Yunanistan İşgalindeki Adalarımız; Ölü numarası yapan iktidar, Sınıfsal ve Ulusal bilinçten yoksun Sollarımız, tehlikenin farkına varamayan halkımız…
Bilindiği gibi, Ege Denizi’nde Türkiye’ye ait 18 ada ve 1 kayalık 2004 yılından bu yana Yunanistan’ın işgali altında. Yani Türkiye 13 yıldır; batısındaki topraklarında egemenlik haklarını kullanamıyor.
İşgalci kim?
Yunanistan devleti, dolayısıyla Arupa Birliği (AB) ve buna bağlı Silahlı Kuvvetler…
Bu güçlere kim komuta ediyor?
AB Emperyalizmi ve Yunanistan hükümeti…
Bugün için ise SYRİZA önderliğinde oluşturan mevcut koalisyon hükümeti…
Başlarda alıştıra alıştıra geldiler.
İlkin Yunanistan bayrağı diktiler. Bir iki manga asker getirdiler. Daha sonra, yerleşik düzene geçtiler. Askeri garnizonlar kurdular. Eğitim verdiler. Yunanistan Cumhurbaşkanı, Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları başta olmak üzere siyasi ve askeri ziyaretler yapmaya başladılar. Bu da kesmedi, AB üyesi ülkelerin Bakanlarını ağırladılar. Turizm tesisleri açtılar. Adalara gelenlere (içlerinde bizdeki satılmış siyasiler de olmak üzere) pasaport kontrolü yapmaya başladılar.
Yerüstünde bunları yaparken, adaların yeraltı zenginliklerine el attılar. Datça’nın karşısında bulunan Sakarcılar Adasından çıkarttıkları Perlit ve Ponza Madenlerini Atina’ya taşıyorlar.
Baktılar ki, başta Türkiye olmak üzere kimseden ses çıkmıyor işi daha da ileriye götürdüler.
Artık Yunanistan silahlı kuvvetleri; topların namlularını Türkiye’ye çevirerek adalarımızda askeri tatbikatlar yapmaya başladı. Kilise ve okullar açmaya, Yunan bayrağının yanına bir de Bizans bayrağı çekmeye başladılar.
Artık, hava sahamızı da ihlal ediyorlar. Kendilerini uyaran görevlilerimize hem de Türkçe küfürler savurur oldular.
Tam 13 yıldır aşama aşama yaşanan bu ihlaller ve işgaller bugün itibariyle ilhaka dönüşmüş durumda. Artık Ege’deki vatan topraklarımız Yunanistan’a bağlanmıştır. Adamlar; yüz yıl önce uygulatamadıkları Sevr’i bugün fiili olarak yaşama geçirmiş durumdalar.
2004 yılından bu yana gelişen bu işgal sürecinde Yunanistan’daki değişik iktidarlar ve bugün görevde olan SYRİZA iktidarı, işgal ve ilhak siyasetini değişik biçimlerde geliştirerek sürdürmektedir. Bizdeki Sol geçinen bazı aymazların kendilerini benzettikleri SYRİZA hükümeti de aynı yayılmacı-emperyalist politikaların devamcısıdır.
25 Ocak 2015 yılında hükümeti kurduktan beş gün sonra Savunma Bakanları; Türk hava sahasını iki mil ihlal ederek helikopterle geldiği Kardak bölgesine çelenk bıraktı. Daha sonra aynı bakan ve diğer siyasi ve askeri yetkililer adalarımızı adeta suyolu yaptılar.
Ellerini kollarını sallayarak girip çıkmaktalar, artık.
Biz de ise 2002’den bu yana AKP iktidarı vardır. Öyle ki AKP; özellikle bu tarihten sonra, işbirliği içindeki CIA ve Pensilvanyalı İmamla birlikte düzenlediği operasyonlarla; Ordu’da, Yüksek Yargı’da, Üniversitelerde, Basın’da kendisine direnç gösterecek olan güçleri tasfiye etti. İktidarını daha da sağlamlaştırdı. Adaların işgaline seyirci kaldı. Öyle ki, Yunanistan Savunma Bakanı’nın küfrünü dahi sineye çektiler.
Bunun, 17 Aralık 2004’te AB’den 10 ay sonrasına (03 Ekim 2005’e) aldıkları “müzakere tarihi”ni Yunanistan’ın veto etmemesi için verdikleri bir diyet olduğu söyleniyor.
Hatırlarsak, AB’den müzakere tarihi aldık diye o tarihlerde, kış günü ve öğle vakti havai fişeklerle kutlama yaptırmışlardı. Bu kutlamalarda yaptıkları konuşmalara bakın:
“Hepimiz bu davanın sonsuz savunucuları olduk. Hükümetimize güvenin. Türkiye çok farklı olacak. TC vatandaşları çok farklı olacak. Hepinize verdiğiniz destekten dolayı teşekkür ediyoruz.”
“Bundan sonra şüphesiz önümüzde uzun, zorlu yollar var unutmayın. Çünkü bundan sonraki çalışmalarımız, her attığımız adım Türkiye’de yeni bir başarının oluşmasını temin edecektir. Bundan sonra ülkemizde demokrasi daha faklı bir şekilde güç bulacaktır. Ekonomi çok daha farklı bir şekilde performans ortaya koyacak. Türkiye çağdaş ülkeler arasındaki yerini almaya başlamıştır, alacaktır.” (http://arsiv.sabah.com.tr/2004/12/19/siy101.html)
Nereden nereye değil mi?
Bunların başarısı; bakanlarının AB ülkelerinden polis zoru ile derdest edilmesi, kendilerinin bu ülkelere gidemez hale gelmeleri, yandaşlarının emperyalist ülkeler tarafından tutuklanması, korumaları hakkında tutuklama kararı verilmesi, kısacası dışarıda adam yerine konulmamak oldu.
Sevsinler sizin başarınızı be…
Tekrar işgal edilen adalarımıza gelirsek…
Yukarıda bahsedilen ihlaller ve küfürler AKP’giller’e sorulunca da, bazen “üç maymunu” oynadılar, bazen de “Ege’de aidiyeti tartışmalı olan adalar var.”, gibi işgali meşrulaştıran açıklamalar yaptılar. Kaçak Saraylı Reisleri ise, hülooğğcu’larının karşısında yaptığı bir konuşmada, tarihsel olayları çarpıtarak bu adaların Lozan’da verildiğini bile iddia etti.
Tabiî halt etti…
Bu kocaman bir yalandı ve bu yalanına karşı başta Sayın Ümit Yalım olmak üzere HKP tarafından kendisine gerekli cevaplar verildi. Ama verilen bu cevaplar Kaçak Saraylı Reis’in denetimindeki medya başta olmak üzere sağlı sollu basın tarafından “susuş suikasti”ne uğratılmakta…
Tüm engelleme ve olanaksızlıklara karşın, konuyla ilgili halkın duyarlılığını artırmaya ve vatan topraklarımızın işgaline-ilhakına seyirce kalanları, dolayısıyla da Vatana İhanet suçunu işleyenleri teşhir ediyoruz.
Sayın Yalım’ın gündeme taşımasından itibaren HKP; Ege Adalarının işgaline karşı onlarca Suç Duyurusunda bulunmuş ve eylem yapmıştır. Kimi zaman suç duyurularımızı Savcılar işleme koymak istemedi. Kimi zaman da yıldırım hızıyla takipsizlik kararları verdiler. İtiraz süreçlerini tamamlayıp, konuyu Anayasa Mahkemesinin önüne getirdiğimizde ise burada da başvurumuz keyfi bir şekilde reddedildi. Öyle ki, AYM’de ret kararını veren iki yargıçtan birisi bugün “FETÖ üyeliği” nedeniyle tutuklu ve meslekten ihraç edilmiş durumda.
Yani birbirlerini ne de güzel korumuşlar değil mi?
Yaptığımız faaliyetlerin sonuncusu (haberini sayfalarımızda bulacağınız), İzmir’deki Paneldir.
Adalar işgalini somut verilerle ve belgelerle ilk kez teşhir eden ve halkın gündemine sokan, alanında yetkin çalışmalarıyla tanınan Sayın Emekli Kurmay Albay Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Ümit Yalım ve halkın haklarını savunmada yılmaz çabaları ile tanınan, ülkemizin sayılı Hukuk otoritelerinden birisi olan Sayın YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) Kurucu Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu panelimize katıldı.
Panelin yaklaşık bir ay süren ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmalarında öyle trajik durumlarla karşılaştık ki, halkımızın düşürüldüğü bu içler acısı durumdan bahsetmeden geçemeyeceğiz.
Yoldaşlarımız; “gündüz işte, gece afişte” diyerek sloganlaştırdıkları çalışmaları, Çeşme’den Bodrum’a kadar Ege’nin tüm kıyı kentlerinde yürüttüler. Pankart ve afiş asılmayan, el ilanı dağıtılmayan ilçe kalmadı. Özellikle işgal altındaki adalarımızın bağlı olduğu kentlere yoğunlaşıldı.
Ama bu çalışmalarımız karşısında gördük ki, bu ülkenin bazı sol-sosyal demokrat geçinenlerinin de kimisi hainliğinden, kimisi gafilliğinden kimisi de kıskançlığından; yürüttüğümüz çalışmalarımızı engelleme çabasındalar. En belirgin engel ise, hemen hepsi CHP’li olan bu İl ve İlçelerdeki Belediyelerin, afişlerimizi anında kapatmaları oldu. Öyle ki, İzmir’de bizimkileri kapatacak başka bir afiş bulamayınca beyaz kağıtla kapatmışlardı afişlerimizi…
İlçenin birinde ise bizzat belediye zabıtası gelerek yoldaşlarımızın astığı pankartı indirmeye kalktı.
Polis mi?
Polis her zamanki gibi yakın takipte ve “kimlik kontrolü” gibi tacizlerle ince bir engelleme içindeydi.
Sanki diğer partilerin çalışmalarında kimlik soruyorlarmış gibi…
Bir de kendisine sol, sosyalist diyenlerin aymazlıkları vardı…
Tıpkı; Ermenicilik yapacağız diye, Karabağ’daki Ermenistan işgaline ve katliamlarına sessiz kaldıkları gibi, burada da Yunanistan’ın işgal ve ilhakına kayıtsızlar.
Bir de, üzerinde yaşadığı topraklara ve mensubu olduğu Ulusa karşı en küçük bir aidiyet duymaksızın, sanki biz savaş çığırtkanlığı yapıyormuşuz gibi, faaliyetlerimizi eleştiriyorlar. Tabiî içinde debelendikleri gaflet ya da hıyanet bataklığından kurtulamıyorlar. Anlayacak düzeyde olanlara; sosyalist olmanın aynı zamanda Yurtsever, Halksever olmak, Ulusal değerlere sahip çıkmak olduğu anlatıldı.
Adaların işgalinin aynı zamanda Emperyalist bir yayılmacılık olduğunu ve bizim buna karşı çıkmamızın da Yunanistan Halkı ile kardeşleşmemizin önünde bir engel teşkil etmeyeceği gerçeğini kavrayamayanlara daha ne diyelim?
Bu çalışmalarda bize acı veren ise bazı istisnalar dışında Halkın kayıtsızlığı idi…
Bir kısmı hâlâ, Kaçak Saraylı’nın “manda tezeğinden iri” yalanının etkisi altında; “Bu adalar Lozan’da verilmedi mi?” sorusunu sorar. Anlatınca, bu kez de; “Olan olmuş artık, ülkenin doğu ve güneydoğusunda yaşananlar varken burada bir şey yapılamaz, bu ülke bir savaşı kaldıramaz.” gibi mantık dışı cevaplarla karşılaştık.
Tabiî en önemlisi ise; stantlarımızı göz ucuyla ve biraz da gıpta ile süzen halkımızın; “OHAL korkusu”ndan stantlarımıza yaklaşamamasıydı…
İşte bu bizi etkiledi. Halkımız, yaklaşan tehlikenin farkına varamıyor hâlâ…
Tıpkı bu Ortaçağcıların on beş yıllık iktidarları döneminde kerte kerte Cumhuriyet’in kazanımlarını yok etmelerine, Laikliği ortadan kaldırmalarına, içine düşürüldüğü işsizlik-pahalılık cehennemine kayıtsız kaldığı gibi…
Sahte vaatlerle ve din, iman, kitap yalanlarıyla uyutulan halkımız; gerizler gibi ortaya saçılan vurgun, talan ve yağmaya karşı da aynı duyarsızlık içinde maalesef…
İktidarıyla muhalefetiyle gözüne kül serpilen halkımız, cellatlarına kurtarıcı diye sarılırken, gerçek Yurtseverleri, gerçek Halkseverleri, gerçek Milliyetçileri yani gerçek Sosyalistleri (çünkü günümüz Türkiyesi’nde gerçek milliyetçilik Sosyalist olmak demektir) ve gerçek Enternasyonalistleri göremez halde.
Ama olsun, biz halkı “aptal” yerine koyanlardan değiliz. Böyle akıl tutulması dönemlerinde insanlar yanılgılarını yaşayarak görürler. Tabiî bunun bedeli ağır oluyorsa da biz halkımıza güvensizlik duymadan, devrimci görevlerimizi yerine getirmek için durup dinlenmeden çalışmak zorundayız.
Halkımız bizi mutlaka anlayacaktır.