Camii’nde namaz kılacaklardı. Bu bölgeleri tekrar, Osmanlı’da olduğu gibi, ele geçireceklerdi.
Onlar ne Tarihi okuyorlar, ne biliyorlar ne de anlıyorlardı.
Sadece Tarihi mi?
Onlar bugünü de hiç mi hiç anlamıyorlardı. AB-D Emperyalistlerinin kardeş halklarla aramıza kan davaları soktuklarını görmüyorlardı, daha doğrusu Türkiye Halklarına ihanete varan bu görevi, üç kuruşluk dünya menfaati ve makam hırsı yüzünden gönüllüce kabul ediyorlardı.. Öyle ya, onlar Bölge Lideri olacaklardı… Bölgedeki halklar onlara tabi olacak, onlara bağımlı olacaktı…
Öyle sandılar. Oysa santim santim bataklığa saplandılar. Yaşadığımız son olay da bunun en somut göstergesi oldu.
Bildiğimiz gibi, Türk Ordusu’na bağlı askerler, Irak’ın Başika bölgesinde Irak askerlerini eğitme amacıyla bulunuyorlardı.
Kime karşı?
Sözde IŞİD’e karşı.
Ve bundan cesaret alarak, geçtiğimiz günlerde bu bölgedeki hem asker sayısını hem de askeri araçları, mühimmatları, silahları (tanklar, toplar, havanlar vb.) çoğalttılar. Burada bir üs kurma yolunda adım attılar.
Ama beklemedikleri bir şey oldu: Irak merkezi yönetimi bu girişime şiddetle karşı çıktı. Ve eğer askerlerinizi, malzemenizi çekmezseniz sizi BM’ye şikâyet ederiz işgalci diye, dediler.
AKP Hükümeti bir anda şaşırdı. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?.. Oysa onlar Irak askerlerini eğitmiyor muydu? Bundan haberleri yok muydu? ABD bu işten bilgili değil miydi? Vb. teranelerini sıraladılar.
Ama Irak yönetimi geri adım atmadı ve gerçekten de BM’ye şikâyette bulundu.
İran şiddetle tepki gösterdi. Ve tabiî Rusya da…
Hadi onlar neyse neydi. Ama ABD de Türk askerlerinin çekilmesini, hem de hemen çekilmesini istedi.
Ne oluyordu?
Bir anda şoka uğradı AKP Hükümeti. Ve Irak merkezi yönetimi, tüm bu güçlerden aldığı cesaretle tepkisinin boyutunu şiddetlendirdi ve eğer çekilmezseniz askeri müdahalede bulanacağız, deyiverdi.
Bu süreçlerde, görünürde bir tek Irak Kürt Yönetimi, AKP Hükümetinin yanında yer alıyor göründü. Barzani açıklamalar yaptı ki biz bu gelişmelerden haberdardık, yanlış bir şey yoktur, diye.
Ama sonuçça bir batağa girmiştik ve çırpındıkça batıyorduk…
Hani büyük devlettik, hangi bölge gücüydük, hani bölgede oyun kurucuyduk?..
Geçiniz bunları bir kalem. AB-D Emperyalistleri bir anda işte böyle satıverirler adamı… Yeter ki kendi çıkarlarına uygun olsun yeni gelişmeler. Onlar sadece kendi emperyalist çıkarlarını hem de uzun vadeli çıkarlarını düşünürler. Başkaca bir şeyi değil.
Haa, bu girişimin altında, yine AB-D Emperyalistlerinin çıkarları, beklentileri de yer almıştır, alıyordur. Hani Türk Ordusu’nu, Irak’ta ve Suriye’de önce IŞİD’e karşı, sonra Suriye’de Beşşar Esad Yönetimine ve belki de günü geldiğinde Irak’taki Şii güçlere, İran’a karşı kullanmak amacı da yatıyor, gönlünden geçiyor olabilir. Nitekim “Gölge CIA” Startfor rapor açıklıyor ki, Türkiye 2016’da Suriye’de kara savaşına girebilir, diye.
Yani bölgemizde her an her şey olabilir.
Kimin çıkarına?
Elbette ki, şek şüphe yok ki ABD’nin, AB-D Emperyalistlerinin çıkarına.
Bakın bir yandan da Kürt illerimizde, “Hendek Savaşları” diyebileceğimiz, öyle adlandırılan bir süreç işliyor-işletiliyor. Ve bu politikalar, uygulamalar sonucu; hem Amerikancı Kürt Hareketi, hem de AKP iktidarı iki koldan, iki taraftan Türk ve Kürt Halkının arasındaki bin yıllık bağları çözüyorlar, koparıyorlar, kesip atıyorlar. Hızla kopuyor iki halk arasındaki o bin yıllık bağlar.
Bu kime hizmet eder?
Ne Türk Halkına, ne Kürt Halkına. Sadece AB-D Emperyalistlerinin çıkarlarına hizmet eder.
Bu bakımlardan, bu iktidarın, AKP’nin halkımıza, halklarımıza verebileceği herhangi olumlu bir şey yoktur. Ne isterler bunu, ne de böyle bir irade gösterebilirler. İzin vermezler AB-D Emperyalistleri böyle bir şeye.
O bakımdan, görev biz gerçek devrimcilere düşüyor. Halkın Kurtuluş Partililere düşüyor.
Bölgemizdeki bu oyunları bozmak, AB-D Emperyalistlerinin bölgemizdeki halkları daha fazla kanatmasına, parçalamasına, halkları birbirine düşman etmesine izin vermek istemiyorsak, görevlerimizi layıkıyla hem de an geçirmeksizin yerine getirmek zorundayız. Mücadelemizi sürekli yükseltmek, büyütmek ve mümkün olan en kısa sürede Demokratik Halk İktidarını kurmak zorundayız. Türk-Kürt Halk Cumhuriyeti’ni kurmak zorundayız. Yoksa son veremeyiz iki kardeş halkın arasındaki düşmanlığa.
Bunu ülkemizde başka gören, bilen ve yapacak herhangi bir örgüt, lider, kişi yok. Onlar sadece bizde var.
Bu görevi, Tarihin omuzlarımıza yüklediği bu görevi mutlaka yerine getireceğiz.
Yaşasın Halkların Kardeşliği!