Zevk için hayvan avlamak canavarlık
İnsanların bile kuş gibi avlandığı bu düzende hayvanlar ne ola ki, diyenler çıkacak belki. Ama yüreğinde insan sevgisi taşıyan herkes gibi, insanın da hayvanın da bitkinin de kısacası bütün bileşenleriyle doğa ananın acı çektiğini görmek, duymak içimizi sızlatıyor.
25 Ocak tarihli Radikal Gazetesi’nde av meraklısı iki Amerikalıdan haber vardı. Ülkemize gelmişler. Ava ve paralarını kendi bencil zevklerine harcamaya epey meraklılar demek ki… ABD’den 10 bin kilometre yol yapıp Artvin’e gelmişler. Dertleri yaban keçisi avlamak. Bu av “macera”sı için 20 bin dolar harcamışlar. Ve haberde yazdığına göre, defalarca denemelerine rağmen, yaban keçisi vuramadan, eli boş dönmüşler ABD’ye. Ama giderken, seneye yine av için geleceklerini de söylemeden edememişler.
AKP hükümeti kendinden önceki hükümetlerin başlattığı kamu mallarının yağmalanması, özel sektöre peşkeş çekilmesi işini bildiğimiz gibi son sürat hızlandırdı. Bu konuda öyle aceleci, öyle hızlı davrandı ki, 13 yıllık iktidarları döneminde artık satacak kamu işletmesi bırakmadılar. AKP bu, hiç satamasa taşı toprağı satar. Tefeci-Bezirgân atalarından yadigâr kalan kamu malı düşmanlığı, onlara her türlü hainliği yaptırır. Tam da öyle, sıra ülkemizin taşına, toprağına, doğasına hatta doğadaki hayvanlarına geldi.
Bu Amerikalıları av “turizmi” adı altında ülkemize getiren, ağzının suyunu akıta akıta yaban keçisi peşinde elinde silah dolaştıran kim?
Haberden okuyalım: “Orman ve Su İşleri Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün av turizmi uygulaması kapsamında ihaleyi kazanan Antalyalı av seyahat acentesi aracılığıyla Artvin’e gelen Amerikalı avcılar (…)”
Yani sadece kamu işletmeleri, arazileri, dereler, ormanlar kesmiyor AKP hükümetini, buralarda yaşayan hayvanlar da av olarak peşkeş çekiliyor.
ABD-AB Emperyalistleri kendi ülkelerindeki doğa tahribatını minimum seviyede tutmaya çalışırken, bizim gibi geri kalmış ülkelerde bunun acısını çıkarırlar.
29 Temmuz 2015 tarihli gazetelerden, yine bir başka Amerikalı avcının, Afrika’nın simgesi haline gelen 6 yavrusu olan 13 yaşındaki Aslan Cecil’i Zimbabve’de 35 bin sterlin karşılığında katlettiğini öğreniyoruz. Aslanın kafasının bulunamadığı belirtiliyor. Dünyada insanların en fazla silahlandığı ülkelerin başında ABD’nin geldiğini de bu arada belirtelim.
Cecil’i öldüren adamın, avladığı 43 hayvanın koleksiyonunu yaptığı, daha önce bir leoparı 13 bin ve bir gergedanı da yine 13 bin sterlin vererek vurduğu haberin devamında yer alıyor.
İnsanlığın yeryüzündeki varlık süresinin yaklaşık yüzde doksan sekizini oluşturan Vahşet Toplumu’ndan biliriz biz Avcılığı. Vahşet Toplumu, bugün kullanılan olumsuz anlamında değil, İlkel Komünal Sınıfsız Toplum anlamındadır. İnsanın henüz insan olarak var olduğu toplumdur. Lewis Henry Morgan adlı ABD’li antropolog, İnsanlığın gelişim dönemlerini anlatırken ilk dönemine Vahşet adını vermiştir.
Fakat Vahşet döneminde bile avcılık, tamamen toplumun ihtiyaçlarını gidermek içindi. Beslenmek, kış için giysi yapabilmek vb. ihtiyaçlar için. O zaman bile, sadece ihtiyacı kadar hayvanı avlıyordu insanlar. Çünkü onları kendilerinden farklı görmüyorlardı. Değer veriyorlardı, saygı duyuyorlardı. Çünkü sınıflar yoktu, doğayı kendi kârları için talan edecek ezenler-sömürenler sınıfı henüz Tarih sahnesine çıkmamıştı.
İşte içinde bulunduğumuz kapitalist düzende ezen-sömüren sınıfın diğer marifetleri:
20-13 Ocak 2016’da Davos’ta Finans-Kapitalistlerin, onların kâr düzenlerinin bekçisi olan devlet yöneticileri vb. katıldığı Dünya Ekonomik Forumu yapıldı. Forum öncesi, İngiliz Yardım Örgütü olarak lanse edilen Oxfam, zenginle fakir arasındaki eşitsizliğin daha da arttığına dikkat çekmek için bir rapor yayımladı.
Oxfam’ın raporuna göre, 62 “süper zenginin” toplam serveti, dünya nüfusunun en fakir olan yarısından daha fazla. Bir yıl önce, dünya nüfusunun en fakir olan yarısının serveti, 80 “süper zenginin” servetine denk geliyordu.
2010-2015 yıllarında dünyanın en yoksul yarısının nüfusu 400 milyon artmasına rağmen servetleri yüzde 41 oranında geriledi.
Yine aynı zaman diliminde dünyanın en zengin 62 kişisinin serveti ise 500 milyar dolardan 1.76 trilyon dolara yükseldi.
Oxfam’ın geleneksel olarak yayımladığı rapora göre, dünya nüfusunun yüzde 20’si aşırı yoksulluk sınırı olan günlük 1.90 dolar gelir ile yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Söz konusu rakam 1988 ile 2011 yılları arasında neredeyse hiç değişmedi.
Bu verileri bu yazıda vermemizin nedeni, İnsanlığa, kendi soyundan olanlara bile acımayan sömürücülerin, doğaya, hayvana, bitkiye asla acımayacağını anlatabilmektir. Onların çektiği acılar karşısında kılı bile kıpırdamaz bunların. Zevk için hayvan öldürürler. Ne ki, kendi çıkarları için çocuk, kadın, yaşlı demeden her gün insanları kuş gibi avlamıyorlar mı?
Yazımızın konusuna geri dönecek olursak, aşırı avlanma yüzünden dünyamızdaki güzelim havyaların bir kısmının nesli tükendi. Bir kısmının da nesli tükenmek üzere. Sadece aşırı avlanma değil nesillerinin tükenmesinin sebebi, yaşam alanlarının yok edilmesi. Parababalarının kâr hırsıyla doğayı kirletmesi, yok etmesi.
Özellikle 21’inci Yüzyılda, nesli tükenmekte olan hayvanların sayısı diğer yüzyıllara göre çok daha fazla.
Ülkemizde kelaynak, Akdeniz foku, çizgili sırtlan, oklu kirpi, Toros kurbağası gibi pek çok hayvan aşırı avlanma, yanlış tarım politikaları sonucunda kurutulan sulak alanlar ve böcek öldürmek için tarlalarda kullanılan ağır kimyasallar (Özellikle DDT) sebebiyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.
Dünya çapında nesli tükenme eşiğinde olan hayvanlardan kutup ayıları, Sumatra Kaplanı, Caretta Caretta deniz kaplumbağası, bazı goril ve maymun türlerini sayabiliriz.
HKP Seçim Bildirgemizde Halkın İktidarı’nda hayvanlara nasıl değer verileceğini anlatan bölümle sözümüzü bitirelim:
“Canlılar âlemini oluşturan biz insanlardan başka hayvanlarla bitkiler de vardır bu dünyada. Ve onlar olmadan biz var olamayız. Üçümüz bir bütünüz.(…)”
“(…)Yaban hayvanlarının pompalı tüfeklerle acımasızca avlanarak nesilleri kurutulmayacaktır. Onlar doğamızın zenginliği ve süsüdür. Onların neslinin kazınması bugün olduğu gibi buğday, arpa, bitki zararlılarının çoğalmasına, başta ekmeklik buğday gelmek üzere gıda maddelerimizi üretemez duruma gelmemize sebep olmaktadır. Ayrıca da Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi denen ölümcül virüsü taşıyan kenelerin doğamızda çoğalmalarına, birçok insanımızın yok yere hayatını kaybetmesine yol açmaktadır. Oysa keklik, bıldırcın vb. yaban kuşları yeterli sayıda olsaydı bu keneleri hemen bulup tüketecekleri için bu hastalıktan ölen insanlarımız olmayacaktı. Yani doğanın dengesiyle oynandığı anda en çok zararı o dengeyi bozan insanlar çekmektedir.
“Doğada milyonlarca yılda oluşmuş olan bu dengeyi korumak için denizlerimize, göllerimize, nehirlerimize, çaylarımıza, dağlarımıza, ovalarımıza, ormanlarımıza, yeşil alanlarımıza olağanüstü ihtimam göstermemiz gerekmektedir. Onları gözümüz gibi korumamız gerekmektedir. İşte insanlarımız bu insani ruhiyata sahip olabilmeleri için yoğun bir eğitimden geçirilecektir. İnsan, hayvan, doğa sevgisi öğretilecektir insanımıza. Ondan sonra, bir ağaç kesildiği zaman elimiz kolumuz kesilmiş gibi acı duyar hale gelmiş olacağız. Amaç, böyle bir vicdanın oluşmasını sağlamaktır.”